Yüzüncü yılını kutladığımız cumhuriyetimize giderken en önemli adım 23 Nisan 1920 deki Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açılışıdır. Bu tarihi günde milli egemenliğin temsil edileceği meclis Ankara’da açılmıştır. O tarihlerde İstanbul dahil ülkemiz işgal altındadır. İstanbul'daki meclis çalıştırılmamakta ve işgale karşı çıkan sivil-asker herkes tutuklanmakta, önder konumundaki insanlar Malta’ya sürülmektedir.
Bir ülkenin “nasıl” yönetileceğini gösteren demokrasilerin omurgası yani vazgeçilmez unsuru düzenli şekilde yapılan, yasama ve dolayısıyla yürütme organlarında görev alanların seçmenlerin tercihiyle belirlendiği seçimlerdir. Seçimlerin hukuk kurallarına, anayasa ve yasalarda belirtilen hükümlere bağlı olarak serbestçe yapılması, katılan partiler ve adaylar arasındaki yarışın hukuk devletinin “olmazsa olmaz” ı anlamına gelen “bağımsız ve tarafsız” yargının gözetiminde eşit şartlarda yürütülmesi demokrasilerin kalite göstergesidir.
Bu masal yetişkinlere ait, küçükler de okuyabilir. Masallar diyarındaki adsız ülkelerden birinde kral ile kraliçe refah içerisinde bir hayat sürmektedir. Kraliçe süsüne püsüne giyimine çok düşkündür. Sarayda çok tantanalı bir hayat sürmektedir. Kral ile bir gün yemekten sonra sarayın balkonuna çıkıp krallıklarındaki topraklara ve evlere bakarlar. Kral bir şey fark eder ve kraliçeye sorar.
Huzur içinde olmak, hayatla tam anlamıyla uzlaşmak demektir. Uzlaşmanın şifa veren bir gücü vardır. Direnme ise zihinsel bir zehirdir. Huzurun zıddı direnmektir. İnsanlara, olaylara, fikirlere direnmek insanın hayatına kaos ve stres getirir.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Fıtratın sözlük anlamı uzunlamasına yarmaktır. Bu, varlıkların oluşumunu sağlayan bölünme kanununu akla getirir. âyetlere göre bu kanunun hem göklerin ve yerin yaratılışında hem de insanın yaratılışında geçerlidir. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
Güzel şeylere sahip olduğunda, nedense sevinmesini yeterince beceremiyor insanoğlu. Fakat bu imkânlar elinden çıktığında kıymeti anlaşılıyor. O zaman da fırsatları kaçırıyoruz, “ah, of” çekiyoruz. Yeterince değer veremediğimiz için de kendimize sitem ediyor, hüzünleniyoruz elimizde olmadan. Acaba mutlu olabilmeye mi temayüllü değiliz? Neden her fırsatta acıları, kederleri yaşamayı yeğleriz? Bu yüzden mi türkülerimiz, şarkılarımız, ağıtlarımız, hatta ninnilerimiz hep keder kokmakta.
Yaşadığımız dünyada daha iyi (aslında değil) yaşam isteği, tüketimin özendirilmesi, fazla tüketme özentisi ile tüketim toplumu oluşturuldu. Nüfus artışı, iklim değişmeleri, daha fazla insanın tüketim toplumu olması ile tüketim giderek artıyor. Buna karşılık hem hammaddeleri hem de gıda üretimi aynı oranda artmıyor. Giderek bir kıtlığın yaklaşmakta olduğu görülüyor. Fakir ülkelerden zengin batı ülkelerine göç dalgası büyüyor.
Bazı insanlar diyorlar ki; - "Önemli olan kalp temizliği". - "O namaz kılıyor ama kul hakkı yiyor". - "Yeme içme orucu bozuyor da, hak yemek niye bozmuyor?
Yirmi birinci yüzyıl sanayi toplumları, bilgi toplumlarına dönüşüyor. Sınırların geçirgenlik kazandığı, duvarsız ve kapısız dünyada ülkelerin gücü, insanlığın kültürel ve ekonomik birikimine, yaptıkları katkılardan kaynaklanıyor. Bilgi toplumlarında doğal kaynakların değerlendirilmesi, ekonomik ve kültürel hayata yeni boyutlar kazandırılması, sermaye birikiminden daha çok bilgi birikimine dayanıyor.
Adalet, hak ve hukuka uymak, doğruluktan ayrılmamak, insanlar arasında hakkı koruyup zulmü ortadan kaldırmak anlamına gelen temel ahlâk ilkesidir. Montaigne “adaletin olmadığı yerde ahlâk da olmaz” derken bu iki kavramın sebep-sonuç ilişkisini işaret eder. Çok eski çağlardan beri bunlar insanlığın ortak değeri olarak kabul görmüştür. Hadis-i Şerif’te “Bir saatlik adalet bin yıllık nafile ibadetin” yerini tutacağı belirtilir.
İyilik perisi NİYET'in gayretiyle kötülük perisi TERSYÜZ'ün kötü dilekleri değiştirilir. Aradan yıllar geçti. Üç kız kardeş büyüdüler. Kral ve kraliçe ülkedeki bütün nakış malzemelerini iğneleri, tığları toplatmışlar. Fakat kulede yaşayan bir yaşlı nine kulakları duymadığı için kralın fermanından haber alamaz.
Bu konuya maddi ve manevi açıdan yaklaşabiliriz. Önce manevi yönden yaklaşalım. Manevi açıdan baktığımızda, insanın değeri vicdanı ile ölçülür. Vicdan, Tanrı’nın bizim ruhumuzdaki sesidir. Vicdan içimizdeki ahlaki yasadır. Vicdan Tanrının çocuklarına seslenmesidir.” der Stephen Covey.
Kars şehrimiz, doğudaki sınır şehrimiz olup Anadolu'nun kilidi sayılır. 93 harbi de denen 1876/77’deki savaş sonrası Rusların hakimiyetine geçmiş 1918 de yeniden Osmanlı Türk devletinin olmuştur. Bu yıllarda kurulan Güneybatı Kafkas Cumhuriyetine baş şehirlik yapmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile sınır şehrimiz vasfı ile 36 plaka no’lu ilimizdir. Binli yıllardaki Ermeni Gürcü Bagrat Krallığının başşehridir. Bu baş şehirlik yapmışlığı oraya tarihi bir zenginlik katar.
Yüce dinimize göre Müslüman ve akıl-bâliğ 1 olan şahıslar oruç tutmakla mükelleftirler. Özel mazeretlilere oruç tutmama izni erilmiştir.
Keten ; sadece Kandıra ve Taşköprü yöresi için değil, Kocaeli ’nin her bölgesi için çok önemli bir bitkidir. İlimizde en çok Kandıra Bölgesinde yetiştiği için, keten Kandıra ile özdeşleşmiştir.
-Asrın en büyük depremi sonrasında millet olarak büyük bir imtihanla karşı karşıyayız. Yaralarımız büyük, maddi-manevi yükümüz ağır. Zaman kaybedecek, ihmal edecek hiçbir mazeretimiz olamaz, olmamalı. 1999 Marmara depremi sonrası DPT tarafından hazırlanan rapor ışığında yapıldığı gibi acilen israftan uzak tasarruf ağırlıklı ciddi bir kamu maliyesi disiplinli bütçe anlayışı ve çıkarılacak yasa çerçevesinde acil önlemlerin alınması gerekiyor.
İlk Müslüman… İlk halife. Peygamberden sonra gelen Müslüman. En büyük sahabi, Peygamberimizin (s.a.v) kayınpederi, mağara arkadaşı. Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hakk onun için “İkinin ikincisi” buyurur. İkinin birincisi Ahir Zaman Peygamberi’nin bizzat kendileri…
Kardeşçe yaşarız arılar gibi Getir sen taşları bir ören olur Nimetimiz çoktur darılar gibi Alma yetim ahı bir gören olur
Elli bin insanımızın ölümüne ve yüz binden fazlasının yaralanmasına neden olan depremin yaralarını milletçe sarmanın gayreti içindeyiz.
Ali Rıza Temel: İlâhî rahmeti kazanmaya en çok vesile olan amellerden birisi de Ramazan ayını fırsat bilip, onu lâyıkıyla değerlendirmektir. Zâten bayram yapmak haddi zâtında günahlardan arınıp cehennemden azat olmanın sevincini yaşamaktır. En büyük kazanç ilâhî azap ve gazaptan kurtulmak, rızay-ı ilâhîye nâil olmaktır.