Çatışmayı kötü bir şey olarak biliyoruz. Çoğunlukla zihnimizdeki karşılığı kavga gibi. Halbuki çatışma bu hayattaki en değerli şey.
Hayatımızın büyük bir kısmı, problem çözmekle geçer. Her gün irili ufaklı, sayısız problemle karşılaşırız.
Doğu ile Batı dünyası arasındaki çatışmaların, doruk noktasına ulaştığı, Ortaçağ sonrası dünyanın, en büyük silahlı gücü Amerika’dır. Pentagon denizleri ve karalarıyla, dünyanın her yanına yetişebilecek bir ordunun yönetim merkezidir.
İnsanları etkileyebilirsiniz ama onları değiştiremezsiniz. İnsanları sevin, anlayın ama değiştirme hevesine kapılıp zamanınızı ve enerjinizi tüketmeyin.
6 yaşında bir çocuk babasıyla ofise geldi. Elimi uzattım, elini uzattı, göz göze geldik. Tokalaştık. Adın ne, dedim. Kürşat’mış! Çok hoş dedim, niçin, dedi. Şaşırdım. 6 yaşındaki bir çocuk gibi durmuyordu karşımda…
“Ben ki ateşle konuşurdum, selle konuşurdum İdil’le, Tuna’yla, Nil’le konuşurdum. “Sangaryos’u “Sakarya” yapan, “İkonyum’u “Konya”yapan Dille konuşurdum.” Arif Nihat Asya
Çiftlik sâhibi varlıklı bir şahıs, meşru olmayan yollardan kazandığı para ile bir inek sürüsü satın almış. Sonra ineklerin sütünden ve günün birinde etinden faydalanmanın doğru olmayacağını düşünerek sürüyü, Hünkâr Hacı Bektâş-ı Veli’nin, aynı zamanda aşevi işlevi görmekte olan dergâhına bağışlamak istemiş.
"Dershane" mi doğruymuş, yoksa "dersane" mi? Aman, takıldığın şeye bak! Bak, bizim pratik, atik ve sempatik Türkçe hocaları sihirli bir formül (!) bulmuşlar: A harfi ile biten kelimelere "-ne", A harfi ile bitmeyenlere "-hane" gelirmiş...
Okullar, uzun bir yaz tatilinin ardından yakında açılacak. Öğrencilerimiz, geleceklerinin teminatı olan, mutluluk yuvaları okullarına, özledikleri değerli öğretmenlerine, biricik arkadaşlarına “merhaba” demenin heyecanı içindeler. Hatta birinci sınıflar bu şevki tattı bile. Fakat çocuklardaki bu tatlı heyecan, okul masraflarındaki aşırı artıştan ötürü, velilerde endişeye dönüşmüş durumdadır.
Çağdaşlaşma yolunda teknolojinin imkânlarından fazlasıyla yararlanıyor olsak da sosyal yaşamımızdaki ilkel ve vahşi görüntülerden asla uzaklaşamıyoruz.
1922 yılının Ağustos ayının son haftasına girilirken Meclis’te tansiyon yüksekti; siyasi belirsizlik sebebiyle herkes tedirgindi. Bir yıl önce tarihimizin en bunalımlı günlerini yaşamıştık. Ağır bir felaketle yüz yüze kaldığımız bu dönemde Mustafa Kemal Paşa BMM’nin tüm yetkilerini Meclis’in kararıyla geçici bir süre üzerine alarak Başkomutan olmuş, yönetimi eline almıştı.
Bir varmış bir yokmuş. Mutluluk ormanı ortasında hüzün varmış. Çünkü kralın kızı Nurbala çok hastaymış. Hangi doktor muayene ederse doktor da hastalandığı için kız da iyileşemiyormuş.
*Öğrendim ki... Güzele kırk günde doyulur, iyi huylulara kırk yılda doyulmaz.
Kendimi bildim bileli biraz okumuş, biraz düşünmüş herkesin "ben kimim" sorusunu cevaplama ihtiyacını gözlemliyorum.
Dostun ölümü ne zor… “Zeitgeist” dediğin zamanın ruhu “aniden Rahmet-i Rahmana kavuşmak” mıydı? Ne çok özleyeceğim seni. Ne zaman dara düşsem ne zaman bir Dost arasam seni arar “Mesut kahve içmeye geliyorum.” der gelirdim yanına. Seninle olmak zaten çözüyordu pek çok sıkıntıyı. Senin de sıkıntılarını istişare ettiğimiz çok oldu. Yani birbirimize dayanak olmuştuk hep.
Antlaşma, 24 Temmuz 1923 târihinde Türkiye Cumhuriyeti ile Fransa, İngiltere, Rusya, İtalya, Japonya ve (ABD) Amerika Birleşik Devletleri’nden oluşan İtilâf Devletleri imzalanmıştı. ABD senatosu, Antlaşmayı 18 Ocak 1927 târihinde yaptığı toplantıda reddetti.
Kızgın çöllerde göğsüne yığılan taşların altında bile “Allah bir” diye haykıran, derisi kara. Yüzü akların akı Bilâl gibi mi?
Peygamberlerin haberlerini verdikleri, temellerini attıkları erdemli devletleri, seküler dünyanın bilgeleri, deneme ve yanılma yoluyla ararlar.
Şehrimiz için olduğu kadar diğerleri için de geçerli olan iyi işletilirse önemli ve güzel hizmetlerin alınacağı bu kurumlarımızla ilgili verdiğim tanıtıcı bilgilerin yanında şu tespitlerimi de paylaşmak isterim.