Kırk yılı aşan hekimlik hayatımda bilgim ve becerim yettiğince, hekimlik üstadımız Hipokrat’ın ‘’Önce Zararlı Olma!’’ ilkesini unutmadan mesleğimi icra etmeye çalışmışımdır.
Lügatlerde ve ansiklopedilerde ahlâk kelimesi şöyle açıklanıyor:
Özür dilemenin anlaşmazlıkları ortadan kaldırmada büyük payı vardır. Özür dileme, evlilikte duygusal yaraları hafifletiyor, olumsuz duyguları iyileştiriyor ve iyileşmeyi hızlandırıyor.
‘’Ses verin; Ey Mohaçlar, Çaldıranlar/ Tarihe yön verip, tarih yazanlar/ Ses verin nal sesleriyle, kılıç şakırtılarıyla düşmana korku verip/Dünyaya nam salanlar. Ses verin; Ey Çanakkaleler, Samsunlar, Erzurumlar, Sivaslar/Halide Edipler, Seyyid Onbaşılar, Ayşe Çavuşlar…’’
Bilim baş döndürücü şekilde gelişmekte, öğrendiklerimizin bir kısmı, kısa zaman sonra güncelliğini yitirmektedir.
Tarihimiz, kültürümüz, geçmişimiz ve savunmalarımızla ilgili konuşma ve yazılarda son zamanlarda artarak dikkati çeken bir kelime ve/ya deyimden bahsetmek ve herkesi bu konuda dikkatli olmaya davet etmek istiyorum.
Oysa, Alevilik gibi, Türkiye’nin milli birlik-bütünlüğü açısından hayatî önem taşıyan, ülke gündeminde sürekli baş sıralarda yer bulan bir meselenin, bilimsel nitelikli doğru bilgi olmadan tartışılması, konuşulması, öyle zannediyoruz ki, faydadan çok zarar getirmektedir.
‘’Onlar aslında biz erkeklerin her şeyi… İlk nefesi onların karnında aldığımız, bizleri doyurup büyüten analarımız, aynı kandan/candan bacılarımız, günü geldiğinde hayatımıza eş olan kadınlarımız, canım kızımız diyerek koruyup kolladığımız evlatlarımız…
Cahiliye dönemi kabileciliğini; ırkçılık; ırkçılığı da milliyetçililik kavramlarının yerine koymak, kasıtlı bir davranış değilse, câhiliye dönemini hatırlatan algılama hatâsıdır.
Tahammülün anlamı yalnızca zorluklara ve güçlüklere dayanmak, katlanmak ve sabretmek anlamında değildir. Aynı zamanda duygusal, saygı ve hoşgörüyü öne alan, önemli bir anlamı daha mevcuttur.
Kıbrıs müzakereleri; Rumların hedefledikleri sonla/Enosis’le bitmeyeceklerini anladıkları için görüşmeleri terk etmeleriyle sonlanmış;
Faaliyetlerimiz yapıları gereği dinamiktirler, sürekli değişirler. Ancak zamanla bu etkinliklere alışırız ve ilgimizi kaybederiz. Her zaman bizi mutlu eden etkinlikler artık mutlu etmez olurlar.
Türkiye’de son 2 – 3 neslin kafasında Türkçenin lâfız-mânâ bağları az çok kopmuş ve zayıflamıştır. (Tendonları kopmuş bir sporcu ne kadar iyi futbol oynayabilirse, lâfız-mânâ bağları koparılmış bir dili kullanan da o kadar güzel konuşabilir...
Nehirler hep aşağı yuvarlanarak akar Coşkun ırmaklar gibi akmalı mıyım sence Bazı insanlar özden ciğer yakarak bakar Gözlerimi dikerek bakmalı mıyım sence
“Taşları nasıl yemeli?” veya “Yumurtayı hangi ucundan kırmalı?” diye sorsalar herkesi bir düşünce alır. Oysa hepimiz de biliriz ki taşlar yenmez, yumurta da her iki ucundan da kırılır!
İnsan topluluklarını ‘millet’ hâline getiren en önemli unsur ‘kültür’dür. Kültürün orta direği ise dil ve dindir.
Siyasetin en sevdiğim yanı bu vesile ile Türkiye'yi gezmek ve insanlarımızla tanış olmaktır. Son yaptığımız Mardin ve devamında gittiğimiz Midyat, Ömerli, Gercüş ve Hasankeyf seyahatinde de, bu böyle oldu.
Türk Dünyası, merkezinde Türkiye bulunan ve üzerinde Türk’ün yaşadığı bütün coğrafyalar anlamına gelmektedir. Bu sözden, sadece Türk devlet ve topluluklarının yaşadığı coğrafyaları da anlamamalıyız. Bir tek Türk’ün yaşadığı yer Türk Dünyasına dâhildir.
Yazıma başlık yaptığım cümlecik; ‘’Biz yeni bir devlet kuruyoruz, kurucusu Erdoğan’’ açıklamasını yapan kişiye aittir. Kendisi, AKP Merkez Karar ve Yönetim Kurulunun (MKYK’nın) eski bir üyesiymiş.
Pek çok insan affefme alışkanlığına sahip değil. Affetmede zorlanan kişiler, karşılaştıkları bir suç üzerinde fazla düşünüyor, olaya kafalarını takıyor, olayı tekrar tekrar yaşıyor, çok sinirleniyor ve alınganlıkları giderek artıyor.