Mutsuzluk çoğumuzu etkisi altına almış. Çünkü kendimizi dünyanın merkezinde görüyoruz. Yalnızca bizim acı çektiğimizi sanıyoruz. Mutsuzluğun sebebi, kişinin kendisini hep kendi bedeni içine ve kendi beynine hapsedilmiş hissetmesidir. Her zaman sorunlar yaşarız ama sorunlar kendiliklerinden acıya sebep olmazlar. Sorunun içine “adaletsizlik” olduğu düşüncesini karıştırırsak o zaman zihinsel huzursuzluğu beslemiş oluruz.
Mıknatıs insanlar, başkalarını cezbederler, övgü beklemeksizin etraftakilere yardım ederler, samimi ve tutarlıdırlar. Sahte ve ikiyüzlü insanların yanında kendinizi gergin ve rahatsız hissedersiniz. Mıknatıs insanların yanında ise rahatlarsınız. Bu insanlar, karşılarındakini rahatlatacak şekilde güven duygusu yaratırlar.
Anlaşılmış kişi olumlu duygular, anlaşılmamış kişi öfke hisseder. Anlaşılmış kişi empati duygusu hissettiği için kendisini dinleyene yakın hisseder.
Vernon adında Amerikalı bir fizyoloji profesörü Nobel ödülü almış. Öğrencilerinden biri, ödülden sonraki ilk testte, hocaya şu soruyu sormuş: ”Fizyoloji alanında bu ülkede üç binden fazla bilim adamı var. Bu kadar bilim adamı arasında bu ödüle niçin siz layık görüldünüz? Sizi diğer bilim adamlarından ayıran özellik ne?
İster CEO, ister çalışma yaşamına yeni başlamış biri olun en önemli sınavınız her zaman özgüven olacak.
Bugünlerde her alanda özellikle ailelerde sohbet iyice azaldı. Güçlü sorularla başlayan sohbetlere hayatımızdan silindi. Aile sohbetlerinin uzun sürmemesinin sebebi, sürekli konuşuyor fakat yeterince soru sormuyor oluşumuzdur. Özellikle keşfeden, yakınlık kuran, dostane ilişkileri geliştiren güçlü sorulara hasret kaldık.
Kendi mutluluğunuz için paylaşılan anlam yaratın. Çünkü başardığınız şeyi tekrarlamanız sonuçlar herkes için değerli ve anlamlı ise mümkündür.
Güçlü sorular karşımızdakinin iç dünyasını paylaşmaya teşvik eder ve samimi bir sohbet ortamı oluşturur.
Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, her ikisi de kaliteli yaşamın en önemli unsurlarındandır. Teraziye koyma imkanımız yok ama, kalite ve reklamın önem ağırlıkları belki de birbirine eşittir.
İnsanların önemli bir çoğunluğu geleceğin belirsizliğinden korktukları ve başlatacakları girişimlerinin başarısından emin olamadıkları için kendilerini ifade etmiyor ve potansiyellerini ortaya koymuyorlar.
İnsanoğlu aklını başkasının kılavuzluğu ve yardımı olmaksızın kullanmak kararlılığını ve yürekliliğini gösterebilmelidir. Kant, “Aklını kendin kullanma cesaretini göster.” der. “Sapere Aude!’’aydınlanmanın parolasıdır.
Bir çok insan bu görüşe hemen siyasi olarak bakıyor ve yıldırım hızıyla bardaktaki mevcut suyu da döküyor. Eleştirdikçe eleştiriyor, hırçınlaştıkça hırçınlaşıyor.
Aşağıdaki sorulara “evet” cevabını veriyorsanız yaşadığınız her anın bilincinde değilsiniz demektir. Başka bir ifadeyle farkında olmadan yaşıyorsunuz.
“Baba omzu diye bir yer var. İliklerine kadar huzuru hissettiğin…” “Neden bilmiyorum ama bugün seni çok özledim Babam.” Hiç kimse iyi baba olarak dünyaya gelmez. İyi baba olmak sabır, sevgi ve bilgi işidir. Bir erkek için alacağı hiçbir ödül, çocuklarını gereğince yetiştirebilecek kadar doyurucu olamaz. Çocuğun gelişiminde yeri doldurulması mümkün olmayan babayı, yıllarca "eve ekmek getiren adam" olarak gördük. Toplum ve aile yapısındaki değişimler, kadınların sosyal hayata daha fazla atılması, kadın ve erkeğin aile rollerinde değişikliklere neden oldu.
Akış, kişinin bir faaliyet içinde kaybolma halidir. Akan bir nehir gibi kendisini etkinliğe kaptırıp gitmesidir. Akışta zorlama yoktur, odaklanma vardır. Halk arasında bu akış deneyimine farklı isimler veriliyor. “Havaya girmek”, “kendinden geçmek”, “kendini kaptırmak”, “coşmak”, “huşu içinde olmak”, “kendini vermek” gibi… Pek çok durumda akış yaşanılabilir: Düşünürken, çalışırken, spor yaparken, cinselliği yaşarken, oyun oynarken, TV. seyrederken, kitap okurken, müzik dinlerken…
İş dünyasının önemli problemi. Başlık size garip gelmiş olabilir. Aynı cümle içinde güç, sevgi ve iş… Çoğunlukla güç ve iş kavramlarını birlikte düşünsek de sevgi ile diğer ikisini bağdaştırmakta zorluk çekiyoruz. Baskın eğilimimiz kutuplaştırarak düşünmek; Siyah beyaz, iyi kötü, doğru yanlış, olur olmaz diye düşünmek eğilimindeyiz. Böyle düşününce de birinin varlığı diğerini reddediyor ve düşünce alanımızdan çıkarıyor.
"Yanlışlık yapmak doğaldır, ama bunlardan ders çıkarmadan ilerlemek bir hayatın anlamını yitirmesine yol açar. BAŞIMIZA GELENLER HİÇBİR ZAMAN SEBEPSİZ DEĞİLDİR, her birinin kendi anlamı vardır. HER KARŞILAŞMA, HER KÜÇÜK OLAY KENDİ İÇİNDE BİR ANLAM BARINDIRIR. ........
“Bana bir bayram verin. İçerisinde babam olsun…” Son yıllarda toplumsal hayatta yaşanan değişimler, ailedeki rollerin farklılaşması, çocuğun gelişiminin ve eğitiminin giderek daha önem kazanmasını, baba-çocuk ilişkisinin de hak ettiği ilgiyi görmesine yardımcı olmuştur.
“Sonsuz seçeneğe sınırlı kavramlarla baktığımız için zorlanıyoruz” diyor kaos ve karmaşıklık konusunda çalışan Todd R. La Porte. Bence çok da doğru söylüyor. Mevcut bilgimizle açıklayıp çözüm bulamadığımız şey bizi korkutuyor. Sürüngen beynimiz devreye giriyor, savaş ya da kaç tepkisi ile sınırlanıyoruz.
Sosyal ihtiyaçlar ve sosyal güven hayatta kalmamız için gereklidir. Beyin bu güveni ödüllendirir. Birine yaslandığımız, birine güvendiğimiz veya onun güvenini hissettiğimiz zaman oksitosin denilen bağlanma ve mutluluk hormonunu salgılarız. Ait olmak ve güven hissi oksitosinle ilgilidir.