Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmamızda ve cehaletle savaşımızda ülkemizi aydınlık yarınlara taşıyan öğretmenlerimiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin sarsılmaz temellerini bilgiyle atan, cephe gerisinin fedakâr kahramanlarıdır.
916 yıl kilise, 482 yıl cami olarak kullanıldı. 24 Kasım 1934 târihinde Bakanlar Kurulu Kararı ile Müzeler İdâresi’ne verildi. 1 Şubat 1935’te ‘Müze’ olarak kullanılmaya başlandı. 86 yıl sonra 24 Temmuz 2020 Cuma günü yeniden ibâdete açıldı.
“Elbette Türk milleti vardı,” ancak Türklük bilinci yoktu. Osmanlı Devletinin özellikle İmparatorluk döneminden gelen anlayış “millet” olgusunun ön planda olmayışı gibi bir sonuç doğurmuştu. Çünkü, baskın olan, “ümmet” kavramı, millet olma yolunu kapamıştır. İmparatorlukların karakteristik yapısında da zaten millet yoktur.
İnsanların üretme güçlerinin bir sınırı olmasına karşılık, tüketme isteklerinin bir sınırı yoktur. Tarihin her döneminde, dünyanın kaynakları insanların karınları doyurmuş, ancak gözlerini hiçbir zaman doyuramamıştır. Bu yüzden insanların gözleri, hep ayda ve yıldızlarda olmuştur. İnsanlar doğaları gereği, bir dünya dolusu altınları olsa, hiç düşünmeden ikinci bir dünya dolusu altın isterler. İnsanların doyma bilmez gözlerini, topraktan başka doyuracak altın bulunamamıştır.
Kültür ve medeniyet ilişkisi bütün dünyada ve Türkiye’de oldukça dikkat çekmiş, incelenmiş ve işlenmiş bir konudur. Her ne kadar kültür ve medeniyeti birbirlerinden kesin sınırlarla ayırmak mümkün görünmese de tabiat karşısında insanın var olma mücadelesi ile ilişkili kavramlar oldukları açıktır. Bu anlamıyla medeniyetin temelinde kültür yatmaktadır. Kültürün gelişmesi, karmaşıklaşması ve oluştuğu tarih, coğrafya ve düzene göre kendisine özgü bir hal kazanması artık medeniyet aşamasına gelindiğinin göstergesi olmuştur. Böylece kültür ruh ise medeniyet de bu ruha beden olmuştur.
Öğrendim ki en kıymetli servetimiz, hakîki dostlarımızdır. İtimada lâyık olmak yıllar alıyor. Yıkmak bir dakika…
Kölelik müessesesi kalkalı çok oldu. Artık köleliğin kitapta, kanunda yeri yok. Fakat ne yazık ki kitaptan kanundan kaldırdığımız köleliği hayattan kaldıramadık. Belki de bu insanın yaradılışın da var olan bir şey. Kime ne için olursa olsun, bazı insanlar itaat etmekten hoşlanırlar. Bunlar tıpkı eşya gibidirler, kendiliklerinden hiçbir reaksiyon göstermezler. Bagaj gibi, insanların emriyle bir yerden bir yere taşınırlar, giderler gelirler. Bu türlü yaratıklara acınır, çünkü ellerinden bir şey gelmez. Allah onları öyle yaratmıştır.
Sezai Karakoç bir dönem şiir dünyamızda büyük etki oluşturan, ilgi gören, “ikinci yeniciler” olarak anılan modern Türk şiirinin temsilcisi grubun hayatta kalan son ismiydi. “Uzatma dünya sürgünümü“ diyerek “en sevgili” ile vuslatı niyaz ediyordu. Geçen hafta duası kabul gördü, bu dünya yolculuğunu tamamlayarak sessiz sedasız Hakk’a yürüdü. Menzili mübarek, makamı ali, mekânı inşallah cennet-i ala olur.
Kocaeli, sağlık kurumları bakımından oldukça zengin ve şanslı sayılan şehirlerimiz arasında bulunmaktadır. Bir de günübirlik tedavi maksadıyla İstanbul’a gidip gelme imkânı bulunduğu da dikkate alınırsa, Kocaeli halkının sağlık hizmeti alma bakımından ne kadar avantajlı olduğu çok açık bir şekilde görülmektedir.
Mesleğini veya sanatını yılmadan, usanmadan geliştirip icra edenler, mutlaka günün birinde birçok başarıya imza atıp, şöhret olabilirler. Sanatlarını icra ederken, yüzbinleri toplayıp, yeri yerinden oynatabilirler. Şöhretin zirvesine çıkmak ne kadar zor ise, orada uzun süre kalabilmek, ondan çok daha zordur.
İnsanların birlikte yaşama özellikleri; onların küçükken büyüğe yerleşim yerleriyle bütünleşmelerini sağlar. Köylerden şehirlere doğru büyüyen yerleşim alanları böyle şekillenmiştir. Bu yerleşim alanları ise giyimden yemeğe, evlerden ortak yaşam yerlerine kadar birçok alanda o toplumun kendine has kültür özelliklerini şekillendirir.
İstanbul’da 20. Asrın başlarında Direklerarası diye bilinen zamanının, kültür, gezinti ve eğlence çeşitlerinin merkezi olduğu mekan Şehzadebaşı’ndaydı. Bu bölge özellikle Ramazan ayında kültür adamları, yazar ve yeniçerilerin tiryakisi olduğu kıraathanelerin, gezinti ve eğlencenin (meddah, hokkabaz, karagöz, kanto, tuluet vs) kaynaştığı canlı ve hareketli mekan olarak kitap ve hatıralarda kalmıştır. İstanbul’da 20. Asrın başlarında Direklerarası diye bilinen zamanının, kültür, gezinti ve eğlence çeşitlerinin merkezi olduğu mekan Şehzadebaşı’ndaydı. Bu bölge özellikle Ramazan ayında kültür adamları, yazar ve yeniçerilerin tiryakisi olduğu kıraathanelerin, gezinti ve eğlencenin (meddah, hokkabaz, karagöz, kanto, tuluet vs) kaynaştığı canlı ve hareketli mekan olarak kitap ve hatıralarda kalmıştır.
İhânet karmaşık bir kavramdır. Kahraman ile hâin (ihânet eden) arasında şansa veya beceriye dayanan belli belirsiz bir mesâfe vardır. Ali Süâvi, Sultan İkinci Abdülhâmid Han’ı tahtından indirmek maksadıyla giriştiği darbe teşebbüsünde başarılı olsaydı, ‘ kahraman ’ ilân edilecekti. Çığırtkan azınlık ondan yana idi. Başaramadı, çığırtkan azınlık sesini çıkarmaya cesâret edemedi, ‘ hâin ’ ilân edildi. Aynı durum, 27 Mayısçılar, Talât Aydemir-Târık Gürcan ve 12 Eylül’cüler için de geçerlidir. Sosyete lügatinde ise ihânet bambaşka bir mâhiyete bürünmüştür.
“Çocuğunuz yalan söylüyorsa ya sizden korkuyordur ya da sizin yaptığınızı yapıyordur. Yalan söyleyen anne ve babaların, yalan söyleyen çocukları olacaktır.” A. S. Neil Çocukluk; daima güzellikle, sevgiyle ve anılarla hatırlanan, özlemle anılan kıymetli bir dönem olarak kalıyor çoğumuzun zihninde.
8 Kasım’da İstanbul’da Barış ve Özgürlükler Adası’nda (Yassıada) başlayan Türkçe Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi - Türk Keneşi’nin 8. Zirvesi’nin 11 Kasım’daki üçüncü gün toplantısında, Türk dünyası açısından tarihi bir karar alındı. Kuruluşun adının artık Türk Devletleri Teşkilatı olacağı açıklandı. Böylece 31 Ekim 1992’de ilk olarak Ankara’da yapılan devlet başkanları toplantılarının 30. yılında, Türk devletlerinin adlı adınca resmî bir örgüt çatısı altında bir araya gelmeleri sağlanmış oldu.
Başlığı okuyunca “ Ne alaka “ denilebilir. Daha fazla meraklandırmadan hemen söyleyeyim ki bunlar benim bir hafta arayla katıldığım iki toplantının ana başlıkları sadece. 6 Kasım Cumartesi günü Cemal Reşit Rey Kongre Merkezinde, Şişli Kent Konseyi ile Şişli Belediyesi ortaklaşa “ Katılımcı Bütçe “ konulu bir panel düzenledi. Ben bu toplantıya Tuzla Kent Konseyi’ni temsilen katıldım. Öncelikle bu panelle ilgili izlenimlerimi ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Daha sonra Sayın Abdullah Köktürk’e ayrı bir paragraf açacağım. Başlığı okuyunca “ Ne alaka “ denilebilir. Daha fazla meraklandırmadan hemen söyleyeyim ki bunlar benim bir hafta arayla katıldığım iki toplantının ana başlıkları sadece. 6 Kasım Cumartesi günü Cemal Reşit Rey Kongre Merkezinde, Şişli Kent Konseyi ile Şişli Belediyesi ortaklaşa “ Katılımcı Bütçe “ konulu bir panel düzenledi. Ben bu toplantıya Tuzla Kent Konseyi’ni temsilen katıldım. Öncelikle bu panelle ilgili izlenimlerimi ve düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Daha sonra Sayın Abdullah Köktürk’e ayrı bir paragraf açacağım.
Bir devlet düşünün! Kurulalı tam 38 yıl olmuş ama bu devleti Türkiye’nin dışında tanıyan başka bir devlet yoktur! Bu devletin adı: Kuzey Kıbrıs değil; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetidir. Bir halk düşünün!
İnsan haklarını incelemeden önce “ HAK “ kavramını açıklamak istiyoruz. Hak; kişiye ait olan varlık, doğru ve gerçek olan şey, adalet, insaf, doğruluk bir dava veya iddiaya gerçek uygunluk şeklinde açıklanabileceği gibi insanın insan olarak sahip olduğu ve başkalarının saygı göstermesi gereken maddi veya manevi şeyler şeklinde açıklanır.
Bâzı ilâhiyatçıların sıcak bakmadığı mutasavvıfların tasavvuf âlemi, bir bakıma İslâmiyet’in akademisidir. İlk büyük Türk Mutasavvıfı Pîr-i Türkistan Hâce Ahmed-i Yesevî diyor ki; ‘İslâmiyet’in temel bilgilerini öğrenmeden tarîkata girilmez, değil mürşid, mürid bile olunmaz. Böyle müridlerin her an ayağı kayıp, kaybolanların karanlık kuyularına düşebilirler. Bâzı ilâhiyatçıların sıcak bakmadığı mutasavvıfların tasavvuf âlemi, bir bakıma İslâmiyet’in akademisidir. İlk büyük Türk Mutasavvıfı Pîr-i Türkistan Hâce Ahmed-i Yesevî diyor ki; ‘İslâmiyet’in temel bilgilerini öğrenmeden tarîkata girilmez, değil mürşid, mürid bile olunmaz. Böyle müridlerin her an ayağı kayıp, kaybolanların karanlık kuyularına düşebilirler.
Dünyada insanlığın kültürel, siyasal ve ekonomik düşüncesinin ana kaynağı, hayatı bütün boyutlarıyla kuşatan kutsal kitaplardır. İnsanlığın düşünce ve eylem dünyasının, derinlik ve zenginlik kazanmasında, kutsal kitaplara dayanan kültürün vazgeçilmez bir yeri vardır. Tarihin her döneminde, toplumları ekonomilerinden önce, kültürleri ayakta tutmuştur. Toplumun bütün kesimleri için, hayatı katlanılır kılan, ekonomiden önce kültürdür.