Bu masal yetişkinlere ait, küçükler de okuyabilir. Masallar diyarındaki adsız ülkelerden birinde kral ile kraliçe refah içerisinde bir hayat sürmektedir. Kraliçe süsüne püsüne giyimine çok düşkündür. Sarayda çok tantanalı bir hayat sürmektedir. Kral ile bir gün yemekten sonra sarayın balkonuna çıkıp krallıklarındaki topraklara ve evlere bakarlar. Kral bir şey fark eder ve kraliçeye sorar.
Huzur içinde olmak, hayatla tam anlamıyla uzlaşmak demektir. Uzlaşmanın şifa veren bir gücü vardır. Direnme ise zihinsel bir zehirdir. Huzurun zıddı direnmektir. İnsanlara, olaylara, fikirlere direnmek insanın hayatına kaos ve stres getirir.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Fıtratın sözlük anlamı uzunlamasına yarmaktır. Bu, varlıkların oluşumunu sağlayan bölünme kanununu akla getirir. âyetlere göre bu kanunun hem göklerin ve yerin yaratılışında hem de insanın yaratılışında geçerlidir. Allah Teâlâ şöyle demiştir:
Güzel şeylere sahip olduğunda, nedense sevinmesini yeterince beceremiyor insanoğlu. Fakat bu imkânlar elinden çıktığında kıymeti anlaşılıyor. O zaman da fırsatları kaçırıyoruz, “ah, of” çekiyoruz. Yeterince değer veremediğimiz için de kendimize sitem ediyor, hüzünleniyoruz elimizde olmadan. Acaba mutlu olabilmeye mi temayüllü değiliz? Neden her fırsatta acıları, kederleri yaşamayı yeğleriz? Bu yüzden mi türkülerimiz, şarkılarımız, ağıtlarımız, hatta ninnilerimiz hep keder kokmakta.
Yaşadığımız dünyada daha iyi (aslında değil) yaşam isteği, tüketimin özendirilmesi, fazla tüketme özentisi ile tüketim toplumu oluşturuldu. Nüfus artışı, iklim değişmeleri, daha fazla insanın tüketim toplumu olması ile tüketim giderek artıyor. Buna karşılık hem hammaddeleri hem de gıda üretimi aynı oranda artmıyor. Giderek bir kıtlığın yaklaşmakta olduğu görülüyor. Fakir ülkelerden zengin batı ülkelerine göç dalgası büyüyor.
Bazı insanlar diyorlar ki; - "Önemli olan kalp temizliği". - "O namaz kılıyor ama kul hakkı yiyor". - "Yeme içme orucu bozuyor da, hak yemek niye bozmuyor?
Yirmi birinci yüzyıl sanayi toplumları, bilgi toplumlarına dönüşüyor. Sınırların geçirgenlik kazandığı, duvarsız ve kapısız dünyada ülkelerin gücü, insanlığın kültürel ve ekonomik birikimine, yaptıkları katkılardan kaynaklanıyor. Bilgi toplumlarında doğal kaynakların değerlendirilmesi, ekonomik ve kültürel hayata yeni boyutlar kazandırılması, sermaye birikiminden daha çok bilgi birikimine dayanıyor.
Adalet, hak ve hukuka uymak, doğruluktan ayrılmamak, insanlar arasında hakkı koruyup zulmü ortadan kaldırmak anlamına gelen temel ahlâk ilkesidir. Montaigne “adaletin olmadığı yerde ahlâk da olmaz” derken bu iki kavramın sebep-sonuç ilişkisini işaret eder. Çok eski çağlardan beri bunlar insanlığın ortak değeri olarak kabul görmüştür. Hadis-i Şerif’te “Bir saatlik adalet bin yıllık nafile ibadetin” yerini tutacağı belirtilir.
İyilik perisi NİYET'in gayretiyle kötülük perisi TERSYÜZ'ün kötü dilekleri değiştirilir. Aradan yıllar geçti. Üç kız kardeş büyüdüler. Kral ve kraliçe ülkedeki bütün nakış malzemelerini iğneleri, tığları toplatmışlar. Fakat kulede yaşayan bir yaşlı nine kulakları duymadığı için kralın fermanından haber alamaz.
Yüce dinimize göre Müslüman ve akıl-bâliğ 1 olan şahıslar oruç tutmakla mükelleftirler. Özel mazeretlilere oruç tutmama izni erilmiştir.
Keten ; sadece Kandıra ve Taşköprü yöresi için değil, Kocaeli ’nin her bölgesi için çok önemli bir bitkidir. İlimizde en çok Kandıra Bölgesinde yetiştiği için, keten Kandıra ile özdeşleşmiştir.
-Asrın en büyük depremi sonrasında millet olarak büyük bir imtihanla karşı karşıyayız. Yaralarımız büyük, maddi-manevi yükümüz ağır. Zaman kaybedecek, ihmal edecek hiçbir mazeretimiz olamaz, olmamalı. 1999 Marmara depremi sonrası DPT tarafından hazırlanan rapor ışığında yapıldığı gibi acilen israftan uzak tasarruf ağırlıklı ciddi bir kamu maliyesi disiplinli bütçe anlayışı ve çıkarılacak yasa çerçevesinde acil önlemlerin alınması gerekiyor.
İlk Müslüman… İlk halife. Peygamberden sonra gelen Müslüman. En büyük sahabi, Peygamberimizin (s.a.v) kayınpederi, mağara arkadaşı. Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hakk onun için “İkinin ikincisi” buyurur. İkinin birincisi Ahir Zaman Peygamberi’nin bizzat kendileri…
Elli bin insanımızın ölümüne ve yüz binden fazlasının yaralanmasına neden olan depremin yaralarını milletçe sarmanın gayreti içindeyiz.
Ali Rıza Temel: İlâhî rahmeti kazanmaya en çok vesile olan amellerden birisi de Ramazan ayını fırsat bilip, onu lâyıkıyla değerlendirmektir. Zâten bayram yapmak haddi zâtında günahlardan arınıp cehennemden azat olmanın sevincini yaşamaktır. En büyük kazanç ilâhî azap ve gazaptan kurtulmak, rızay-ı ilâhîye nâil olmaktır.
Geçen yıl hüzünle uğurladığımız Ramazanı Şerife kavuşmanın mutluluğu ve huzuru içindeyiz. Bu nadide imkânı çok iyi değerlendirmek, dağarcığımıza bol ecir, hayatımıza da yeni güzellikler, katmanın zamanıdır. Güzel hasletlere kavuşmak büyük bir saadet, değerlendiremeden veda etmek de üzücüdür. Zaman çabuk geçecek, bir gün yine Ramazana veda günü gelecektir.
Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde kalbur saman içinde pire berber deve tellal iken ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken vur vuranın kır kıranın destursuz bağa girenin hali harap arkama. Gittim gittim az gittim uz gittim dere tepe düz gittim. Dönüp arkama baktım bir arpa boyu yol gitmişim yine masal dünyasındayız.
Özellikle 1991 seçimlerinden bu yana iktidarların seçim dönemlerinde kazanabilmek amacıyla “seçim ekonomisi” denilen popülist uygulamalara yönelmeleri, tutamayacakları vaatler yapmaları, ülkenin mali durumunu, bütçe dengelerini alt üst eden harcamaları, muhalefetin de bunlara ayak uydurmaya çalışması âdet haline geldi. Seçilme ihtimalinin zorluk derecesine göre seçim ekonomisinin çapı büyüyor; oluşan kamusal yüklerin altından seçimden sonra nasıl kalkılacağı düşünülmeden yarışın ne pahasına olursa olsun kazanılmasına çalışılıyor.
Sevgili Gençler, (Sizlere 18 Mart ruhunu nasıl anlatabilirim diye günlerce kafa yorarak yazmış olduğum bir metin bu, ona göre dinleyiniz.)
Şimdiye kadar bu kadar hüzünlü bir Ramazan yaşamamıştım; her yaştan on beş milyona yakın insanımızın iki ay kadar önce yaşadığı asrın musibetinin oluşturduğu ağır şartların, sıkıntı ve acıların bütün şiddetiyle hüküm sürdüğü günümüz ortamında vicdan sahibi hiçbir insan iftar vaktinin uhrevi hazzını bile tam olarak yaşayamaz. İki gün önce bir gazetede yaşadıklarını anlatan genç kızımızın anlattıkları yüreğimde adeta çakılı duruyor: