Obruk: İzmit’e bağlı Güvercinlik köyünün, bir km Kuzey Doğusunda bir mevki’nin adı. Erik çukuru denilen bölge ille de iç içe, çevresi akıntı ve ormanlarla çevrilmiş hafif eğimli bir arazi.
Türkiye’nin hangi ilinden olursa olsun uçağa bindikten en fazla bir buçuk saat sonra Ercan Havaalanındasınız. THY, Anadolu Jet, Pegasus, Sun Ekspres her gün 71 sefer yapıyor KKTC’de Lefkoşa’ya. Bu daha kış tarifesi. Bahar gelip yaz’ın müjdesi hissedilince bu sefer sayısı daha da artar.
Türkiye’mizin birçok ilinde, “TAŞHAN” adıyla anılan târihî binalar bulunmaktadır. Bunların bâzılarını bizzat gezdim ve onlar hakkında da yazılar yazdım.
Sunucu, ciddî ciddî, “Acı bir haberle başlıyoruz” diye Kuzey Irak’ta teröristlerle girilen çatışmada şehid olan askerlerimizin haberini veriyor. Cenâze törenini anlatırken de “gözyaşları sel oldu” demeyi ihmâl etmiyor. Bakıyorsunuz, cenazeye katılanlar arasında sel gibi gözyaşı döken olmadığı gibi, gözü yaşlı biri de yok; vakur, ciddî insanlar görüyorsunuz. Bakmayın siz, bu zırcâhil sunucuların böyle yönlendirmeleriyle “böyle yapmak gerekirmiş” havasına yavaş yavaş giren seyrek vak’alara: Birkaç yıl geriye gidin, şehid yakınlarının nasıl sessiz, vakur durduklarını, bazılarını “vatan sağ olsun” dediklerini hatırlarsınız.
‘ Silsile ’ kelimesi, ‘ Birbirine bağlı, birbiriyle ilgili unsurların oluşturduğu dizi, sıra, halka’ olarak açıklanabilir. ‘ Mürşid-i kâmil ’ yâni âlim ve evliya olan zatlar, yetiştirdikleri ve artık başkalarını yetiştirebilecek hâle gelen talebelerine, halifelik ve icâzet verirler. Sonra onlar da talebe yetiştirip, onlar da yetişen talebelerine böyle icâzet verirler. Böylece, âlimler silsilesi meydana gelir. Bu halka, Peygamber efendimizden başlamıştır. Bu âlimlerin oluşturduğu topluluğa ‘ Silsile-i aliyye = yüksek silsile ’ denilmiştir. ‘ Silsilet-üz-zeheb = altın silsile ’ olarak da anılır.
2005 yılında, Dünya Ormancılık fuarı ile ilgili olarak, quebec (kebek)’te bakanlığımızca verilen bir görev dolayısıyla KANADA’YA gitmiştik.
Dil, bir milletin en değerli unsurudur, öyle ki, dilini yitiren topluluk, millet olmak hâlinden çıkar, insan sürüsü hâline gelir. Milletin bütün geçmişi, bağlandığı, ortaya koyduğu değerler, dünyâ görüşü, o milletin dilinde tezâhür eder.
Türkiye'de hiçbir değişiklik kimseyi şaşırtmıyor. Türkçedeki değişiklik de...
Küçük yaşta falaka ile tanıştırılmış, “eti senin, kemiği benim” mantığıyla okul’da hocanın insafına terk edilmiş, asker ’de dayağın, karakol ’da sopanın, devlet kapısı’nda azarın her türlüsüne maruz kalmış; yasak, günah ve ayıp kavramları arasında preslenmiş bir neslin son tanıklarıyız.
Yargıtay 3. Ceza Dairesi AYM’nin 14 Mayıs’ta milletvekili seçilen fakat hakkındaki ceza davasından ötürü tutuklu bulunan Can Atalay hakkındaki “hak ihlali yapılmıştır” kararını ikinci defa yok saydı. Kararın gerekçesinde yer alan ifadeler, mesleki kıdem ve başarılarından ötürü bu makama layık görülen seçkin bir heyetin bu meseleye hukuki açıdan bakıp değerlendirmek, bununla uyumlu dil ve üslup kullanmak yerine siyasi ve popülist bir nitelik taşıyor.
( Cevizin kabuğunu kırıp özüne inmeyen cevizin hepsini kabuk zanneder – İmam-ı Gazzali )
Değişim hız kesmiyor. Akıl almaz gelişmeler yaşanıyor: Meselâ eczahânede, kırtasiyecide, bin bir çeşit malzemenin bulunduğu nalburda veya düğme ve incik-boncuk satılan tuhafiyecide sayıca azalan emtia için raflardaki özel gözlem âletleri, işyerinin sâhibinden habersiz alâkalı toptan satıcıya telefon ederek, getirilmesini sağlayacak. Evlerdeki ve lokantalardaki buzdolapları da aynı hizmeti verecek.
İki binli yılların ilk yarısında, Türkiye'de önemli ekonomik, siyasal, kültürel dönüşümler bekleniyor. Sağlıklı kültürel doku, güçlü ekonomik yapı oluşturulmasında, bütün kurumlarıyla, bütün kurallarıyla işlerlik kazanmış demokratik yönetimin, yasal kaynağını oluşturacak anayasa çalışmaları, gündemdeki yerini koruyacaktır. Türkiye''deki yasal ve siyasal dönüşüm, ekonomik ve kültürel dönüşümün çok gerisinde kalmıştır.
Târih boyunca, insanlar, ‘güzel’den bahsetmişler, ‘güzeli’ aramışlardır. Bir taraftan da bu mücerred mefhumun ne olup ne olmadığını düşünerek üzerinde tahliller yapmışlardır. Bugün, başlıbaşına bir ilim olarak düşünülen “estetik=bediîyat”, gerek ilim adamlarını gerekse sanatçıları yakından alâkadar etmiştir.
Yeni bir âdet türedi. Bâzı cenâzeler öteki dünyâya alkışlarla yolcu ediliyor. Bildiğimiz kadarıyla alkış yaşayanın yaşayana, hayatta olana iltifatıdır. Alkış bir dünya takdiridir. Sahneye çıkan sanatkâr, kürsüye çıkan politikacı ve hatip hep alkış bekler. Bir tiyatronun, bir konserin son sahnesi alkışlarla kapanır ve alkışlarla açılır.
Şu lâfa bakın: "Türkçe onun (Mehmed Âkif'in) kaleminde en sâde ve bununla berâber en beliğ bir şiir dili olmuştur..."
KOCAELİ KIRIM TATARLARI DERNEĞİ tarafından, Kırım’da sünnet şöleni etkinliğine bizde davet edildik. Bu Sünnet merasimi de yine kalabalık bir heyetle gerçekleşti.
‘’Mutlu bir hayat yaşamak istiyorsanız! Hayatınızı bir amaca bağlayın, kişilere veya olaylara değil…’’ (Albert Einstein)
Muhafazakâr âilelerde yeni yıl, duvardaki takvimin değişmesinden başka bir mânâ ifâde etmiyor. Onlar yeni yılı çılgınca kutlayanlarla ilgilenmiyorlarsa, mâsum toplantılarla yılbaşı kutlamaları yapanları da anlayışla karşılayabilirler. Böylece huzur ve sükûnun devamına katkı sağlamış olurlar. Toplumumuzun buna ihtiyacı var.