Hak getire... Peki, TDK lügatinde bile yazmayan "hazırbulunuşluk" gibi ıvır zıvır şeylere sen neden takılıyorsun ki?
Bu acı çok acı olayı siz aziz okuyucularıma, aralarınızda az da olsa var olacağını sandığım gençlere benim şahitliğimle, bu şahitliğimi başka şahitlerle de takviye ederek anlatmak istedim. Tabii mümkün mertebe kısaltarak… Yoksa birkaç ciltlik bir kitap olur.
Türkiye Cumhuriyeti başbakanlarından Adnan Menderes ’in, sağlık sebebiyle tehir edilen idam cezâsı, tanzim edilen doktor raporu ile 17 Eylül 1961 târihinde İmralı Adası’nda infaz edildi. Doğumu: Aydın, 1899.
Davanın sorgu safhası 14 Ekim 1981’de başladı. Duruşma salonuna önce ülkücü kuruluşların mensubu sanıklar alındı. Ardından başta Genel Başkan Türkeş Beğ olmak üzere Yönetim Kurulu salona alınırken çoğunu ülkücü gençlerin oluşturduğu sanıklar ayağa kalkarak duygularını yansıtan bir coşkuyla göz yaşları arasında İstiklal Marşını söylemeye başladılar; sanıklar cezaevinde maruz kaldıkları insanlık dışı eziyetlere, işkencelere, ağır baskılara tepkilerini böylece ifade ederken, fikir ve inançlarından geri adım atmadıklarını da haykırmış oluyorlardı. Görevliler şaşırmıştı, o anda müdahale edemediler; ertesi gün soruşturma açılarak yüzden fazla gence zindan cezası verildi.
Üretimde ve yönetimde, bir yandan tüketimi azaltırken, bir yandan üretimi artıranlar, sınırlı kaynakları sürekli yeniden değerlendirerek, bütün insanların ihtiyaçlarının karşılanmasına katkıda bulunurlar.
Hâlid Ziya Uşaklıgil'in ettiği şu lâfa bakın: "Hiçbir millette hiçbir münevver genç yoktur ki kendi lisânının geçmişine vâkıf olmasın." Pehpeh, ne ipe sapa gelmez bir lakırtı!..
Etik, her şeyden önce istenilecek bir yaşamın araştırılması ve anlaşılmasıdır. Yani bütün etkinlik ve amaçların yerli yerine konulması; neyin yapılacağı ya da yapılamayacağının; neyin isteneceği ya da istenemeyeceğinin; neye sahip olunacağı ya da olunamayacağının bilinmesidir. Kısacası etik, insan tutum ve davranışlarının; “iyi-kötü, doğru-yanlış” açısından değerlendirilmesidir.
Bundan 43 sene önceydi. Tankların Cumhuriyet Caddesi’nden geçtiği, siyah beyaz devlet televizyonunda ordunun ülkede düzen ve istikrarı sağlamak kardeş kavgalarının önüne geçmek için yönetime el koyduğunun anons edildiği, tertiplenen oyunun son sahnesinin oynandığı ve perdenin alkışlar arasında kapandığı zamandı.
MEŞHURLARDAN PORTRELER / Akşam Gazetesi’nde ‘ Portreci ’ İmzâsıyla Yayımlanan Yazılar: Yayına Hazırlayan: Necati Tonga. (Biyografi) 12 X 19,5 santim ölçülerinde, 142 sayfa.
12 Eylül darbesine yol açan ortamı hazırlayan siyasal, sosyal ve ideolojik faktörleri dikkate almadan yapılacak değerlendirmeler eksik veya yanlış kalır. Çünkü bu ortam aniden ortaya çıkmadı; 27 Mayıs öncesinde çoğu aydının, basının, askerin ve gencin iktidar karşıtlığının ideolojik bir tarafı pek yoktu; tartışmalar siyaset ve partiler üzerinde oluyordu. Fakat 1961 Anayasası’nın fikir ve düşünce özgürlüklerinin alanını genişletmesi, ideolojik nitelikli örgütlenmelerin önünü açması sonucunda tablo hızla değişti.
Çoban Ali, masal ülkesindeki köylerden birinde yaşarmış. Dağ yamacındaki kulübesinde yaşar, köye nadiren inermiş. Hava yağışlı olunca, şömineyi yakar keyif yaparmış. İyi kalpli çoban, kuzularını otlatırken onlara kaval çalarmış. Kaval dinleyerek, otlayan kuzuların, koyunların iştahları daha da açılırmış.
*Öğrendim ki… Türkiye’de her şey olunabilir. Sâdece rezil olunamaz. (Prof. Dr. Mehmet Maksudoğlu’dan)
Türkiye normalin üzerinde sıcak geçen yaz aylarını bitirerek Eylül’e yani sonbahara merhaba dedi. Yazın son iki ayında yargı mensuplarına, öğretmenlere ve milletvekillerine tanınan tatil imkânından dolayı “dinlence” ye geçen kamu kurum ve kuruluşlarının çarkları Eylül’ün başlamasıyla birlikte yeniden dönmeye başlıyor; okullar açılıyor, adliyenin ardından 1 Ekim’de Meclis de çalışmaya başlıyor.
Doğu ile Batı dünyası arasındaki çatışmaların, doruk noktasına ulaştığı, Ortaçağ sonrası dünyanın, en büyük silahlı gücü Amerika’dır. Pentagon denizleri ve karalarıyla, dünyanın her yanına yetişebilecek bir ordunun yönetim merkezidir.
6 yaşında bir çocuk babasıyla ofise geldi. Elimi uzattım, elini uzattı, göz göze geldik. Tokalaştık. Adın ne, dedim. Kürşat’mış! Çok hoş dedim, niçin, dedi. Şaşırdım. 6 yaşındaki bir çocuk gibi durmuyordu karşımda…
“Ben ki ateşle konuşurdum, selle konuşurdum İdil’le, Tuna’yla, Nil’le konuşurdum. “Sangaryos’u “Sakarya” yapan, “İkonyum’u “Konya”yapan Dille konuşurdum.” Arif Nihat Asya
Çiftlik sâhibi varlıklı bir şahıs, meşru olmayan yollardan kazandığı para ile bir inek sürüsü satın almış. Sonra ineklerin sütünden ve günün birinde etinden faydalanmanın doğru olmayacağını düşünerek sürüyü, Hünkâr Hacı Bektâş-ı Veli’nin, aynı zamanda aşevi işlevi görmekte olan dergâhına bağışlamak istemiş.
"Dershane" mi doğruymuş, yoksa "dersane" mi? Aman, takıldığın şeye bak! Bak, bizim pratik, atik ve sempatik Türkçe hocaları sihirli bir formül (!) bulmuşlar: A harfi ile biten kelimelere "-ne", A harfi ile bitmeyenlere "-hane" gelirmiş...
Okullar, uzun bir yaz tatilinin ardından yakında açılacak. Öğrencilerimiz, geleceklerinin teminatı olan, mutluluk yuvaları okullarına, özledikleri değerli öğretmenlerine, biricik arkadaşlarına “merhaba” demenin heyecanı içindeler. Hatta birinci sınıflar bu şevki tattı bile. Fakat çocuklardaki bu tatlı heyecan, okul masraflarındaki aşırı artıştan ötürü, velilerde endişeye dönüşmüş durumdadır.
Çağdaşlaşma yolunda teknolojinin imkânlarından fazlasıyla yararlanıyor olsak da sosyal yaşamımızdaki ilkel ve vahşi görüntülerden asla uzaklaşamıyoruz.