Okullar “Yüz Yüze Eğitim” e açıldı. Veliler, öğrenciler, öğretmenler ve yöneticiler mutlu. Seven ve özleyenlerin kavuşması gibi her kes mutlu. Umarız Millî Eğitim Bakanı Sayın Mahmut Özer’in; “tüm kademelerde, haftada beş gün yüz yüze tam zamanlı olarak eğitim ” temennisi ve tüm eğitim bileşenlerinin de bu arzusu sekteye uğramaz.
12 Eylül döneminde 7000 kişinin idamı istendi. 517 kişiye ölüm cezası verildi. Askerî Yargıtay 124 idam cezâsını onayladı. 55 kişi idam edildi. Gözaltında veya hapishânelerde, 171 kişinin işkencede öldüğü belgelerle ispat edildi. Bunun dışında ‘Tabiî olmayan ölüm’ sayısı 229 idi.
Toplum, bir organizma misali bir bütünlük ve organizasyon arzettmektedir. Toplumsal yapı kurumlar ile örgütlerden oluşur. Yapı ile kurumlar da değerler sistemi ile örülerek toplumsal bütünlüğü oluşturur. Toplumsal değerler harç misali yapıyı bir arada tutar ve devamlılığı sağlar. Toplumsal değerlerin aşınması, zayıflaması toplumsal bağları zayıflatır ve toplumsal çözülmeye sebep olur. Çözülme toplumsal dağılmayı getirir. Toplumsal değerler derken başta örfi değerler gelir. Örfi değerler toplum için yaşamsal unsurlar içerir, din ve ahlak gibi. Daha sonra gelenek ve görenekler gelir en son daha hızlı değişen adetler gelir.
Büyük İskenderin babası Kral Philip, oğlu İskenderi hiç sevmezmiş. Hatta bir ara annesi ile birlikte İskender’i sürgüne yollamış, sonra affetmiş… Yine de İskender’e olan soğukluğu değişmemiş.
30 Ağustos 1922’de Dumlupınar’da kuşatılan Yunan ordusunun büyük kısmının akşam saatlerine doğru etkisiz hale getirilmesiyle sonuçlanan “Başkomutanlık Meydan Savaşı” nın ertesi günü Mustafa Kemal ordularımıza şu talimatı iletiyordu :
Hiç düşündünüz mü? Ülkemizin gök kubbesinde her birimizin, ülkemizin meramını anlatan milyarlarca kelime dolaşır! Kimimizin derdini, kimimizin acısını, kimimizin sevinç dolu coşkusunu anlatır. Aslında o kelimeler, o ülkede yaşananların da adıdır.
Ahsen Okyar Bey’in, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi öğrencisi iken 23.03.1970 de şehit edilen Ülküdaşımız Süleyman Özmen Ağabey’imizin kabri başında çektirdiği fotoğrafı beni yarım asır öncesine götürdü ve hiç unutamadığım anılarımı hatırlattı.
Türk ordusu tarafından 26 Ağustos 1922’de başlatılan Büyük Taarruz, Kurtuluş Savaşı’nın son safhası idi. Kesin sonuç beş gün içinde elde edildi; 2 Eylül’de Uşak’a girildi. Dumlupınar Meydan Muharebesi’nde kendisinin de haberdar olmadan Yunanistan Küçük Asya Ordusu’nun başkomutanlığına getirilmiş General Nikolaos esir alındı. Türk birlikleri, İzmir’e doğru hızla ilerledi.
İstanbul’da yayınlanan bir gazetede, Atatürk’ün Selânik’te bulunan ve müze hâline getirilmiş olan evinin bombalandığı haberini yayınlanmıştı. Bu haber üzerine başlayan protesto yürüyüşüne bozguncuların ve çapulcuların katılımı ile kırıp dökmeler başladı. İstanbul’da Rumlara ait ev ve dükkânları tahrip edildi. Olay genişleyince güvenlik kuvvetleri yetersiz kaldı. Olaylar ertesi gün de devam etti. Sıkıyönetim ilân edildi, sorumlular ve ihmali görülenler cezalandırıldı, zarar görenlere tazminat ödendi.
Taliban’ın Ağustos ayı ortasında Kabil’e girmesi ve ülkenin yönetimine el koyması sonucu, sadece Afganistan’da değil, bölgenin tamamında, kimsenin neler yaşanacağını bilmediği, güvenliğin olmadığı belirsiz bir dönem başladı.
Görev alanı içerisinde şehrin kimliğini taşıyan eserlerin bulunduğu Yakutiye Belediyesi, rutin belediye hizmetlerinin yanında Erzurum kültür mirasının muhafazası, tanıtılması ve gelecek nesillere aktarılması konusunda önemli bir sorumluluk taşımaktadır.
Millî Eğitim Bakanı Mahmut Özer; okulların “6 Eylül'de tüm kademelerde, haftada beş gün yüz yüze tam zamanlı olarak eğitime” başlayacağı müjdesini vermişti.
İddia: Yazı dilimizdeki yabancı bir sözcüğü karşılamak için söz konusu varsıllığımızdan yararlanmak en doğal hakkımızdır. “ Bunun yerine bu sözcüğü de kullanabiliriz ” denir, bir kıyıya çekilir. Beğenilirse genele yayılır, beğenilmese kendi yöresinde yaşamını sürdürür. Dileyen yazınsal bir varsıllık adına koşuklarında, denemelerinde, savlarında kullanabilir, buna da karışamayız. Karışırsak, bu kez de biz “ tavsiyeci ” oluruz. Yabancı sözcükleri tasviye etmek isteyenlerden bile kötü oluruz! Onlar yabancı sözcüğü dışlıyorken, biz kendi sözlerimizi dışlıyoruz. Bu, bizi daha kötü kılar.
Bağışlama, geçmiş bir deneyimin yükünü taşımamak demektir. Bağışlama kendi deneyimlerinizden başkalarını sorumlu tutmama anlamına gelir. Deneyiminizin sorumluluğunu bir başkasına yüklerseniz, güç kaybedersiniz. Bağışladığınızda, başkalarının olduğu gibi, kendinizi de eleştirip yargılamaktan kurtulursunuz. Hafiflersiniz. “Zayıflar hiçbir zaman affedemez, affedebilmek güçlülere mahsustur” diyor Mahatma Gandhi.
Bir masa etrafında toplanmış kalabalık bir grup arasından birisi heyecanla anlatıyor.” Halamın oğlu söyledi, Suriyeliler. Devlet, kendilerine maaş verdiği için çalışmıyor, hatta para bile biriktiriyorlarmış. Gençleri Üniversitelere imtihansız girermiş. Hatta sıra filan da beklemiyorlarmış. Dahası yalan haber olarak neler söylemiyorlar ki,
30 Ağustos’ta Dumlupınar’da sabah saatlerinde başlayıp akşama kadar devam eden “Başkomutanlık Meydan Savaşı” ve kazanılan zafer sıradan bir askeri başarı değildir. Burada kazandığımız zafer, tarihin akışını, bölgemizdeki siyasal dengeleri büyük ölçüde değiştirecek olan müteakip gelişmelerin kapılarını açtı. Zafere ulaşmak kolay olmadı, Birinci Büyük Savaş’ın galibi İtilaf Devletleri’nin bu savaşa girmelerinin üç temel amacından biri, Rumeli’de yapıldığı gibi Anadolu’dan da tasfiyemizi sağlamaktı. Gladtson Lloyd George, Lord Curzon gibi etkili İngiliz politikacılar bunu açıkça savunuyorlardı. Çünkü Türkleri medeniyet değerlerine düşman, bulundukları yerleri yağmalayan, Hıristiyan halka zulmeden ilkel bir kavim olarak görüyorlardı. Savaş sona ererken bu amaçlarına epeyce yaklaşmışlardı. 15 Mayıs 1919’da Megola İdea rüyasının sarhoşu Yunanlıları son hamleyi yapmaları için taşeron olarak üzerimize saldılar.
Bugün bağımsızlığımıza kavuştuğumuz o mutlu günün, 30 Ağustos zaferimizin 99’ncu yıldönümüdür, hepimize kutlu olsun.
Okumanın hakkıyla yapıldığı durumlarda kişiler ve toplumlar olduğu gibi aileler de güç kazanır. Ailece yapılacak okumalar aile içi iletişimin, bilgi ve tecrübe akışının güçlenmesine katkıda bulunacaktır.
Milliyetçilik hareketlerinin doruk noktasına ulaştığı, Yirminci yüzyılda ülkelerin sınırları, bütün kuruluşların ellerini ve kollarını bağlayan, en önemli dinamik olmuştur. Yönetim dünyasının öncüleri, ekonomik ve kültürel üretimde, üstünlük sağlamanın, en geçerli yolunun, yerel kaynaklara dayanarak, dünyaya açılmak olduğunu düşünmüşlerdir. Her ülkeye kültürel alandan daha çok, ekonomik alana ağırlık vermesi önerilmiştir.
Neden öyle bakıyorsun zehir taşıyan ok gibi Nice badeler sunardım şiir gibi akaydın ya Yamacıma gel diyorken hep kaçarsın tek gibi Tatlı dille güler yüzle gülümseyip bakaydın ya