*Öğrendim ki… İnsanlık târihi, kurtarıcılarının zulmü ile doludur. İdâre edilenle idâre edenler arasındaki çatışmaların sebebi budur. (Seyit Ahmed Arvasî’den; 1932-1988 )
25 Mart 2022 tarihinde Güney Kıbrıs Rum kesiminde yapılan bir resmigeçit töreninde, Rumların taşıdığı pankartlardan birisinde yazan cümle buydu!
25 yıl üniversitede ders anlattım. Emekliliğimde ise 20 yıldır yurt içi ve yurt dışında çeşitli kitlelere, kaliteli yaşam ve başarı odaklı yüzlerce konferanslar sundum. Hala da devam etmekteyim.
Doğu’dan Batı’ya bütün ülkelerdeki krizler, ömür boyu yönetimde kalmak isteyen, seçimlerle değişmeyen liderlerden kaynaklanır. Oysa küresel krizler bütün ülkeleri, yönetimde ve üretimde, yenilik yapmaya zorluyor. Demokratik kurumlarla ve küresel kurallarla, yönetenlerin güçlerini azaltmadan, yönetilenlerin güçlerini artırmadan, dünyanın karşı karşıya olduğu sorunların, üstesinden gelmek giderek zorlaşıyor.
Tarihte iz bırakan bazı olaylar hüzünlüdür, acılarımızı depreştirir. Fakat Çanakkale, öyle kutlu ve anlamlı ki, ağrısı gurur vermekte, kederi gönüllerde yanık türkülere beste olmaktadır. Andıkça bir o kadar onurlandıran, başımızı dik tutmamıza vesile olan, böylesine eşsiz bir destanı, nesillere yeni baştan “bütün bilinmezlerini ortaya çıkararak” tanıtmak gerek.
Bir avukat, kurtuluş imkanı olmayan bir davayı almıştı ve bulduğu çareyi suçluya şöyle açıkladı.
Kitap okuyunca çok şey öğrenmek mümkün. Çoğu İslam ülkesi yer altı kaynaklarının aşırı gelir girdilerinden dolayı dünyanın en zengini, milli geliri en yüksek ülkelerdir. Ancak insani, hak, adalet ve hukuk açısından en gerilerde. İlk yüze bile giremiyor.
Çanakkale sâdece bir muhârebe değildir. Büyük bir savaştır, olanca coşkunluğu ile millî ruhun, yazdığı bir destandır. Çanakkale’yi geçilmez kılan bir destan… Türk ordusu Çanakkale’de her tümeni, her birliği ve her kumandanı ile kendisinden bekleneni değil beklenmeyeni de yapmıştır.
Pek çok kimse kariyeri ile bütünleşiyor. Bir meslekte zaman ve çalışmayla elde ettikleri başarı ve uzmanlıklarını kendi öz kimliklerinin yerine koyuyorlar. Mesleklerine hak ettiğinden daha fazla değer veriyorlar. Bu insanlar ilk karşılaştıkları kişiye ne ile uğraştıklarını soruyorlar. Gerçekte karşılarındaki kişinin ne ile uğraştığını merak etmiyorlar. Bu soruyla konuştukları kişinin mesleğini öğrenmek istiyorlar. Mesleğine göre o kimseye bir statü yakıştıracaklar ve o statüye göre iletişim kuracaklar veya iletişimi kesecekler.
İddia : “ Söz ırkçısı ” diyebileceğimiz kişiler bulunmakta. Bunlardan ayrı olarak biz, yer yer yabancı sözcüklere göz yumabiliyoruz, ancak bunun koşulları var. Örneğin “ Röntgen ” sözcüğüne karşılık bulunmasını istemiyoruz. Çünkü “ Röntgen ” kişi adıdır, çalışmalarından dolayı adı unutulmasın, saygı ile anılsın, gelecek kuşaklara ulaşsın diye bunu istiyoruz. Bilime katkı sağlayan kim olursa olsun, Tanrı katında göksel bir kişidir. Bu da adının yaşaması için yeterli bir gerekçedir. Benzer biçimde yabancılar da “ Arf değişmezi ” diye matematiksel bir kavramı kullanarak Türk matematikçisi Cahit Arf'ın adını yaşatır. Bir başka durum ise şu; deyimler, atasözleri, türküler... Dilimize giren yabancı sözcükler; deyimlerimize, atasözlerimize de işlemiştir. Öztürkçe bir sözcük ile değiştokuş yapıldığında çok ayrık durmakta, söylendiğinde kulağı tırmalamakta, gülünç gelmektedir. Çetin bir durum olduğunu biliyoruz. Ancak bu durumun olması, bizim özleştirme düşüncesinden caymamız için bir neden değildir. Kalkıp da; “ Atasözündeki yabancı sözcüğü değiştirelim ” demiyoruz. O yabancı sözcüğün dilimizde bir karşılığı olduğunu bilelim, geliştirmekte olduğumuz, süregittiğimiz ekincimizi (kültürümüzü, medeniyetimizi, uygarlığımızı) kendimize özgü değerlerle yükseltelim. Atalarımız geçmişte çok güzel işler yapmışlar, tinleri Tanrı katında olsun, ancak yaptıkları yanlışları da bilip biz torunları olarak doğruyu yapmak için çaba göstermeliyiz. Dilimize yabancı bir sözcüğün girmesini bir yanlış olarak değerlendiriyoruz. Var olanları da, atasözlerimize değin girmiş olanları da dışlayamıyoruz.
Evet mutlulukta, mutsuzlukta bulaşıcıdır… Günümüz dünyasında, mutsuzluk maalesef aldı başını gidiyor. Bugün bu çağda rekabet, hırs, doyumsuzluk had safhada. Dünya tekrar büyük bir silahlanma yarışına girdi. Bu da hayra alamet değil. Bir ülke diğer bir ülkeye veya ulusa bana tabi olacaksın diyor ve bütün dünyanın gözü önünde, acımasız silahları ile sivil asker demeden öldürebiliyor. Sonunda, ölenler, göç edenler ve evini topraklarını terk eden milyonlarca insan… Sokaklarda, yollarda, başka ülkelerin kapılarında gözyaşı döken milyonlar… Diğer taraftan açlık, kıtlık ve insani muamele görememenin verdiği huzursuzluk ve tabi mutsuzluk.
Rusya Lideri Vladimir Putin üçüncü haftasını tamamlayan Ukrayna saldırısı sırasında ilk kez Moskova Luzhiniki Stadyumunda halkının karşısına canlı yayında çıktı. Hem de soykırımın, tacizlerin, tutuklamaların, kaçırmaların yaşandığı Türk Yurdu Kırım’ı ilhak ve işgalinin 8. Yıldönümünde (2001). Üstelik sırtında da İtalyan Loro Piana marka 200 bin liralık mont vardı. Yani Rusya’daki asgari ücretin 104 katı fiyatında bir mont! Aynı saatlerde ise neredeyse sağlam yapı kalmayan Ukrayna saldırısında asgari ücretli ailelerin çocukları ölen Rus askerlerinin sayısı ise 10 bini aşmıştı. Bu cenazeler Rusya’ya götürüldüğünde siz toplumun feryadı figanını dinleyin. Bu Rus ailelere Putin’in Ukrayna saldırısının sanallık dışında hiçbir makul sebep anlatamayacağını tahmin etmek mümkün. Belki 20 yılda batının ambargolarıyla ekonomisini düzeltemeyeceğini bilen Putin, işte bu sebeptendir ki asker cenazelerinin kendi kamuoyunda tepkiden çekindiği için Ukrayna saldırısını “vekil savaşçılar” ile de sürdürüyor. Büyük bir direniş gösteren Ukrayna karşısında Rusya, şehir savaşında önce “paralı askerleri”, sonra “Çeçen milisleri” kullandı; ardından da Suriye’de Esad’ın kirli işlerini gerçekleştiren Şebiha’dan bin kişilik askeri birliği ateş hattına gönderdi! Askeri otoriteler böylesi takviyelerle artık Rusların Ukrayna’da zorlandığını belirtiyorlar.
Putin, 24 Şubat’ta askerlerinin haftalardır kuşatma altında tuttuğu Ukrayna topraklarına girme emrini verirken harekâtın plânladığı gibi gelişeceğinden, üç-dört gün içerisinde belirlenen hedeflere ulaşacaklarından emin görünüyordu. Ama Ukrayna bir aydır direniyor, teslim olmuyor; işgal girişiminin başarıya ulaşma ihtimali her geçen gün azalıyor.
Doğuştan veya sonradan herhangi bir organını kaybedenler, asla üzülmesin. Zira Yaratıcımız, eksik organın görevlerini dahi fazlasıyla yapabilecek, ilave yetenekler veriyor.
Masallar şöyle başlar; “bir varmış, bir yokmuş…” Aslında “ne varmış, ne de yokmuş” diye başlasaydı daha iyi mi olurdu? Yani, varla yok arasında bir yerdeyiz; biraz varız, biraz yok...
Dünyadaki ülkelerin içlerinde ve aralarında yapılan savaşlar, Yirminci yüzyılda olduğu gibi, Yirmi birinci yüzyılda bütün hızıyla devam ediyor. Amerika’nın Vietnam’da Rusya’nın Afganistan’da başlattığı savaşlar, Asya’dan Avrupa’ya taşınarak, Bosna, Kosova derken Ukrayna’yı da yakıp yıkıyor. Bu yüzden Gazali’den Bertrant Russell’a kadar, Doğu’lu ve Batı’lı çok sayıda düşünür, savaşların güç kazanma yarışından, kaynaklandığını vurgulamaya önem verirler.
Kimileri şarap saklar mahzende yıllandırır, Kimi mahzenler ki kitapların mekânıdır. O kitaplar ki ışıltılı, O kitaplar ki daha da yıllanmıştır en kadîm şaraplardan, Karanlıklara elvedâ onlar varken!
1920 yılında İstanbul işgal altındayken boğazda düşmanın burnunun dibinden kaçıp, kurtuluş mücadelesine Karadeniz’den silah ve erzak taşıyarak destek veren geminin ismi Alemdar... Kurtuluş Savaşı'nın tek deniz çatışmasında rol almış ve savaşın tek deniz şehidini vermiştir.
Son yıllarda Suriye’den, Irak’tan, Afganistan’dan gelen mülteci leri geri çevirmek için İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, BM kararları ve AİHM kararlarını hiçe sayan Batı, Ukraynalı mültecilere büyük bir memnuniyetle kucak açmıştır. Keşke ayırım yapılmadan hepsine bu bağır takdim edilebilseydi.
Duayen gazeteci Mehmet Şener’in “ Erzurum’da iki dev hastanede sünnet yapacak doktor yok !” diye köşesinde bir yazı kaleme alması, dikkatleri Erzurum’un ‘ Sağlık ’taki potansiyeli ve başarısına çevirdi.