İstanbul’umuz dünyadaki tarihi şehirler içinde ilk 3-5 şehirden biridir. Eski çağlardan beri yerleşim yeridir. Doğu Roma İmparatorluğuna başkentlik yapmış olup, o döneme ait, başta Ayasofya ve Yerebatan Sarnıcı gibi eserler olmak üzere, pek çok tarihi değere sahiptir. 1453’te biz Türklerin fethi ile Osmanlı Devleti’nin Bursa ve Edirne’den sonraki başşehri olmuştur.
Prof. Dr. İbrahim Ortaş: İlim ve bilginin önemi ne yazık ki toplumumuz tarafından bir türlü benimsenmedi ve anlaşılamadı. Yıllardır depremin geleceğini belirten başta Prof. Dr. Naci Görür hocamız olmak üzere birçok ilim insanı âdeta yalvarırcasına depremin yerini ve zamanını belirterek anlatmaya çalıştılar. Birçok hocamız 1999 depreminden sonraki süreçte çok sık şekilde ülkemizde depremin geleceğini yüksek sesle söylediler.
Kaliteli yaşamaya çalışanların, en büyük özelliklerinden birisi de, çelik gibi bir imana sahip olmalarıdır.
Öncelikle Kahramanmaraş depremi ülkemizde son asırda gelmiş ve önümüzdeki asırda da görmeyeceğimiz büyüklükte bir deprem. Afetler normalde rahatlıkla yapılan basit işlerin bile çok zorlaştığı durumlardır. Büyük felaketlerde bu katlanarak artar. Devletin bazı konularda aciz kalması, yetersiz olması normaldir.
Dünyada toplumların güç kaynağı, siyasal kuruluşlardan gönüllü kuruluşlara kayıyor. Toplumların ağırlık merkezi olan orta gelirli kesimlerin büyümesiyle, gönüllü kuruluşların önemi daha da artıyor. Dünyanın bütün ülkelerinde gönüllü kuruluşları, devlet kuruluşlarına dayanmalar yaşatırlar. Onlar yeniliklere açık küresel değerlerin savunucuları olarak, dünya pazarlarında aranılan ürünler ve hizmetler üretmesini bilirler.
Haydi çocuklar masallar ülkesindeki mutluluk ormanına gidelim ve Mutlu'nun doğum günü kutlamasına katılalım. Maymun Mutlu ormanın en çok sevilen ve aranılan ismiydi. Artık büyüdüğü için doğum günü partilerini kendisi hazırlıyordu. Ormanın ortasındaki meydanda kutlamalar yapılırdı. Mutlu ve arkadaşları bir gün önceden meydanı çiçekler balonlar yapraklarla süslediler.
Editörlüğünü Prof. Dr. Birsel Küçüksipahioğlu ile Prof. Dr. Cevdet Yakupoğlu ’nun üstlendiği 16,5 X 23,5 santim ölçülerindeki 424 sayfalık eserin arka kapak yazısı:
Millî Eğitim Bakanlığı yurdumuzun 10 ilinde büyük tahribata ve can kaybına sebep olan büyük deprem felaketi sebebiyle ilk ve orta öğretim kurumlarını 20 Şubat tarihine kadar iki hafta süre ile tatil etti. YÖK de yüksek öğretim kurumlarının eğitimini süresiz erteledi. Bu kararları durumun vahameti ve hasarın büyüklüğü sebebiyle normal karşılıyorum.
Geçen hafta 6 Şubat sabahı ortalık henüz ağarmamışken saat 4.16’da merkez üssü Kahramanmaraş Pazarcık olan 7.7 büyüklüğünde bir deprem yaşandı. Bilim insanlarının son yüzyılın en büyüğü olduğunu açıkladıkları deprem kendi bölgesinin dışındaki dokuz kenti daha doğrudan etkiledi.
Bir müzik aletiyim Notaları kaybolmuş telleri kopmuş Çalmak istesem de çalamam Notalar okyanusunda kayboldum
Türkiye, 6 Şubat saat 04.17'de merkez üssü Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesi olan 7,7'lik depremle sarsıldı. İçimizi sızlatan bu korkunç depremin şokunu henüz atlatamamışken bu kez de Elbistan merkezli 7,6 büyüklüğündeki ikinci deprem gerçekleşti. Büyük acılar yaşıyoruz.
Bir deprem oldu, bir anda. Bazılarımız normal artçı gibi, kılımızı kıpırdatmadan sakince izledi. Belki de o an, çoğumuz kızartılmış ekmeklerimizi yiyor, sütümüzü keyifle içiyorduk uykudan uyanmanın mahmurluğuyla.
20000 ‘li yıllara gelinceye kadar Türkiye’de en büyük felâkete yol açan deprem, 17 Ağustos 1999 târihinde, merkez Gölcük olmak üzere Kocaeli’nde yaşandı.
Yüzyılın en büyük felâketlerinden birini yaşamaktayız. On ili vuran 7,7 şiddetindeki depremle birlikte millet olarak sarsıldık ve yıkıldık. Harabeye dönmüş şehirler, yakınlarını kaybedenlerin göklere yükselen feryatları, enkazların altında seslerini duyurmak için son nefeslerini tüketen çaresizler, acımasız iklim şartları, yangınlardan yükselen alevler, kesilen elektrik ve doğalgaz, her gün artan ölüm sayıları insanoğlunun acizliğini hatırlatırken bir yandan da güçlü bir devlet olgusunun vazgeçilmezliğini düşündürmektedir. Bu ağır tablonun ortaya çıkmasından sonra 85 milyonun bir anda tek yürek haline gelmesi, millet olma bilincinin Anadolu topraklarında kaybolmadığını ve o bilinci oluşturan kanalların hala, saf ve temiz kaynaklardan beslendiğini göstermektedir. Ülkenin dört bir tarafında, yediden yetmişe her ferdin sorumluluk yüklenmesi ve kardeşlerine yardım konusunda imkânları nispetinde olağan üstü bir fedakârlık sergilemesi dünya tarihinde eşine ender rastlanır erdemli bir davranış olarak hafızalara yer etmiştir. Haber kanallarında ve çevremizde izlediğimiz bu insani yaklaşım, depremde yaşanılanların verdiği acı ve gözyaşı karşısında yüreklerimize su serpti ve “Bu millet ile neler yapılmaz ki “ sözünü bir kez daha hatırlattı. Kurtarma ekiplerinin canları pahasına enkazların altında canlı bir vatandaşı kurtarmak için gösterdikleri olağan üstü gayret, hangi kelimelerle anlatılır bilinmez. Kurtarılan bir vatandaşa sarılıp onu bağırlarına basıp gözyaşlarına boğulmaları mayanın temizliğinin ne güzel bir ifadesidir. Yardım toplama merkezleri, vicdanlarının sesine kulak veren binlerce gönüllülerle doluydu. Herkes Hz. İbrahim’e ağzıyla su taşıyan karınca misali, kardeşlerine yardım etme yolundaki sadakatlerini vurgularcasına arı gibi çalışıyorlardı. Sahada dolaştıkça bu insani yaklaşımları daha yakından görüp, bu topraklarda Hoca Ahmet Yesevi’nin, Hacı Bektaş’ın, Yunus Emre’nin kültür pınarlarının kurumadığını ve bu pınarlardan beslenenlerin milyonlar olduğunu anlayabiliyorsunuz. Millet olarak ciddi bir travma yaşıyoruz. Elbette ki kaybettiğimiz canları geri getiremeyiz. Yıkılan şehirleri yeniden ayağa kaldıracak ve daha iyilerini yapacak güçte olduğumuzun farkındayız. Yaralarımızı tez zamanda sarmanın ve geleceğe ümitle bakmanın yolu birlikteliğimizi sağlayan o yüce ruhu taşımaktan ve kaybetmemekten geçmektedir. Bu bilincin beslendiği kanalların siyasetin ayrıştırıcı söylem ve çıkarlarıyla kirletilmesine asla izin vermeyerek birlikteliğimizi sonsuza dek sürdürebiliriz. Bu yaşananlardan yola çıkarak, ülkede huzura ve kardeşliğe giden yolun siyasi çekişmelerden değil Yüce Gönüllüler’in ittifakından geçtiğini rahatlıkça söyleyebiliriz. Selâm olsun bu ruhta ve bu bilinçte birleşenlere, Selâm olsun insan olmanın sorumluluğunu taşıyanlara…
İnsanoğlunun yaşantısı boyunca, başına bin bir türlü hal gelir. Bunların yaklaşık yarısı pozitif olaylar, kalanı da negatif olaylardır. Kaliteli yaşayan insanlarda, başa gelen olayların büyük çoğunluğu pozitif iken; Kalitesi düşük insanlarda ise, daha çok negatif olaylardır.
Türkiye’deki 10 ilimizde gerçekleyen ve dünyanın en zor zelzelelerden biri olan depremde daha beşinci günde 18.342 canımız gitti. Acımız büyük. Yüreğimiz yanıyor yıkılan binaları ve depremde perişan olan insanlarımızın çığlığını duyunca. Kurtarma çalışmaları yapan resmi veya gönüllü insanlarımız hiç uyumadan bir kahramanlık sergiliyor. Fikir emekçilerimiz de öyle. Bundan siyasi dersten evvel, deprem öncesi yapılması gerekenler konusunda aşırıyla fazla bir ibret dersi çıkarmak gerekiyor. Çünkü bu ne ilk idi ve ne de son olacak.
Ülke olarak çok sıkıntılı bir süreçten geçiyoruz. Bu olağanüstü durumdan birbirimizle dayanışma içinde olup depremden etkilenen kardeşlerimize maddi ve manevi destek vererek çıkabiliriz.
Minik kuş üşümüş Yağan karlardan korkmuş Yokmuş onun sahibi Karnını doyuracak sığınacak kimsesi
KOCAELİ BÜYÜKŞEHİR BELEDİYEMİZ, ilimizin değerlerine sahip çıkma ve saygı duyma adına çok güzel programlara imza atmaya devam ediyor.
Sabah erken kalktım, hiç tadım yok, zihnim bulanık… Kahvaltımı yaptıktan sonra dışarı çıktım, bir soluk alayım, temiz hava çekeyim ciğerime belki iyi gelir dedim kendi kendime. Hiçbir şey yapmasanız da şehir, gündelik hayatın hayhuyu yeteri kadar yoruyor ve bunaltıyor insanı… Alıp başımı şöyle sakin bir yere, deniz kenarına gideyim diye geçirdim içimden. Derken yine dertlerimi, ıstıraplarımı ve geçen günlerden kalan bezginliklerimi sırtlayıp yola koyuldum. Bir Göz açıp kapayıncaya kadar Caddebostan’da deniz kenarında buldum kendimi.