Diyânet İşleri, 2008 yılında bir "hurâfe listesi" çıkarmıştı.
Ayrıca bunu 56 sayfalık bir kitap hâlinde vatandaşlara sunmuştu:
"21. Yüzyıl Türkiye'sinde HURÂFELER."
Evet, "hurâfe" diye tâbir ettiğimiz mefhum, aslında "dîn"imizle alâkalı...
Ama ne yazık ki Türkiye'de "dil hurâfeleri" de az değil.
Ve bu hurâfeler terk edilmezse Türkçenin tekrar rayına oturması imkânsız...
***
Ülkemizde "din" hurâfeleri gerek resmî gerek gayriresmî beyanlarla söylendi, yazıldı, çizildi, gösterildi.
Gelgelelim "dil" hurâfelerinden bahseden kısık birkaç ses dışında pek çıkmadı.
Çünkü "Türkiye'deki dil hurâfeleri" tek parti devrinden beri devâm ediyor.
TDK fabrikası, öz Türkçe entrikası ve devlet politikası ile...
Türkçenin gerçekleri bu yüzden dile gelmiyor.
Dilini tutan ve yutan ilim fikir adamı çok.
Dil derdini yazan ve konuşan yok...
***
Hurâfe
1932'de "Türk Dili Tedkik Cemiyeti: TDTC" adıyla kurulan, 1934 yılında isim değiştirip "Türk Dili Araştırma Kurumu: TDAK" olan ve 1936'da levhası tekrar değiştirilip "Türk Dil Kurumu: TDK" yapılan müessese niye kurulmuştu?
"Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak, onu yeryüzü dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmek" için...
İşte bu resmî hurâfeye kanan milyonlarca insan var, hâlâ.
Şu anki TDK Reîsi Prof. Dr. Gürer Gülsevin de diyor ki:
“İnanarak söylüyorum ki Türkçe şu anda târihinin en güzel günlerini yaşıyor...”
Doğrusu
Böyle ilerisi seçilmeyen fakat cafcafından da geçilmeyen gıcırtılı kelâmlarla kurulan TDK'nın elinde ve dilinde Türkçe ne âciz hâllere düştü...
Günümüz Türkçesinin ifâde gücü TDK öncesine göre çok geriledi: Daha çok konuşuyoruz; fakat eksik yanlış anlatıyor, yarım yamalak anlıyor ve daha zor anlaşıyoruz.
Ortada bir Türk Diline Kasıt (TDK) hareketi var ki gargaraya getirmişler...
***
Hurâfe
Türkçe, TDK kurulana kadar "Arapçalaşmış" bir dildi. Okur yazarlarımızın çoğu, Arapçayı mukaddes, kutlu, mübârek (DİT: kutsal); kendi dillerini ise hor hakir görüyordu.
Doğrusu
Böyle sananların bir kısmı "dil" derken aslında "harfler"i kasdediyor, bu iki mefhumu birbirine karıştırıyor.
Arap elifbâsıyla yazılmış her kitabı "Kur'an" zannedenler olduğu gibi, aynı harflerle yazılmış Türkçe kitapları meselâ "Nutuk"un ilk baskısını da "Arapça" sananlar var.
Diğer bir grup ise "Arapça" asıllı olup Türkçeleşmiş kelimeler kullanmayı "Araplaşmak" kabûl ediyorlar.
(Bunlar arasında "Arapça" asıllı kelimeleri her zaman ayırt edebilecek kaç kişi var, ayrı mesele.)
Evet, "Arapça-Farsça" kullanmayı bir mârifet görüp tercîh edenler de vardı. Şimdi de olabilir.
(Tıpkı daha sonraları Fransızca ve şimdi İngilizce hayranlığı gibi.)
"Arapça-Farsça" asıllı olup Türkçeleşmiş kelimeleri kullanmak "Araplaşmak" demekse aşağıdakiler gibi binlerce Türkçe ustasının alayı "Araplaşmış" demektir:
Dede Korkut, Ahmed Yesevî, Hacı Bektâş-ı Velî, Yûnus Emre, Âşık Paşa, Karacaoğlan, Niyâzî Mısrî, Pir Sultan Abdal, Fuzûlî, Bâkî, Kâtip Çelebi, Evliyâ Çelebi, Nedîm, Şeyh Gaalib, A.Cevdet Paşa, Ziya Paşa, Nâmık Kemal, A.Midhat Efendi, Ömer Seyfeddin, H.Rahmi Gürpınar, H.Ziyâ Uşaklıgil, Tevfik Fikret, Mehmed Âkif, Ahmed Hâşim, Yahyâ Kemâl, M.Şevket Esendal, H.Edip Adıvar, R.Nûri Güntekin, A.Şinâsi Hisar, Peyâmî Safâ, A.Hamdi Tanpınar, Âşık Veysel, Necip Fâzıl, Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Sait Fâik, Orhan Veli, Câhid Sıtkı vb.
***
Türkçede en büyük hurâfe
1930'lardan îtibâren binlerce kelimenin son hızla dilden atılması, resmî zorlamayla değil de gûyâ halkın tercih ve tasdîkiyle olmuş...
Yâni şu "tutan kelime / tutmayan kelime" meselesi.
Doğrusu
1945'te bir kaanun çıkarılıp "teşrînievvel, teşrînisânî, kânûnuevvel, kânûnusânî" aylarının isimleri sırasıyla "ekim, kasım, aralık, ocak" yapılmasaydı hepiniz önceki isimleri kullanıyor olacaktınız, değil mi?
İsmet İnönü, TBMM'nin adını değiştirip "kamutay" yapmaya karar vermişti.
Son anda, birtakım sebeplerle bu sevdâdan vazgeçti.
Eğer vazgeçmeseydi, yâni "TBMM" levhasını indirtip yerine "KAMUTAY" tabelasını astırmış olsaydı bugün meclisimize herkes "kamutay" diyecekti.
Nitekim "Danıştay, Yargıtay, Sayıştay" vs. böyle tut[tur]uldu.
Şimdi "kamutay" kelimesinin kullanılmayışı veyâ "Danıştay, Yargıtay, Sayıştay"ın kullanılması milletin tercîhine göre mi oldu?
İlkini "tutmayan kelime" sayıp ikincisini "tutan kelime" mi kabûl ediyorsunuz?
O hâlde ben de sizi şampiyon îlân ediyorum: Dilde Hurâfe Şampiyonu...
Fakat çok sevinmeyin; çünkü bu şampiyonluğu milyonlarca kişiyle bölüşmek zorundasınız...
***
Kaanunla kelime değiştirmek "resmî kuvvetle kelime değiştirme"nin kurnazca bir yolu.
Bunun, İngiliz kurnazlığı seviyesinde olan, daha akıllı ve sinsi bir yolu daha var:
Unutturmak istediğiniz kelimelerin yerine ikaame ettiğiniz kelimeleri devlet dâirelerine gönderip bütün resmî metinlerde ve yazışmalarda kullandırırsınız.
Mektepler başta olmak üzere nerde tedrîsât varsa bu yeni kelimelerle yapılır.
İlk nesillerin bir türlü kabûl edemeyip yadırgadığı bu kelimeler, ikinci, üçüncü… nesiller tarafından kanıksanıp benimsenir.
***
Hattâ giderek bu değişiklik “dilin canlı olmasının îcâbı değişip gelişmesi / nesiller arasındaki fark” zannedilir.
Bu “zan” gittikçe “hakîkat” kisvesine bürünür ve sonra “ilim” gibi görünür.
Ders müfredatlarına girer, kitapları yazılır, kürsülerde anlatılır, profesörleri, doçentleri vs. olur.
"Eski" yaftası vurduğunuz kelimeleri de bütün resmî metinlerden titizlikle ayıklarsınız.
Hele ders kitaplarında ve resmî imtihanlarda o kelimeleri hemen hiç kullandırmazsınız.
Yeni nesiller bu kelimeleri neredeyse hiçbir yerde göremez, duyamaz, anlayamaz olur...
***
Türkçe hurâfeleri bunlardan ibâret değil.
N’apalım ki bir yazıya sığmaz.
Diğer hurâfeleri de yazarım inşallah.
Gerçi siz onları biliyorsunuz.
Ama “hurâfe” değil de muhtemelen “hakîkat” diye...
İşte en zoru bu...
“Bâtıl hemîşe bâtıl u beyhûdedir, velî,
Müşkil budur ki sûret-i hakdan zuhûr ede...”