GÖK BAYRAK ROMANINDAN…
Ben Isıg gölü kenarındaki Alma dağı yanında doğdum. Oymağımız göçebe yaşar idiyse de babam hoca tutarak beni okutup yazdırmıştı. On yaşımda iken yurdumuz yanındaki çocuklar gibi ata binmeyi, ok atmayı öğrenmiştim. Türk dilini Uygur harfleriyle okumayı, yazmayı bellemiştim.
On beş çağlarında idim ki kızıl ayın son günlerinde babamın sevgili kısrağı kaçtı. Kısrağımız soyu sopu karışmamış temiz bir hayvandı. Değeri de yüksekti. Babam yanaşmalarına buyurdu ki kısrağı nerede ise arayıp bulsunlar, yurda getirsinler.
Kara kışta idik. Karlı ovalarda dizgin boşaltmak, atımı dik yamaçlardan aşağı salmak, buz tutmuş çöller üzerinde koşu yapmak, korkunç çam ormanlarından geçmek, çalılıklar arasından kulaklarını diken tavşanları avlamak için içimden öyle bir istek uyandı ki dayanamadım. Hemencecik babamın yanına girdim yalvardım ki beni de yanaşmalarla berâber göndersin.
Babam bir eyyam düşündü, sonra râzı oldu.
Bana beş yaşında boz bir at verdi. Anam alnımdan öptü. Kendimi av ardına kaptırmamamı iyice ısmarladı, birçok da öğütler verdi; duâ etti.
Ben vedâlaştım, kışlağımızdan çıktım: epeyce yol almış olan yanaşmalarımızın ardından atımı sürmeğe başladım.
Üç gün dolaşılsa da kısrağa rastlayamazlar. Fakat Can Bey iyi eğlenmekteydi. Tavşanlara ok çekiyor, kementle tilkileri kovalıyor, doludizgin yamaçlardan iniyordu.
Derken, soygun ve talanlarla geçinen Tekrinlerin baskınına mâruz kaldılar. Yanaşmalardan biri yaralandı ve öldü. En yaşlı yanaşma Can Bey’e döndü ve ‘Can Bey’ dedi: ‘Altındaki at zelva gibi uçar. Haydi uzaklaş! Sen eminliğe çıkıncaya kadar biz burada vuruşuruz. Atı çay boyunca sür, doğru git, çok geçmez kışlığa varırsın!’
Can Bey, kaçmayı özüne yediremez. Yoldaşlarını korkulu yerde bırakıp gitmek istemez. Yüreği pek, kalbi yumuşak yiğitliği karakterinin aslî unsuru hâline getirmiş her Türk gibi; ‘Onlara ne olursa bana da o olmalı’ diye düşünür. O’nun düşüncesini sezen yaşlı uşak, Can Bey’in atını başlığından yakaladı, yüz adım kadar koşturduktan sonra bıraktı, kasıklarına bir-iki kırbaç savurdu. Sonra yoldaşlarına döndü. ‘-Tanrı korusun Can Bey’i’ dedi.
Kırbaca alışkın olmayan ad deli gibi oldu, soluksuz kalıncaya kadar koştu… koştu…
Can bey, kendisinden ve atından başka hiçbir canlının bulunmadığı beyaz ıssızlıklarda durup bir taraftan atı ve kendisi soluklanırken ne yapacağını düşünüyordu ki, birden bire otuz kadar Tekrin ortaya çıkıverdi.
Mâcera asıl şimdi başlamıştı…
Diğer eserleri:
ASYA TÂRİHİNE GİRİŞ, TÜRKLER VE MOĞOLLAR:
Seyahatlerden topladığı belge ve bilgilere dayanarak 1896’da yazdığı bu eseri 3 yıl sonra Necib Âsım (Yazıksız) Türkçeye tercüme ederek yayınladı. Aynı eser; ‘Asya Târihine Giriş / Kökenlerden 1405’e, Türkler ve Moğollar’ adı ile Sâbit İnan Kaya tarafından Türkçeye tercüme edilerek 2006 yılında Seç Yayınları tarafından kütüphânelere ve kitaplıklarımıza kazandırıldı. Bir başka baskısı da 2013 yılında Toplumsal Dönüşüm Yayınları tarafından gerçekleştirildi. Bu eser de zamanın Türkçü şahsiyetlerine ilham kaynağı olmuştur. Ayrıca Necib Âsım Yazıksız 1900 yılında yazdığı ve yayımladığı ‘Türk Târihi’ isimli eserini hazırlarken bu kitaptan faydalanmıştır. 1908 yılında ilân edilen İkinci Meşrutiyet sonrasında Türkçülük ve Turancılık akımlarına ilham kaynağı olmuştur. 12 ciltlik bu eserin 11. Cildinde Osmanlı Devleti’nin Tanzimat dönemi anlatılmaktadır.
FRANSA’DA ÂRİ DİLLERE TEKADDÜM ETMİŞ OLAN LEHÇENİN TURANİ MENŞEİ
1873’de toplanan Beynelminel Müşteşrikler (Doğu bilimciler) Kongresi’ne sunduğu bildiride tarih açısından son derede önemli bir tezi açıklar: ‘Şüpheye müsâade yoktur ve binlerce yıl evvel Fransa’da yaşamış olan mağara insanları da tıpkı yüksek Asya’nın ilk Turanlıları ile müşterek kelimeler kullanmışlardır.’
Bu eseri 1873 yılında Fransa’da, 1930 yılında Türkçeye çevrilerek İstanbul’da yayımlandı.
KAPTAN MAGON’UN SERGÜZEŞTLERİ
1875 yılında yazdığı bu eserinde Hz. İsa’dan bin sene önceki Fenike keşiflerini anlatır. 1911 yılında ‘Mustafa’ adında bir şahıs tarafından tercüme edildi.
YENİÇERİ HASAN
‘Roman’ türünde olan bu eser ilk defa 1911 yılında Mehmed Subhi tarafından tercüme edildi. 1957’de Yüksel Güneri tarafından da tercüme edilerek 96 sayfalık kitap hâlinde yayınlandı.
Faydalanılan Kaynaklar:
1-Seda Öztürk: Yıldız Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İkinci Lisansüstü Öğrenci Sempozyumu’nda sunduğu bildiri. (Erişim târihi: 17.12.1018)
2-Ekrem Hayri Peker: www.belgeseltarih.com isimli sitedeki makalesi. (Erişim târihi: 19.12.1018)
3-To-Kat / Toplu Katalog: (Erişim Târihi: 19.12.2018)
Gök Bayrak isimli eserin yeni bir baskısı: GÖK BAYRAK – BÜYÜLÜ BIÇAK
Léon Cahun’un hayat hikâyesini anlatan metinlerde O’nun ‘Gök Bayrak - Büyülü Bıçak’ isimli bir eserinden bahis yoktur. Tanıtım bülteninde kitap hakkında şu bilgiler bulunmaktadır:
‘Romanda da adı geçen Şeyhülcebellerin olayları Batı Asya târihinin çok önemli ve meraklı sâhasını teşkil ettiğinden, bunlara dair kısaca mâlâmat vermek faydalı görülmüştür:
Şeyhülcebel, Hasan Sabbah* tarafından kurulan ve ‘İsmailliye-Battaniye)** denilen Şiî bir inanç hükümetinin başlarına denilirdi.
Hasan Sabbah, Irak'ta hüküm süren Selçuklu Alparslan'ın veziri Nizamülmülk'ün ve şâir Ömer Hayyam'ın sınıf arkadaşı idi. Bu sâyede epeyce mevki sâhibi olmuştu. Kendisi Şîi olduğu gibi, son derece zeki ve haris olduğundan Nizamülmülk'e bende olarak yaşamak istemedi. Mısır'a gitti, orada Şîilik propagandasıyla beraber, halkı Selçukluların aleyhine ayaklandırdı. Yapılan takibat üzerine Mısır'dan kaçtı. İran'a gitti, Şîiliği orada yaydı. Bir müddet sonra Irak'a geldi. Kazvin civârında gayet çetin, kayalık yerde bulunan Alamut Kalesi'ne girdi.
Orada kendisine birçok taraftar kazandı ve İsmailliye hükümetini kurdu. Bu hükümetin arazisi Alamut Dağı ve civarındaki birkaç köyden ibâretti. Fakat İsmailliler bütün Irak'ta, Horasan'da gizli din teşkilatı kurmuşlar ve terörizm denilen katil, yangın gibi usulleri tatbik ederek bilhassa Türk unsuruna musallat olmuşlardı.
Hasan Sabbah ve müritleri Kur'ân'ın asıl mânâsının gizlenmiş olduğunu ve bu hakîki mânâyı kendilerinin bildiklerini söyleyerek halka telkinde bulunurlardı.’
13,5 X 21 santim ölçülerindeki kitap, 272 sayfadır. Aydın Şengör tarafından Türkçeye çevrilmiştir.
PAROLA YAYINLARI:
Maltepe Mahallesi, Yılanlı Ayazma Sokağı Nu: 8, Örme İş Merkezi Kat: 1 Topkapı, Zeytinburnu, İstanbul. Telefon: 0.212-483 47 96 Belgegeçer: 0.212-483 47 97 e-posta: parolayayin@gmail.com // www.parolayayinlari.com
*Hasan Sabbah: (İran’da Kum şehri, 1059-Alamut Kalesi, 1124) ele geçirdiği Alamut Kalesi'nde ‘Nizârîler’ olarak isimlendirilen sapık bir mezhep oluşturarak, ‘Haşhaşîler’ olarak anılan insanları eğiten ve târihin ilk suikastçilerini yetiştiren bir anarşisttir. Selçuklu Devleti'nin yıkılışında rolü vardır. Öldürülme korkusuyla 34 yıl boyunca Alamut Kalesi’nden dışarıya çıkamamıştır. Haşhaş vererek kendisine bağladığı insanlar aracılığıyla kendisine karşı çıkanları öldürtmüştür. Selçuklu veziri Nizamülmülk, Ebu’l-Kasım bin İmâmi’l-Harameyn, el-Kadi Ebu’l-Ala Said bin Ebi Muhammed en-Nişâburî, Sultan Sencer’in veziri Fahrü’l-Mülk, Ubeydullah bin Ali el-Hatibî gibi isimler katlettirdiği kişilerdir. Sabbahîler, 13. Yüzyıl ortalarına kadar varlıklarını ve bölge üzerindeki hâkimiyetlerini devam ettirdiler. 1256 yılında Cengiz Han’ın torunu Hülâgü Han (1217-1265), Alamut Kalesi’nin altına kadar uzanan borular döşetti. Sonra bu borulara pompalattığı petrolü ateşleterek kaleyi içindekilerle birlikte havaya uçurdu. Kurtulan olmadı.
**Battaniye (?!) Konunun tamâmen dışanda kalan bir kişi tarafından yazıldığı anlaşılan metindeki ‘Battaniye’ kelimesi hayatında hiç duymadığı ‘Bâtıniyye’ kelimesinin yerine uydurulan asparagas bir kelimedir.
Ayrıca; Hasan Sabbah ile Nizamülmülk (1018-1092) ve Ömer Hayyam (1048-1131)’ın ‘sınıf arkadaşı’ olması mümkün değildir. Nizamülmülk ile Ömer Hayyam arasında arasında 30, Nizamülmülk ile Sabbah arasında 41 yıl fark vardır.
Netice: Kitap tanıtım yazısı yazanlar, Mezhepler hakkında olduğu kadar, toplama çıkarma işlemleri hakkında da yarım-buçuk olsa bile bilgi sâhibi olmalılar.