Venedik

Schengen ülkeleri arasında sınır kapısı olmadığından hangi ülkede seyahate devam ettiğinizi bilemiyorsunuz. Ülke sınırına yaklaştığınızda Avrupa Birliği’nin bayrağının altında hangi ülkedeyseniz onun adı yazılı başka bir işaret yok. Bled Gölü’nde fazlaca oyalandığımız için otele geç bir saatte varabildik. Otelimiz Venedik’in anakarası tarafında. Rahat ve temiz bir otel. Sabah kahvaltısından sonra aracımızı otelin parkında bırakarak yerel otobüslerle Venedik’e doğru yola koyulduk. Otelimizle Venedik arası yaklaşık 10 kilometre. 15 dakikalık bir yolculuk sonunda tren istasyonunun da olduğu otobüs durağında indik. Venedik’e giriş noktası olan Köprü’nün (Constitution Bridge) ayağının oraya vardık.  Etraf çok hareketli yaya trafiği köprüye doğru akıyor. Biz de ‘Yalınayak Köprüsü’ ne doğru etrafımıza bakarak ve fotoğraflayarak yürüyoruz. Çok dikkat çekici binalar var. Tüm binalar suların üstünde veya sulardan yukarı doğru fışkırıyor gibi. Sokaklar hepsi su ile kaplı bizim anladığımız manada sokaklar çok az. Hemen  yanımızda büyük kanal var. Tüm kanallar bu büyük kanala açılıyor yoğun bir şekilde motor, kayık ve gondol trafiği göze çarpıyor.  Yalınayak Köprüsü’nün üzerinde birkaç poz aldıktan sonra Rialto Köprüsü’ne doğru hareketleniyoruz.   Venedik’te  Constitution Bridge’den San Marco meydanına kadar gideceğimiz yolu(yaklaşık 1.5 km) tamamen yaya olarak katedeceğiz. Geçtiğimiz yollarda devamlı küçük köprülerden ve kanallardan geçeceğiz. Mesafe uzak gibi gelse de yürürken hiç sıkılmadan yolunuza devam ediyorsunuz, yol güzergahında yüzlerce dükkan sizi vitrinleriyle cezbediyor.  Şekerleme dükkanlarından maske dükkanlarına kadar turistlerin ilgisini çekecek pek çok dükkanla karşılaşacaksınız. San Marco meydanına giderken kaybolmayı hiç düşünmeyin. Kaybolursanız da heyecanlanmayın bir sonraki kanal veya köprü veya ara sokak sizi doğru yola ulaştırıyor. Gezerken başınızı dükkânların hemen üstüne çevirdiğinizde her sokak başında, ortasında Rialto Köprüsünü ve San Marco meydanının yönünü işaret eden levhalar ve yazılar göreceksiniz.  Ara sokaklarda gezerken muhteşem binaların yanında sebze pazarlarını haftalık Pazar yerlerini de gezebilirsiniz. Rialto Köprüsüne yaklaştığınızda daha yoğun bir kalabalık sizi karşılayacaktır. Çeşitli hediyelik, hatıralık eşyaları pazarlayan dükkânlar yoğun şekilde çalışıyorlar. Rialto Köprüsü, Grand Canal’ın ayırdığı San Marco ve San Polo bölgelerini birbirine bağlayan, Venedik’in en eski köprüsü. Venedik’in simgesi olan;  vaporettoları, gondolları, Grand Canal’ı, selfie çekmek için en güzel yeri bulmaya çalışan diğer turistlerin arasından sıyrılarak kendinize bulduğunuz hakim bir konumdan doya doya izleyecebileceğiniz bir yer. Rialto Köprüsü’nün bulunduğu yer 400’lü yıllarda yerleşimin ilk başladığı nokta olarak biliniyor. Büyük Kanal üzerindeki 4 köprüden biri, ama şüphesiz en ünlüsü. 1600’lü yıllarda düzenlenen bir yarışma sonucu yapılıyor. Burası sıradan bir köprü değil, üzerinde dükkânlar bulunuyor. Rialto köprüsü üzerindeki dükkânlarda hediyelik eşya, mücevher ve süs eşyaları satın alabilirsiniz. Venedik’teki en güzel fotoğraflarınızdan biri bu köprünün üzerinde çektiğiniz olacaktır. San Marco meydanına doğru Venedik’in dar sokakları ve eşsiz köprülerinden geçerek ilerliyoruz. Meydana vardığınızda sizi büyük Kule karşılayacak. Aziz Mark’ın Çan Kulesi San Marco Meydanı’ndaki tek kuledir. 50 metrelik kule 5 tane çana sahip. İlk olarak 1500’lü yıllarda yapıldıktan sonra 1902’de hasar görmesi ve tamamen çökmesi sonucu restore edildi ve 1912’de tekrar açıldı.

Venedik’te gezilecek yerler listesinde sizlere ilk anlatacağım mekân, kentin tarihi boyunca siyasi ve dini olayların merkezinde yer almış, günümüzde sosyal hayatın en canlı olduğu noktaların başında gelen San Marco Meydanı. Yıl içerisinde çok sayıda kültürel organizasyona ev sahipliği yapan meydan, Ayasofya dikkate alınarak inşa edilmiş San Marco Bazilikası ve bünyesinde arkeoloji müzesini de barındıran Correr başta olmak üzere görülmeye değer yapılarla çevrilmiş durumda.

Gelelim meydana da adını vermiş olan San Marco Bazilikası’na. Önünde sırada bekleyen turist kalabalığı gözünüzü korkutmadıysa eğer içeriye girip Altın Kilisesi adını almasına neden olan neredeyse bir dönümlük alanı kaplayacak mozaikleri için gezmenizi tavsiye ederiz; üstelik bazilikaya giriş ücretsiz. Bazilikanın en çok dikkat çeken yanı ise, San Marco Meydanı’nı arkanıza alarak baktığınızda tam karşınızda duracak olan San Marco’nun Atları.

İstanbul’un Atlarını Geri Verin!

M.Ö. 4. yüzyılda yaşayan Yunanlı heykeltıraş Lisippos’un eseri olduklarına inanılan ve bugün Venedik’teki meşhur San Marco Kilisesi’nde sergilenen bronzdan yapılmış ‘Quadriga atları’ denen dört adet at heykeli, bir zamanlar İstanbul’da durur, Bizans’ın şimdi Sultanahmet Meydanı olan Hipodrom’unu süslerdi.

DÖRT ATLI ARABA

Eski Roma’da dört atın çektiği arabalara ‘Quadriga’ denirdi ve dünya sanatının en güzel Quadriga atı örnekleri Bizans’ın, daha doğrusu Doğu Roma’nın başkenti İstanbul’un hipodromunda, yani bugünün Sultanahmet Meydanı’ndaydı. M.Ö. 4. yüzyılda yaşayan Yunanlı heykeltıraş Lisippos’un eseri olduklarına inanılan, bronzdan yapılmış olan ve her biri bir mermer sütun üzerinde yükselen dört at heykeli, meydanın güzelliğine güzellik katardı.
Heykeller, Dördüncü Haçlı Seferi’ne kadar, asırlarca Hipodrom’da kaldılar. Avrupa’dan kutsal topraklara, yani Filistin taraflarına gitme bahanesiyle kopan ama yollarda aç kalan Haçlı ordusu, o zamanın Konstantinopolis’ini 1204 Nisan’ında yağma etmekten çekinmedi. Ateşe verilmiş el yazması kitapların dumanları gökyüzünü sararken, kiliselerde altından yapılmış tek bir haç bile kalmamacasına, her şey talan edildi. Şehir yeni kurulan
 ‘Latin İmparatorluğu’nun başkenti oldu ve İstanbul’un üzerine çöken bu kâbus tam 57 sene devam etti. Bizans İmparatoru Sekizinci Mihail Paleolog, şehri 1261’de geri aldığı zaman baştan aşağı yağmalanmış bir Konstantinopolis ile karşılaştı. Haçlılar ne varsa toparlayıp götürmüşlerdi. Hipodrom’daki heykeller, Hıristiyan azizlerinin kemikleri ve Hazreti İsa’ya ait olduğuna inanılan ve bugün Torino’da olan kefen de gidenler arasındaydı.
Ama Quadriga atlarının macerası bu yağma ile noktalanmadı; atlar için her şey daha yeni başlıyordu ve asırlar boyunca bir memleketten ötekine taşınıp duracaklardı.
Önce, Venedik’teki bir askeri deponun önüne yerleştirildiler; daha sonra Aziz Marko Kilisesi’nin girişinin üzerine kondular ve neredeyse altı asır boyunca burada kaldılar. Derken, 1797’de Venedik’i Avusturya’ya veren
 Napolyon Bonapart şehirden bir hatıra almak istedi ve atları seçti. Dördünü birden Paris’e götürdü, önce Tuilleries Sarayı’nın girişine koydurdu, sonra da inşa ettirdiği meşhur ‘Zafer Takı’nın üzerine çıkarttı.
Atlar, Napolyon’dan sonra, 1815’te Venedik’e iade edildiler ve eski yerlerine, kilisenin üzerine yerleştirildiler. Aradan gene seneler geçti, Birinci Dünya Savaşı patladı ve güvenlik altında tutulmaları için Roma’ya taşındılar. Savaştan sonra geri gittilerse de kilisenin tepesindeki ikametleri gene kısa sürdü, İkinci Dünya Savaşı patladı, atlara bu defa Padua yolu göründü ve eski yerlerine, yani Aziz Marko Kilisesi’ne 1945’te dönebildiler.
İmparator
 Konstantin’in atları yerlerinde durmamaya, dolaşmaya alışmışlardı bir kere… 1990’da tekrar söküldüler ve bu defa kilisenin içine taşındılar. Gerekçe, hava kirliliği yüzünden artık çürümeye başlamış olmalarıydı. Sıkı bir bakımdan geçirilen Quadriga atları bugün Aziz Marko Kilisesi’ndeki salonlardan birinde teşhir ediliyorlar, aynı kilisenin tepesinde ise sahteleri duruyor.

Venedik’in lagün ile buluştuğu yer olan ve önünde onlarca gondolun sanki dans ediyormuş gibi sıralandığı Piazzetta( Küçük Meydan), San Marco Meydanı’nın devamı aslında… Piazzetta’nın elbette kendisinden kat be kat meşhur San Marco Meydanı karşısında pek bir şansı yok. Oysaki biraz daha ilgili gözlerle bakılsa onun da, batı mimarisinin en çok etkilenilen isimlerinden Venedikli mimar Palladio’ya göre antik zamanlardan bu yana inşa edilmiş en muazzam yapı olan San Marco Kütüphanesi’ne, Venedik’in koruyucu melekleri elinde mızrağı ile ejderhaya karşı savaşan Aziz Theodore ve San Marco’yu temsil eden kanatlı aslana ve tabii ki Dükalar Sarayı’na ev sahipliği yaptığı anlaşılacaktır.  San Marco kilisesinin girişini tam üstüne gelen ana giriş ile beraber 5 yarım kubbenin üstüne resmedilen figürler de çok önemlidir.  Figürler de hastalanan dükün hastalığına çare bulamayan Hıristiyan âlemi son çare olarak Osmanlıya müracaat etmiş. Osmanlı İmparatorluğu’nun gönderdiği tabipler vasıtasıyla dük eski sağlığına kavuşmuştur. O olayın anısına bu kubbelere olay resmedilmiş tir.

San Marco meydanında önünden gondollara binilen yapı olan Dükler Sarayıdır; 9. yy’da hükümet şehrin yönetimini bu saraydan sağlamış, adalet sarayı ve hükümet konağı olarak kullanılmıştır. Saray içinde görülebilecek noktalardan birkaçı şu şekilde: Taç giydirme törenlerinin yapıldığı merdivenler, işkence odası, hapishane ve Büyük Konsey Salonu’nda bir duvarı kaplayan, Tintoretto’nun ‘Cennet’ isimli resmi. Oldukça büyük ve ayrıntılı gezilebilecek bir yapı.
San Marco meydanının yanındaki, küçük meydan Piazzetta gondolların mekânı olarak bilinmekte. Venedik’te gondola binmeden geçmek akıllıca değildir. Dükler sarayını önünden bindiğiniz gondol seyahati unutamayacağınız bir anınız olacaktır. Bu sebeple biz de gondol gezisi yapmayı planladık. Venedik’te 3 farklı uzunlukta gondol rotası mevcut. Fiyat da buna göre belirleniyor. Gondolcuların tamamı bir kooperatife bağlı, kıyafetleri tanımlanmış; kırmızı beyaz ya da mavi beyaz çizgili tişört, siyah pantolon bellerinde beyaz bir mendil taşıyorlar. Çoğunlukla pazarlık yapmaya açıklar biz de biraz pazarlıkla bir gondol kiraladık. Siz de bizim gibi şanslı iseniz gondolcunuz neşeli bir İtalyan çıkabilir ve size giderken İtalyanca dizeler söyleyebilir. Sizinle sohbet edebilir. Gondolculuk özel yetenekler isteyen bir meslek dalı. Sohbet sırasında gondolcumuzun 20 yıldır bu işi yaptığını öğreniyoruz bizi kanallar arasında gezdirip rehberlik ederken bu mesleğin inceliklerini de öğreniyoruz. Venedik’te kanalları uzunluğunun yaklaşık 3900 metre civarında olduğunu öğreniyoruz. Kanallar arasında trafik polisi veya ışık olmadığından dönüşlerde gondolcu bağırarak geldiğini haber veriyor.  Gondollar 11 m uzunluğunda oluyormuş ve boş haliyle 453 kg kadar geliyormuş içine yolcuları da bindirdiğinde 750 kg a kadar çıkan gondollar tek kürekle idare ediliyor ve gondolcunun kollarına bir hayli yük bindiriyor. Kanalların derinliği 5-6 m civarındaymış. Buradaki evlerin yapımında kullanılan malzemeler özel ve evler buradaki neme dayanması için özel bir teknikle inşa ediliyormuş.

Kiraladığınız gondolla o kanallar arasında gezerken önce minik Ponte della Paglia köprüsünden daha sonra  Ahlar Köprüsünün altından geçiyorsunuz Dükler sarayının yanından geçerek Meşhur Hapishane ile dükler sarayını birbirine bağlayan Ahlar köprüsü mahkûmların bu köprüden geçerken ah sesler ile geçtikleri için bu ismi almış. Mahkûmlar Venedik’i son defa bu köprü üzerinden geçerken görebiliyorlarmış. Kanal gezintimiz esnasında birçok ülkenin büyük elçiliklerinin de önünden geçiyoruz.   Venedik’in tanınmış ailelerinin evlerini ki bunlardan biri de ünlü gezgin ve zengin bir tüccar olan Marco Polo’nun da doğduğu ev olan Casa di Marcopolo’yu görmeniz mümkün. Bazı sanat galerileri koleksiyonlarının bazılarını kanala doğru açık olan kapılarından sergileyebiliyorlar gondol geziniz sırasında böyle küçük sürprizlerle karşılaştığınız oluyor. Gondol turumuz bitip tekrar Piazzeta meydanına döndüğümüzde bu güzelliklerin yansıması yüzlerimize vuruyordu.  Piazzetta meydanının yan tarafında Büyük kanalın ayırdığı yerde küçük bir bazilika olan Santra Maria della Salute, tüm İtalya’da en çok fotoğrafı çekilen dini yapılardan biri olmayı başarmış. Venedik’te gezilecek yerler deyince pek akla gelmiyor ama fotoğrafı çekilecek yerlerden biri, hatta ilk sırada yer alıyor.  Dış cephesinin süslü yapısı ve güzelliğiyle ilgi çekmeyi başarıyor. Durdurulamayan veba salgınına karşı Venedik Senatosu’nun kararıyla 1630’lu yıllarda yapılan kilise ‘Cumhuriyetin koruyucusu’ olarak anılıyor. Piazzettanı tam karşısında Biri dantelleriyle, diğeri cam işleriyle meşhur olan iki ada. Murano ve Burano Adaları yer almaktadır.

Venedik gezimizi burada noktalayıp tekrar başlangıç noktamız olan Constitution Bridge’ köprüsüne ulaşmak için bu sefer şehiriçi dolmuş vazifesi gören deniz otobüslerine biniyoruz. Birçok yerde bulunan duraklarına uğrayarak Constitution Bridge’ ye ulaşıyoruz.

Bizi Venedik’e getiren belediye otobüsü ile otelimize dönerek Milanoya doğru hareket ediyoruz.