Pek çok insan konuşmasında “olanı” değil “olması isteneni” anlatıyor.
Olması istenen anlatılınca insanlar kolayca motive oluyor ve harekete geçebiliyor. Ancak bu işin bilimsel tarafı zayıf olduğu için uzun vadede bu konuşmalar faydalı olamıyor. İnsanlar hayal kırıklığına uğruyorlar.
Bu süreçte “Ben yaptım oldu” mantığıyla hareket edenler ön plana çıkıyor. İnsanların çoğu hayatlarını bilimsel verilere göre değil, bildiklerine göre yönetiyor.
Oysa olana uyum sağlamamız ve onun içindeki hayrı görmemiz gerekir. Allah istemese yaprak kıpırdamaz.
Yüce Kur’an da şöyle buyuruluyor: “Hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de, kötülüğünüze olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir [Bakara 216].
Vaki olanda hayır vardır demek, irade ve tercihimizin dışındaki sebeplerle, başımıza bir şey gelirse sabretmeliyiz. Şikâyetçi olmamalıyız. Sabredersek, neticesinin hayırlı olacağını görebiliriz. Ama biz Yüce Allah’ın verdiği olana değil, kendi isteğimiz olan “olması gerekene “ yoğunlaştığımız için ipin ucunu kaçırıyoruz.
İnsanlar gerçeklerle yüzleşmekten kaçıp, kendilerine göre olası gerekenlere ve hayallere dalmayı seviyor. Bu sebeple hikâye anlatan diziler, bilimsel temelli belgesellerden çok daha fazla izleniyor. Kurgu temelli romanlar bilimsel araştırma kitaplarından daha çok alıcı buluyor.
Türkiye’de genellikle olan gerçekler ihmal ediliyor. Bu yüzden hayallerle gerçekler arasındaki makas her geçen gün açılıyor.