Ahmet TEKİN

İlahiyatçı, yazar

Görevi Devam Eden Âlemşümul Tek Peygamber Hz. Muhammed S.A.V

İlâhî irade ile bilgilendirme gerçekleşmeden hiçbir kimsenin kâmil mânada iman nimetine kavuşamayacağı (Kur’ân-ı Kerim Yûnus 10/100), peygamber görevlendirilmeden kimsenin cezalandırılmayacağı (Kur’ân-ı  Kerim İsrâ 17/15), son mükemmel kitap Kur’ân-ı Kerim’de açıkça ifade edilmiştir.

Bu sebeple bizim ulemamız, Allah’a imanın söz konusu edildiği Kur’ân-ı Kerim âyetlerinin tefsirinde, Allah’a imanın içinde Allah’a imanın gerektirdiği esaslara imanı da düşünmüşlerdir. Bunlar peygamberlere, kitaplara ve meleklere imandır. Dinin insan ve toplum hayatına yansımasının, yani kulluk ve ibadetin şeklinin ve keyfiyetinin peygambersiz gerçekleşmeyeceği bedahet derecesinde kesin bir vakıadır, bir hakikattir. Ayrıca peygamberlik müessesesi Hz. Adem a.s.’dan Hz. Muhammed Mustafa s.a.’e kadar silsile halinde devam eden, birbirini teyid eden, sonraki peygamberi öncekilerin müjdelediği, sonrakilerin öncekilere imanı telkin ettiği bir kurumdur. Bu kurumdaki bilinen peygamberlerden birinin inkârının, tamamını inkâr manasına geldiğini Hz. Nuh’tan itibaren gelen bütün kutsal kitaplar ifade etmektedir.

Nuh kavmi sadece Hz. Nuh a.s.’ı yalanladığı halde, Allah Teâlâ kitabında: “Nuh kavmi peygamberleri yalanladığı zaman...” (Furkan 25/37) ifadesini kullanarak Nuh a.s.’ı yalanlamanın bütün peygamberleri inkâr manasına geldiğini yoruma ihtiyaç duyurmayacak kadar açık bir şekilde zikretmektedir. Âd ve Semûd kavimlerinin Medyen halkının da yalnızca kendi peygamberlerini yalanladıkları halde, bütün peygamberleri, peygamberlik müessesesini inkâr ettikleri şeklinde zikredilmektedir. Hz. Mûsa ve Hz. Îsa’nın Tevrat ve İncil’de, Hz. Muhammed s.a.’i müjdelemeleri (A’râf 7/157), Hz. Muhammed’i tanıtmaları(Bakara 2/ 146; el-En’âm 6/20) ve görevlendirildiği zaman Hz. Muhammed’e iman ve itaat edeceklerine dair kavimlerinden toplumlarından taahhüt almaları da (Âl-i İmrân 3/187) peygamberlerin aynı otorite tarafından görevlendirildiğinin, aynı silsilenin yani peygamberlik ailesinin bir ferdi olduklarının açık ve kesin delilidir.

Bu silsile içinde Hz. Muhammed s.a. peygamberlerin âlemşümul -evrensel son ferdidir. Kendisinden önceki peygamberler kıyamete kadar onun görevlendirileceğini bildiklerinden ona iman etmek, ona tabi olmak konusunda ümmetlerinden taahhüt almışlar ve onun geleceğini müjdelemişlerdir. Hz. Muhammed s.a.’e kadar gelen peygamberler, içinde yaşadıkları toplumlara hitap ederken, (Mâide 5/20,21; el-En’âm 6/78, 135; el-A’râf 7/59,61; Hûd 11/28), Hz. Muhammed bütün insanlığa hitap etmiştir (Bakara 2/21; Nisâ 4/170, 174; el-A’râf 7/158; Yûnus 10/57; Hac 22/1).

Allah bütün toplumlara peygamberler göndererek insanlığı tek bir peygambere ümmet olabilecek olgunluğa eriştirmiştir. Yalnızca Hz. Muhammed s.a.’e iman mü’min olmaya yetmediği gibi, yalnızca Hz. Muhammed s.a.’i inkâr münkir-kâfir olmaya yetmektedir. Kur’ân-ı Kerim’de “Eğer seni yalanlar, inkâr ederlerse, senden önceki bütün peygamberler inkâr edilmiş olur...”(Âl-i İmrân2/184; Fâtır 35/4) buyurulmaktadır. Kur’ân-ı Kerim, kendinden önceki kitapları yürürlükten kaldıran, önceki peygamberlere imanı emreden son peygambere indirilen son ilâhî mükemmel kutsal kitaptır.

Hz. Muhammed s.a.’e indirilen son ilâhî kitap Kur’an’ın gelmesiyle birlikte geçmiş kitapların ve geçmiş peygamberlerin dönemi kapandığından bütün insanlık ister iman etsin, ister iman etmesin, Hz. Muhammed s.a’ in ümmetidir. İman edenler davetini kabul eden ümmetidir. İman etmeyenlerse davetine muhatap olan ümmetidir. Hz. Muhammed s.a.’in göreve başlamasından itibaren insanlığın tek seçeneği ona ümmet olmaktır. Herhangi bir peygambere mensubiyet iddia etmek mümkün değildir. Yani Mûsevilik, Îsevilik asla ve kat’a söz konusu olamaz. Çünkü insanlık Muhammedî döneme girmiştir. Geçmiş şeriatların bir kısmını ilga, bir kısmını ibka ederek yeni bir şeriat getiren Kur’an ile, bütün geçmiş şeriatlar yürürlükten kaldırıldığından, tâbi olunacak şeriat da tektir ve İslâm şeriatıdır (Mâide5/15; Şûrâ 42/13).

Zaten temelde bütün peygamberlerin tebliğ ettiği din tektir. Hz. Adem a.s.’ dan Hz. Muhammed a.s.’a kadar bütün peygamberler İslâm’a davet etmişler ve İslâm esaslarını tebliğ etmişlerdir. Toplumlardaki gelişme istikametinde şeriat farklılaşarak, gelişerek Hz. Muhammed s.a.’ in tebliğ ettiği İslam’da kemal noktasını bulmuştur. (Maide 5/3) Kur’ân-ı Kerim’de Müslümanların dışındaki gruplar için kullanılan din ve türevi kelimeler Türkçemizdeki din manasına değil, sorumluluk, borç, ceza, mevzuat ve rejim manasınadır.

Kur’an’da yahudilik, hıristiyanlık ve sâbiilik değil, ehl-i kitap adı altında teşrii söz konusu olmayan vakıayı tesbit sadedinde yahudiler, hıristiyanlar ve sâbiîler zikredilmektedir. Kur’ân-ı Kerimde Bakara 2/62; Âl-i İmrân 3/199; Mâide 5/69;Tevbe 9/29; Hac 22/17 âyetleri birlikte ele alındığı, hatta âyetler müstakil ele alınıp tahlil edildiği takdirde müslümanların dışındaki grupların inandıkları sistemlere bu âyetlerden meşruiyyet çıkmaz. Bu sistemler hak dinden sapmalardır. Bu anlayışla meseleye yaklaşıldığı takdirde, okullarımızda okutulan Dinler Tarihi dersinin adı, “Hak Din ve Sapmalarının Tarihi” olması gerekir.

İslâm’ın ilk günlerinde Hz. Muhammed’in etrafında yer alanların aşklarına, duyarlılıklarına, gayretlerine benzer bir duyarlılık ve faaliyet hem müslümanları, hem de bütün insanlığı kurtaracaktır. Müslümanların ve insanlığın kurtuluşu için yalın yapıldak mücadele edenlere ne mutlu! Böyle mücadele edenlerin başarıya ulaşacakları Kur’an ve sünnet ile Allah ve Rasûlü tarafından müjdelenmiştir. “Fazla söze gerek yok. Güneşin doğduğu yerlerin ve battığı yerlerin Rabbine yemin ederim. Elbette biz kanunlarımızın cârî olduğu her şey üzerinde gücümüzü kudretimizi kullanır, düzenlememizi yaparız. Allah’ın dinine düşmanlık edenleri bertaraf ederek, senin için, onlardan daha hayırlılarını, uğrumuzda mallarını harcayan, canlarını feda eden itaatkâr yiğit insanları sana yol arkadaşı yapmaya elbette bizim gücümüz kudretimiz yeter. Biz, yaptığı icraatların önü kesilenler, acze düşürülenler değiliz.” (Meâric 40-41)