Kavi bir Türk milliyetçisi, araştırmacı yazar Dr. Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002 târihinde evinin önünde, kimliği belirlenemeyen saldırganların düzenlediği suikast sonucunda, 48 yaşında katledildi. Doğumu: Ankara, 1954.
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Basın Yayın Yüksek Okulu’ndan 1977 yılında mezun oldu. 1977-1978 yıllarında ayda bir çıkan Birlik Dergisi’ni yayınladı. Uzun yıllar çeşitli kuruluşlarda basın müşâviri olarak çalıştıktan sonra Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Târihi Enstitüsü’nde verdiği tezle Doktor unvânını aldı.
Katıksız ve sağlam bir Türk milliyetçisi olarak Türkiye dışındaki Türk topluluklarının yakın târihi ile ilgili çalımalar yapan Hablemitoğlu, Orta Avrupa ve Balkanlarda Türk eserleri, Türk azınlıkları ve şehitliklerimiz konusunda çalışmalar yürüttü. 1995/1996 yılları arasında Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın bir projesinde görev alarak Gagauz Türklerinin Latin Alfabesi’ne geçişi ile ilgili olarak danışmanlık hizmeti verdi. Ankara Üniversitesi’nde Doktor öğretim görevlisi olarak çalıştı. Kırım ile ilgili çok geniş ve eşsiz bir belge koleksiyonuna sâhip olan Dr. Necip Hablemitoğlu Prof. Dr. Şengül Hablemitoğlu evli idi, Kenije ve Uyvar isimli kızları vardı.
Yayınlanmış eserleri: Şefika Gaspıralı ve Rusya’da Türk Kadın Hareketleri (1893-1920) (Eşi Doç. Dr. Şengül Hablemitoğlu ile birlikte), Çarlık Rusya’sında Türk Kongreleri (1905-1917). Ölümünden sonra yayınlanan kitapları: Kırım’da Türk Soykırımı, Köstebek, Sovyet Rusya’da Devlet Terörü, Şeriatçı Terörü ve Batının Kıskacındaki Ülke: Türkiye, Millî Mücâdele’de Yeşilordu Cemiyeti ve Gaspıralı İsmail.
Hakkında yazılanlar:
Şehit Ülkü eri Dr. Necip Hablemitoğlu
Birbirimize ikişer adet mektup gönderdik. Birincisi O’nun, ikincisi benim aramamla iki de telefon görüşmemiz oldu. Hepsi de çok seviyeli olan ilişkilerimiz bu çerçevede kaldı. Karşı karşıya gelerek el sıkışamadık. Son telefon görüşmemizde; Ankara’ya yolum düştüğünde beni evine dâvet etmişti. Mukabil teklifte bulunmuştum. Karşılıklı dâvetlerin gerçekleşmesi kısmet olmadı. Bu kısırlığa ve bazı konularda çok derin fikir ayrılıklarımız olmasına rağmen aramızda karşılıklı saygı temeline oturmuş derin bir dostluk oluştu. Türk milletini ve Türk vatanını aşkla sevme noktasında birleşmiş olmak ikimize de birbirimizi sevmek için yeterli gelmişti. Rahmetli Hulûsi Çetinoğlu ile ilişkim olup olmadığını sormuştu. Ağabeyim olduğunu söylediğimde, gerek rahmetli hakkında gerek şahsım hakkında söylediklerinin nakledilmesi, tevazu kavramını linç etmek olur. Gönül adamı idi.
Fikirlerinden olduğu kadar efendiliğinden, gönül adamlığı yönünden de yararlanmaya ihtiyacı olan milyonlarca genç yetim kaldı.
Ölümüne sebep olanların yakalanması ve cezalandırılması, en hâlisâne temenniler olarak konuşuluyor. O artık geri gelmeyecek. Elemli eşine, kederli aile fertlerine, ülkü erine yakışır isimler taşıyan evlatlarına Cenab-ı Allah’tan sabr-ı cemil niyaz ediyorum. Artık O’na yapılacak en iyi hizmet, aziz ruhuna fâtihalar okumak, ideallerini devam ettirmektir.
* * *
Bir meşalenin sönmesine yol açan suikast olayı, Türkiye’miz için de son derece önemlidir. Ahmet Taner Kışlalı’nın ölümünden bu yana geçen üç yıllık sürede huzur ve güven ortamı, belirgin bir tarzda gelişiyordu. Bu ortamı milletimize çok görenler O’nu hedef seçtiler. Kirli cinâyeti belli çevrelere yamamaya çalışanlar mutlaka çıkacaktır. Bu tür davranışlar huzur ve güven ortamını bozmak isteyenlerin maksatlarına hizmetten başka bir mânâ taşımaz.
Soruldu ve sorulmaya devam edecektir: Menfur cinâyet kimin eseridir?
Tahminlerde bulunmak, toplumumuzda gelenekleşmiştir. Mâlûmat furuşluk olarak değerlendirilmeyecekse, geleneğe uygun hareket edip bir analiz denemesinde bulunalım.
Hablemitoğlu kimlerle mücâdele ediyordu ?
1- Alman Vakıfları ve bağlı olarak Bergama’da altın aranmasını ve işlenmesini engellemek isteyen kuruluşlar, dış güçler. (Bunların Türkiye’yi fakir bırakmak maksadı güttüklerine inanıyordu.)
2- Yerli vakıflar. Yanlış bir adlandırma ile İslamcı Vakıflar olarak anılan vakıflar. (Bunların emperyalizme hizmet ettiklerine inanıyordu.)
3- İstihbaratçılar. (Bu grubun da emperyalizme hizmet ettiğine inandığı vakıfları koruduğunu düşünüyordu.)
Bir telefon görüşmesinde bana, kimilerinin ‘derin devlet’ dedikleri çevrelerle ilişkilerinin olduğunu söyleyerek, kanaatlerinin çok sağlam bilgi ve kaynaklara dayandığını, tek başına çalışmadığını söylemişti. Bu sözlerinden, Târık Ümit ile aralarında benzerlikler olduğu düşünülebilir.
Cinâyeti, bu güç gruptan biri işlemiş olabilir mi? Bakalım:
1- Alman Vakıfları: Alman resmî makamları ile ilgili çevreler olarak düşünülmesi hem yanlış hem de tehlikelidir. Sivil kuruluşların tetikçi kullanmış olmaları mantıklı bir ihtimal değil. Benzeri de yok.
2- Yerli Vakıflar: Cinâyet, onların çalışma tarzı değil. Hizbullah hâriç, teröre başvuran ve İslâmiyet ile ilgili olan kuruluşların varlığından söz etmek; kasta dayalı değilse, bilgisizliktir.
3- İstihbaratçılar: Deşifre ettiği istihbaratçılardan açığa alınanların infazı, akla gelmeyecek bir ihtimal değil. Belirtilmeli ki ancak çok uzaklarında bir ihtimal olarak düşünülebilir.
Cinâyeti aydınlatmakla görevli çevreler için hiçbir ihtimal, ‘aklın uzağında’ değildir. Onlar için olmayana ergi metodu ile çalışmak, prensip olamaz. Her ihtimal değerlendirilecektir.
Değerlendirilmesi gereken bir ihtimal daha var: Cinâyeti birinci ve özellikle ikinci gruba yıkmak isteyen, Türkiye’nin karışmasından fayda sağlayan provokatörler ve yabancı güçler adına çalışan teröristler. İnfazın çok profesyonelce, ustaca ve acımasız olarak gerçekleştirildiği şüphesizdir. Kullanılan silah hem çok farklı, hem de bu iş için uygun değildir ve de ‘temiz’dir. Bu sebeple soruşturma ekibinin işi çok zor. Allah (cc) kolaylık versin.
Türkiye’nin güvenliği, huzuru ve istikrarı hedef alınmıştır. Bu sebeple güvenlik kuruluşları ne pahasına olursa olsun, bu cinâyeti çözmek mecburiyetindedirler. Çözmelidirler.
Milletimiz, değerli bir evladını kaybetmiştir. Umulur ki bu acımızı unutturacak yeni bir acı yaşamayız.
Değerli dostuma tekrar rahmet, geride kalanlarına sabır ve sağlıklı uzun ömürler diliyorum.
(