Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Selahaddin Kaya Hocaefendi, sorularımızı cevaplandırdı.

 

20 yıl İstanbul İl Müftüsü olarak görev yaptıktan sonra emekli olan Selahaddin Kaya Hocaefendi, Sosyal Yardımlaşma kapsamındaki Zekât, Sadaka, Fıtır Sadakası ve Fidye ile İhsan ve İn’am konularındaki sorularımızı cevaplandırdı.

Oğuz Çetinoğlu: Hocam, uygun görürseniz sizinle, her zamankinden fazla gündemde olan ‘İslâm’da Sosyal Yardımlaşma’ konusunu ele almak istiyorum.

Literatürde ‘İnfak’ kelimesiyle anılıyor. Halk arasında ‘Hayır işleri’ deniliyor. Bir de ‘Sadaka’ kavramı var.

İnfakta bulunulması, sadaka verilmesi, muhtaç durumda olan kişilere yardım edilmesi ve hayır işlerinin yapılması hükümleri, Kur’an-ı Kerim’de ve Hadis-i Şeriflerde yer alıyor. O halde önemli bir konu.

Saydığım isimlerle anılan işlerin sağladığı faydalar hakkında okuyucularımızı aydınlatır mısınız?

Selahattin Kaya: Memnuniyetle. Bismillahirrahmanirrahim. Ele aldığınız konu çok mühim. Sosyal yardımlaşma; insanlar arasındaki münâsebetlerin güçlenmesini, insanların birbirine yakınlaşmasını, muhabbetin artmasını ve kıskançlıkların, hasedin ve kötülüklerin -siz buna hırsızlıkların da deyin, yankesiciliklerin de deyin- ortadan kalkmasını sağlar.  

Onun için İslâm’daki sosyal dayanışma ve yardımlaşma konusu mühim bir yer tutmaktadır. Şuna inanalım ki: Allah-u teâlâ kullarına imkânlar veriyor bu imkânları da Allah yolunda kullanmalarını istiyor. Mesela: Âyet-i Kerime’de meâlen buyruluyor ki: ‘Sana nasıl ihsanda bulunulmuşsa, sana iyilikte bulunulmuşsa, bol bol nimetler verilmişse, sen de onların hakkını öde, kulluk borcunu ver.’

Biliyorsunuz mal İslâm’da bir imtihan mevzuudur aynı zamanda. Allahu teâlâ kullarını birçok şeylerle imtihan ediyor, bir tanesi de O’nun ihsan buyurduğu mal-mülktür. ‘Mal sizin için bir imtihan mevzuudur. Evlatlarınız sizin için bir imtihan mevzuudur.’ Bunun şuuru içinde olmak lâzım. Allah bu malı verdi ama bu malda fukaranın hakkı olduğunu bilelim. Kur’an’ı Kerim’de var. Sizin malınızda muhtaçların ve fakir olup da size ihtiyaç duyanların hakkı vardır. Âyeti Kerime bu. Yâni ‘infak’ kelimesi Kur’an’ı Kerim’de çok yer tutuyor. ‘Enfikû’ kelimesi var. Bunun kökleriyle beraber ‘istikak’ kelimesini bilirsiniz. 200 civarında olduğu söyleniyor. 200 civarında ‘infak’la ilgili âyet var. Dolayısıyla sosyal yardımlaşmanın, dinimizde mühim yeri olduğunun bir işâretidir.

Ayrıca, sosyal yardımlaşmanın bir unsuru olan zekât farz ibâdettir. Namazla zekât birbirinden hiç ayrılmıyor. Âyet-i Kerîme’de meâlen; Namazı kılınız, zekâtı veriniz.’ Buyruluyor. Sadakalar da zekât yerine kullanılıyor.

Çetinoğlu: Sadaka, halk arasında ayrı bir kavram olarak biliniyor. Konuyu biraz açar mısınız?

Kaya: Zekâtla müteradiftir. Birbirine bağlıdır.  Kur’ân’ı Kerîm’de sadaka diye de geçiyor. Fakirlere ve çok muhtaçlara sadaka vermek farzdır. Zekât toplayanlara da sadaka verilir. Zekâtın sarf edileceği yerler sekiz gruptur. Burada zekâtla sadaka eşit kullanılmıştır.

Ayrıca farzın dışında verilmesi gereken sadakalar da var. Mesela Peygamber efendimiz (Sallallahu Aleyhisselam) buyuruyor ki Buharî’nin derlediği hadis kitabının çok yerinde geçer: ‘Her günün doğuşu ve batışı arasında her Müslüman’a bir sadaka vermek vâciptir.’ Buyuruyor. ‘Vâcip’ kelimesini kullanıyor orada. Soruyorlar: ‘Ya Resulallah, malı, serveti, imkânı olan bu sadakayı verir. Peki, böyle bir imkândan mahrum olan ne yapar?’ Allah Resûlü buyuruyor ki: ‘Eliyle kazanır, bir miktarını ailesine ayırır ve ondan bir miktarda da fakir fukaraya sadaka olarak verir.’ Yine soruyorlar: ‘Ya Resulallah, bunu da yapamazsa ne yapar?’ Yâni sadaka borcunu nasıl öder. Allah’ın Resulü buyuruyor ki: ‘İhtiyacı olan, darda kalmış bir Müslüman kardeşine bedenen yardım eder.’ Bu sadece Müslüman kardeşe değil, yardıma ihtiyacı olan herkes için imkânları ölçüsünde, hayır hasenat yollarında bedenen çalışır. Onu da anlamak lâzım. Yâni bir câmi yapılıyor. Var öyle birçoklarını gördük. Diyor ki: ‘Benim malım yok, verecek param da yok. Bu cami hizmetinde bedenen çalışayım.’ Hayır yolunda fahrî çalışmalar hep bu bedenen çalışma hükmüne girer. Bunu da yapamazsa, Hadis-i Şerif’in dördüncü şıkkı var. O, biraz farklı. Buyuruyor ki: ‘Kendisini günahlardan alıkoyar ve bu surette günah işlemez. Yapmış olduğu bu hareket de bir sadakadır.’

Başka bir rivâyet de: Hayra delâlet eder. Yâni, hayra vâsıta olur. Meselâ varlıklı bir insana gider, der ki: ‘Şurada bir ihtiyaç sâhibi, muhtaç insan var, onun ihtiyacını karşılayın.’  Hayra vesile, vasıta olur. O da bir sadakadır. Sadaka vermenin yolları çok geniş. Bu şuurda olmayı ve bu şuurla kalmayı buyuruyor. Resulallah bunun üzerinde çok duruyor. Ondan sonra dediğim gibi infak meselesinde Allahu Teâlâ müminlere çok müjdeler veriyor. İnfak âyetlerinden bir tanesini okuyayım, buyuruyor ki: ‘Siz Allah için ne verirseniz, Allah onun yerine hemen yenisini verir. O rızık verenlerin en hayırlısıdır.’ Başka bir Âyet-i Kerîme’de Sebe Suresi’nde geçiyor. 39. Ayet: ‘Ey iman edenler kendi ellerinizle kazandıklarınızdan ve yerden sizin için çıkardığımız nimetlerin iyilerinden Allah için infak edin. Size verildiği takdirde kabul etmeyeceğiniz, alamayacağınız basit ve değersiz şeyleri de hayır yapmak maksadıyla vermeye kalkışmayın.’

Çetinoğlu: Gönül alıcı bir söz, bir tebessüm de sadaka yerine geçer mi?

Kaya: Doğrudur. Cenab-ı Allah; ‘Sizin gönlünüzün hoşlanmayacağı şeyleri fakirlere vermeyin.’ Buyuruyor. Bu çok önemli. Bir incelik daha var. Fakirin izzeti nefsini incitmeden verme meselesi var. Mesela: ‘Bu benim zekâtımdır, sadakamdır.’ Demeye gerek yok. ‘Bir bayram hediyesi, bir ramazan hediyesi, bir ihtiyacınızı karşılarsınız…’ diye münâsip bir dille verip onun da izzeti nefsini incitmemeye çalışmak lâzım. Bir de dilenci değil de hakikî fakirler bulmak gerekir. İnfakla ilgili bir şey daha var: Allahu teâlânın vaadi var. Buyuruyor ki: ‘Allah yolunda vermiş olduğunuz sadakaların ve hayır-hasenâtın ecri bir mislinden, on mislinden yedi yüz misline kadar verilir.’ Buğday tanesiyle misal veriyor Allahu teâlâ. ‘Bir buğday tanesini toprağa atarsınız, yedi başak verir. Her başakta da yüz tane olsa, toprağa verdiğiniz bir tâne buğdaydan 700 tane buğday alıyorsunuz. Yaptığınız iyilik de toprağa verdiğiniz buğday gibidir. 700 misli ile geri alırsınız.’

Yeri gelmişken bir hâtırâ anlatayım: İlahiyat Fakültesi Camii yapılıyor. Ali Özek Hocamızı tanırsınız… Bir gün, sıkıntılıydı. ‘O zamanki parayla 384 lira bir borcumuz var. O gün ödenmesi lâzım. Fakat para yok. Kara kara düşünürken, bir efendi geldi, Çantasını açtı ve masamın üzerine 400 lira koydu. Emekli bir avukat olduğunu söyleyen zat şunları anlatmış: ‘Bu para bankada idi. Çekerken memurlardan biri ile aramızda şöyle bir konuşma geçti:

- Bu paraları nereye götürüyorsunuz? Bizim bankadan daha çok faiz veren banka mı var?    
-Var kızım var.  
-Olamaz! En yüksek faizi biz veriyoruz.    
-Var… var…
Bu parayı, âhiret bankasına yatıracağım. O banka, 1’e 700 veriyor.  

*   *   *                                                                                
Yardımlar ihlâs ile yapılırsa, Cenab-ı Allah, karşılığını mutlaka fazlasıyla verir.

Çetinoğlu: Şartlar gereği insan, çalışarak elde ettikleriyle ihtiyacını karşılamak imkânı bulamayabiliyor. İslâmiyet bu durum sebebiyle mi yardımlaşmayı emrediyor?

Kaya: Sebeplerden biri budur. Başka sebepler de var. ‘Komşusu aç iken tok yatanın imanı kâmil değildir.’ Buyuruluyor. Yardım etmeye, en yakınlardaki ihtiyaç sâhiplerinden başlanmalı. Kardeşler, amcalar, amcazadeler, halalar… Bunlardan başlanması emrediliyor. Niye bunlardan başlamayı emrediyor? Çünkü onların hâlini çok daha yakından bilir.

Çetinoğlu: Yardımı alan kişi, yardım edeni, mal varlığından dolayı kıskanmasın diye…

Kaya: Onu önlemek için. Allah’ın verdiği imkânı Allah yolunda kullanmanın en iyi yollarından birisi, ihtiyaç sâhiplerinin ihtiyaçlarını karşılamaktır.

Çetinoğlu:  İslâmiyet’teki ‘sosyal devlet’ kavramı neleri kapsıyor?

Kaya: İslâmiyet’te sosyal adâlet buradan başlıyor işte. En yakınlardan başlamak suretiyle Allah’ın verdiği imkânları paylaşmak… Dolayısıyla malî imkânı, gücü yerinde olan bir kimse akrabasında, yakınlarında muhtaçlar varsa onları koruyup himâye edecek. Yâni elindeki imkânı paylaşacak… Bu güzel bir haslettir, güzel bir özelliktir. Buna ‘cömertlik’ diyoruz. Buna ‘Allah’ın emirlerini yerine getirilmesi’ diyoruz.

Biraz evvel hoca efendiyle de onu konuştuk burada. Allahu teâlâ bugün Müslümanlara, Müslüman âlemine, Müslüman devletlere çok büyük imkânlar vermiştir. Türkiye’miz Allah’a çok şükür muhtaç olanlara… Suriyeli mültecilere, Filistin’de, Gazze’de evi barkı yıkılanlara ilaç, doktor v.s. ihtiyacı olanlara yardım elini uzatan ülkelerin başında gelir. Bu bizim ecdadımızdan gelen bir özellik… Yardım eli uzatmak, yardım etmek, eldeki imkânı paylaşmak bizim Türk milletine Allah’ın lütuflarından bir tânesidir. Allahu teâlâ;  ‘Ey kulum ben sana vermişsem sen de benim verdiklerimden ihtiyaç sâhiplerine ver.’ buyurduğuna göre bu sese kulak vermek lâzım.

Çetinoğlu: Asr-ı Saadet’te ve 4 halife döneminde devlet eliyle hangi şartlardaki kişiler ne şekilde sosyal yardım alıyorlardı?

Kaya: Hz. Osman devrine kadar zekâtlar devlet eliyle toplanıyor, devlet hazinesine intikal ediyor, devlet hazinesinden fakir fukaraya, ihtiyaç sâhiplerine dağıtım yapılıyor. Dolayısıyla fakir fukara sıkıntı çekmiyordu. Devletin gözetimi ve himâyesi altında oluyor. Biliyorsunuz Hz Ebubekir zekât vermeyenlere karşı harp ilan etti. ‘Zekâtla namazın farkı yoktur benim indimde…’ Diyor. ‘Ayırt edilemez. Zekât da namaz gibi  Allah’ın emridir.’ Diyor. Hz Ömer’den Hz. Osman devrine gelince her tarafta bir zenginlik oldu. Yâni Müslümanlar büyük imkânlara kavuştular. Hz Osman efendimiz dedi ki: ‘Zâhiri mallar yâni, mâdenler, toprak ürünleri, ticâret amacıyla bulundurulan mallar...  bunların zekâtını devlet toplayacak. Nakit para, altın ve gümüş gibi kimde ne kadar olduğu bilinmeyen değerlerin zekâtını da innanlar kendileri verecek.’  Hz. Osman’dan sonra bu âdet böyle devam ede geldi. Bir kimsenin elindeki altına, gümüşe devlet müdâhale etmiyor. Kendi inisiyatifinde kalmıştır. O zaten Allah’ın emri olarak 40’da 1 hesabıyla zekâtını vermesi lâzımdır.

Çetinoğlu: Vakıflar, bu yardımların bir disiplin içerisinde yürütülmesi maksadıyla mı kuruldu? İslâmiyet ve vakıf ilişkisi hakkında neler söylenebilir?

Kaya: Bir mânâda evet… Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanından başlıyor vakıf: Fedek arazisini vakfetmiştir.  Ondan sonra zengin Müslümanlar mallarının bir kısmını Allah yolunda vakfetmişlerdir. Bu zamanımıza kadar gelen bir sistemdir. Osmanlıya gelince; Osmanlı’da vakıflar çok çeşitlenme yoluna gitmiştir malûmunuz. İşte evlenecek kızlara çeyiz… Hizmetçilerin kırdığı tabağın bedelini ödeyen vakıf, kuşlara bakılması için kurulan vakıf… ve her hizmete yönelik diğer vakıflar…

Vakıflar, sosyal dayanışma, sosyal adâlet bakımından çok mühim bir yer tutuyor. İnsan vakıf beşiğinde doğar sallanır, ölürken de vakıf tabutuyla gömülür. Bir insan, ömür boyunca vakıf hizmetlerinden istifâde ederek hayatını sürdürebilir.

Çetinoğlu: Âyet’lerde vakıf müesseslerinden söz ediliyor mu? 

Kaya: Tabii, tabii şüphesiz… Vakıflarda yapılan hizmetler, Allah rızası için yapılıyor. Zâten malı, kendi mülkiyetinden çıkarıyor, Allah’ın mülkiyetine teslimiyet mânâsına geliyor vakıf. Dolayısıyla insanlar vakıf yapmaya, vakıf müessesleri kurmaya teşvik edilmiştir. Mâlumunuz Resûlullah sallallahu aleyhi ve selem buyuruyor ki; ‘Bir insan öldüğü vakit de amel defteri kapanır. Üç kişinin amel defteri açıktır: 1- Sadakayı câriye bırakanlar, çeşme, yol, okul, hastâne yaptıranlar… Bunlar ayakta durduğu müddetçe onlardan insanlar istifâde ettiği müddetçe o hizmet binalarını yaptıranların amel defteri kapanmaz. 2- Hayırlı bir ilim bırakan. Talebe yetiştirmiştir, ilmî eser yazmıştır. Onlardan da istifâde edildiği vakit amel defteri kapanmaz. 3- Hayırlı evlat bırakan bir ana-babadır ki o evlatları onlar öldükten sonra onları daima rahmetle anar ve onlar adına hayır hasenatta bulunur. Burada bir noktaya temas etmek isterim…

Çetinoğlu: Hocam ikinci madde üzerinde biraz duralım. İlmî olmasa bile, insanlara hayrı tavsiye eden, ahlaklı-dürüst olmayı öğütleyen, bilgili-kültürlü insanlar yetişmesine vesile olacak kitaplar bırakanların da amel defteri açık olur mu?

Kaya: Tabii. 

Çetinoğlu: İhtiyaç sâhiplerine yardım edenlere; ‘Hayırsever’, ‘Hayır sâhibi’ ve ‘Ehl-i Hayr’ diyoruz. Hayırseverler bu işleri yaparken ne tür beklentiler içerisindedirler?

Kaya: Karşılığını yalnızca Cenab-ı Allah’tan bekleyebilirler.  Herhangi bir alkış almak, itibar görmek gibi beklentilerinin olmaması lâzım.

Yalnız insanoğlu biraz takdir de bekleyebilir. Tabii onun da yaptığı iyiliği takdir etmek lâzım. Onu taltif etmek lâzımdır ki, iyiliklerine hayır işleri yapmaya devam etsin. Kendisinin herhangi bir isteği, yönlendirmesi olmaksızın…yaptıklarının başkalarına anlatılması da güzel örnek olması açısından faydalı olur. Bu da yapılan iyiliği bilenlerin iyiliği yapana ve topluma karşı vazifeleridir.  

(DEVAM EDECEK)