Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Prof. Dr. Salih Tuğ ile Söyleşi Devam ediyor

 

İslâm Hukuku ana bilim dalında Hocaların Hocası Prof. Dr. Salih Tuğ:Herkesin doğruluğunu kabul ettiği şeyi yapmak, yanlış kabul ettiği şeylerden kaçınmak, hatta kaçındırmak… Yâni başkasına da yaptırtmamak… imanın esaslarındandır.’

Oğuz Çetinoğlu: İslâm, iman esasına dayanıyor. ‘İmanın esasları nelerdir?’ diye soranlar olursa…

Prof. Dr. Salih Tuğ: Allah’ın varlığı ve bir’liğine ve mutlak güç sahibi olduğuna inandıktan sonra Esmai Hüsnâ’sı dâhilinde daha başka sıfatları var. Kimileri 140’a kadar çıkarıyorlar. Genel kabul görmüş tasnife göre 99 adet olan sıfatlarıyla Allah’ın varlığına inandıktan sonra “imanın esasları neler?” diye hâlâ soranlar olursa, imanın esasları bunlardır diyebiliriz. Esas bu… Tabii ahirete iman, peygamberliğin gerçekliğine iman, geçmişteki mukaddes kitapların varlığına iman, öldükten sonra hesap gününün açılacağı, mesuliyetlerinden hesaba çekileceğine iman… Bunlar imanın diğer tamamlayıcı rükünlerindendir.  esaslarıdır.

Çetinoğlu: Bir de gabya iman var. Gabya iman nedir?

Tuğ: Gabya iman bizim nüfuz edemediğimiz bir alanın varlığına imandır. Öldükten sonraki hayat, kabir hayatı, kabir hayatından sonra kıyamet gününden sonra açılacak olan hesap günü… bunlar hep gaybdır. Cennet hayatı, cehennem hayatı bunlar hep gaybdır. Bunlardan bizim için yeteri kadar bazı haberler gelmiştir peygamberimiz eliyle. Sözleri arasında görüyoruz. Keza Kur’an-ı Kerim’de de var. Bu miraç olayı gerçekleştikten sonra cennet ve cehennem ahvali bize bildirilmiştir. Ama bunlar gaybdır. Gayb Allah alanına ait bir meseledir. Allah’ın bildiği şeye sen fazla giremezsin. Bildirdiği kadar ancak… Peygamberimize mesela “ruh nedir?” diye sordukları zaman, “ruh Allah’ın işlerinden bir iştir ben size ruh hakkında bana bildirilen kadar bâzı  şeyler söylüyorum”.

Bana bildirilen’ demek, sınırlı bilgidir. Gerisi gaybtır. Ruh da gaybtır ve ahiret hayatı da gabya girer. Meleklerin efendim şöyle böyle bir yapıda olması, cehennemin bilmem kaç kat olması, bunlar hep gaybla ilgili bilgilerdir ve bu bilgiler bizi alakadar etmez. Fakat bunların var olduğuna inanacağız. Bunları sonradan ileride göreceğiz, oralara gidince… Bizim için bugünkü fâni hayat önemli... Bugün içinde bulunduğumuz hayat önemli. Gaybtan birtakım haberler verilmek suretiyle, bizim Ahiret hayatımızın mükemmeliyeti için  ikazlarda bulunulmuştur.

Çetinoğlu: Bu haberler de sınırlı…

Tuğ: Sınırlı tabii.  İkazlarda bulunulmaktadır; “Bakın böyle yapmazsanız şunlar, şunlar, şunlar sizin başınıza gelebilir” biçiminde Rabb’imiz tarafından Kur’anî hakikatlere ve esaslara riayet etmemiz istenmektedir.

Çetinoğlu: Geçmişi bileceğiz, yaşadığımız anı bileceğiz ama gelecekle ilgili her şeyi bilmemizin mümkün olmadığınız da bileceğiz.

Tuğ: Evet. Gayp, bize ait bir alan değil. O metafizik alandır. O alana insan denen yaratığa verilmiş aklımızla ve kabiliyetlerimizle ulaşmak mümkün değildir.

Çetinoğlu: İslâmiyet’te; ibâdet ve hukuk ilminin ‘fıkıh’ olarak adlandırıldığı biliniyor.  Kâmil bir Müslüman olabilmek için gerekli olan fıkıh bilgilerinin nereden elde edilebileceği konusunda rehberlik yapar mısınız? 

Tuğ: Fıkıhın tarifi çok basittir. Tefakkuh etmek; ‘Bir şeye nüfuz etmek’ demek, ‘Bir şeyi ince ince elemek’ demek… Fıkıh;âyet ve hadislerin inceliklerini anlayarak tefekkür etmektir. Mecellenin tarifine göre bir kimsenin lehinde olan şeylerle aleyhinde olan şeyleri bilme özelliği var fıkıhta. Fıkıh bunu temin ediyor bize. Bu gayeye yönelik bir çalışma. Neye bakarak? Kur’an’a bakarak. Neye bakarak? Hadislere bakarak. Neye bakarak? Ulemanın görüşlerine, fikirlerine bakarak... Efendim böylece fıkıh teşekkül ediyor. Fıkıh dediğimiz şey bir insanın lehinde ve aleyhinde olan şeyleri İslâm dini bakımından bilmesidir. Ona göre eylem yapacak tabii. Lehinde iyi şey… Mesela doğruluk. Yahut sadaka vermek… Doğruluk, doğru bir iştir. Bunu bilecek. Zekât, doğru bir iştir. Verecek. Bu fıkhın bir konusudur. Aleyhte, aleyhinde olan şeyler, mesela; putlara tapınmamak. Mesela; temizlik. Her suyla temizlik yapılmaz. Belli sularla temizlik yapılır. Bu fıkhın konusudur. Fıkıh kitapları daima temizlik bahsiyle başlar.

Bu gerekli bilgiler nereden alınır? Meseleyi basite irca edelim. Yâni bir Müslüman’ın iman ettikten sonra yapacağı işlerinin olduğunu söyledik. Eylem safhasının açıldığı söyledik. Bu en basit manada ilmihal kitaplarından çıkartılır. Onlar da fıkıh kitaplarıdır. Ama ayrıntıları ele alan fıkıhtan farklı yâni halka dönük, halkı aydınlatma, onları bilgilendirme lehinde ve aleyhinde olan hususlarda bilgilendirme manasında esaslar getirir ve apayrı bir şey değildir. Fıkhın içindedir ama bir şubesidir, ilmihal kitapları. Yâni bir Müslüman’ın ‘ilim öğrenmek 7’den 70’e farzdır’ deniyor ya bu farz olan şey işte bu ilmihaldir.

Çetinoğlu: Her ilmihal kitabı da dinini öğrenmek isteyenler için yeterli bilgiler ihtiva etmiyor olabilir, doğru bilgiler verse bile yeterli olmayabilir.

Tuğ: Tabi olmayabilir. Çok basite irca edilmiş risale şeklinde 5-10 sayfalık ilmihal kitaplarından 5-6 ciltlik kitaplara kadar giden çalışmalar vardır. Mesela Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı bir ilmihal kitabı neşretti. 5 kişinin hazırladığı bir ilmihaldir. Değişik konuları değişik kimseler inceledi. İlmihal bilgileri olarak esaslarını tespit ettiler ve yazdılar. İmandan ibâdetlerin her çeşidine kadar... tam 880 sahife. Bir de 30-40 sayfalık ilmihaller var. Bunlar pratik bilgilerdir.  Buna benzer fıkıh dediğimiz şey demek ki, eyleme giden yolda bir insanın lehinde ve aleyhinde olan bilgileri edinmesidir. En basit manada ilmihal kitaplarıdır. Bundan sonra fukahânın yazdığı kitaplar var. İhtisas kitaplarıdır onlar. Zekâtı hangi ölçülerde ben ele alırım ve zekâtın esası nedir? Bu konuyu her yönüyle ele alan, bugünkü İlahiyat Fakülteleri hocalarının yazdığı kitaplar var. Eskiden de yazılmış kitaplar var. Zekatla ilgili, hacla ilgili, oruçla ilgili yazılmış çok ciddî kitaplar var. Bunun dışında muamelatla ilgili yazılmış kitaplar da var, ibâdetler dışında. Fıkıh hem muamelat dediğimiz hem de ibâdat dediğimiz konuları içine alır. Bir yandan dünyevî ihtilafları çözmeye çalışır diğer yandan Allah ile olan ilişkilerin tâyin ve tespitine çalışır. İnsanlar arası ilişkileri tâyin ve tanzim etmeye çalışan fıkıh bölümüne ‘Muamelat fıkhı’ deniyor. İnsanlar arası ilişkiler iş, eylem, işlemlerle ilgili kaideleri öğretmeye çalışıyor. Dolayısıyla fıkıhta ilerlemek isteyen kimseler bu konulara gireceklerdir. Mesela İmam Serahsî, Türkistan’da yetişmiş büyük bir Hanefi fakihi. O’nun Mebsût adlı 30 ciltlik Arapça bir kitabı var. Bunu tercüme etmeye çalıştılar ve son zamanlarda 32 cilt hâlinde Türkçe’de yayınladılar.  O çok tafsilatlı, ihtisas alanına giren bilgiler. Daha başka fıkıh kitapları da var tabii. Fetva kitapları var. Buralarda fıkhî bilgiler sıralanmış vaziyette. Şimdi bugün Türkiye’de ve dünyada kanunlaştırma esasları çerçevesinde vahye dayalı kitapları da dikkate alan mevzuat var, kanunlar var.

Türkiye gibi, Tunus gibi laik esaslarla çalışan kanun hareketleri var. Kanunlaştırma hareketleri var. Bunlar tabi birbirinden farklı şeyler. Kaynak olarak Kur’an’ı ve hadisleri ele alan bazı ülkelerde bu ülkelerin çıkardığı kanunlar var. Medenî Kanunlar var, Ticaret Kanunları var, Gümrük Kanunları var, Ceza Kanunları var, Vergi Kanunları var. Bunları Kur’an ve hadisten hareketle ve fukahânın görüşlerini de tabii dikkate alarak hazırlanmıştır. Osmanlı Devleti’nde 19. asırda yürürlüğe konan Mecelle gibi.

Mecelle Osmanlı için son devirde millî ve dinî kaynaklara dayanmak suretiyle ortaya çıkarılmış bir kanun hareketidir. Kanunlaştırma hareketidir. Kanunlaştırma Avrupa’da 18. asrın sonunda 1780’lerde Prusya’da başlamıştır. Ondan evvel emirnameler vardı. Yâni kralların ağzından çıkan şeyler kanun mertebesindeydi. Daha sonra kanunlaştırma sistemi geliştirildi. Prusya’dan başlamak suretiyle Fransa, Almanya bilhassa, İtalya’da.  İngiltere müstesna… Onlarınki çünkü Anglosakson hukukudur, o başka bir sistem. Sonra bu kanunlaştırma Türkiye’ye 19. asırda sıçradı. Batılıların biraz da tazyikiyle 1839 Tanzimat Fermanı’ndan sonra batılılarla ticarî ilişkiler gelişti ve burada gayrimüslimlerle Avrupalılar arasında sıkı temaslar söz konusu oldu. Batı bizden; bu fıkıh kitapları fetva kitapları gibi kitaplar yerine, ticarî ve diğer sosyal alanlardaki ihtilafları çözen halleden kanunlar çıkarılmasını istediler. Daha kolay bir şekilde ilişkileri düzenlemek için ve problemleri çözmek için. Tabii bu arada Şer’î mahkemeler de devam etti. Bunların yanında Nizâmiye  mahkemeleri kuruldu. Bunlar kanunlara göre ihtilafları çözmeye başladılar. Demek ki fıkıh insanlar arası ihtilafları çözmeye yarayan ferdin de lehinde ve aleyhindeki şeylerin ne olduğu ile ilgili çalışmaları bildiren kitaplardır. Fıkıh ilminin doğuşunu geliştiren sebepler işte bunlardır.  Yâni aşağı yukarı bunlardır. Ferdin lehinde ve aleyhinde olan hususlar, ahiretle ilgili konular da olabilir, dünyevî işler de olabilir. Fıkıh kitabı hem din hem dünya meselelerini çözmeye ve fertleri aydınlatmaya çalışır.

Çetinoğlu: İslâm’ın ahlak anlayışı hakkında neler söylemek istersiniz?

Tuğ: Ahlak tabii hiç şüphesiz imanın esaslarındandır. Hz. İsa diyor ki; “ben” diyor “ahlakı tamamlamak üzere geldim” diyor. Ahlak üzerine Peygamberimiz de farklı bir şey söylemiyor. Ahlak davranış bilimidir. Kendine karşı davranış, ailene karşı davranış, topluma karşı davranış biçimleridir. Âdil olmak, doğru olmak bu işin içine giriyor.

Çetinoğlu: ‘İnsan kendisine yapılmasını istemediği hareketi başkalarına yapmayacak.’

Tuğ: Bu da bir prensiptir tabii.

Çetinoğlu: Ahlakın prensiplerinden biri…

Tuğ: Doğru.

Çetinoğlu: İnsan ticarette, aldatılmayı istemez, o halde kendisi de kimseyi aldatmayacak.

Tuğ: Doğru. Aynen öyle.

Çetinoğlu: İslâm’ın hukuk anlayışındaki temel prensipler nelerdir?

Tuğ: Şöyle söyleyeyim. İbaha nazariyesi diye bir görüş vardır. İbaha nazariyesine göre bir insanın her çeşit şeyi yapmayı düşünmesi ve tasarruf etmesi mubahtır. Her şeyi yapabilir. Yapma gücü, söyleme gücü ve düşünme gücü vardır; bu serbesttir.

Çetinoğlu: Yapmak da mı serbesttir?

Tuğ: Düşünmek de, söylemek de yapmak ta serbesttir. Buna ibaha nazariyesi deniyor. Ancak noktalı virgülden sonra bir hüküm geliyor; ‘Kur’an’ı Kerim ve Hadisi şeriflere aykırı olmamak üzere...’

Çetinoğlu: O zaman noktalı virgülden önceki hükmün kıymeti kalmıyor.

Tuğ: Ee biraz öyle oluyor tabii. Şunu söylemek istiyor: ‘Yasaklardan hareket etme. Yasaksa yapma.’ Yapma gücünü tırpanlamak istemiyor. Sonuçlarına katlanırsan, yapabilirsin. Birtakım prensipler vardır, normlar vardır Kur’an’ı Kerim’de. Eylem ve tasarruflarının bu normlara uygun olup olmadığına sen karar vereceksin. Ama sen yapmakta hürsün. Hürsün de yasaklandığına dair kesin ve net bir hüküm varsa orda duracaksın, onu yapmayacaksın. Bu; İslâm Hukukun fıkıhtaki farz, mubah, caiz, mendup… ve benzeri gibi birtakım hiyerarşik sıralamalardır. Kaidelerin sıralanması var, dereceleri var, hiyerarşisi var. Fıkıh kitaplarında bunlar gösterilmiştir. Dolayısıyla İslâmiyet insan tabiatına en uygun dindir.

Çetinoğlu: İslâm’da tarikatlar hakkında neler söylenebilir?

Tuğ:. Tarikat ‘yollar’ demek. Neyin yolu bu? İnsanı İslâm’a götüren ve İslâm yoluyla da Allah’a götüren, sevgili ve makbul bir kul haline getiren ve insanlar arasında da makbul, kâmil bir insan seviyesine getirmek için faaliyet gösteren eğitim, bir miktar da öğretim müesseseleridir. Bu bir sosyal müessesedir. Vaktiyle çok iyi çalışıyordu. Başlangıçta, daha çok iman için çalışıyorlardı. Daha sonra hareketlerde kendini toparlama, kendini frenleme, kendini İslâmî normlara uydurma biçiminde eğitim alanları, tasavvuf dediğimiz o alan ortaya çıkmaya başladı. Tabii ahlak problemlerine girdiler. İnsanların davranış biçimleri, eylem biçimleri tarikatların konusu oldu. Bir eğitim ve yetiştirme müessesesidir tarikatlar.

Tasavvuf  biliminin esasları da bunun anayasasıdır.

Çetinoğlu: İslâmiyet’te tasavvufun yeri nedir?

Tuğ: Tarikatlar,  tasavvufî bilgilerin getirdiği esaslara göre çalışırlar. Dolayısıyla tarikatlar yabancı bir şey değil. Fakat tarikatlar bazen kötüye de kullanılıyor. Tasavvuf yolunda olanlar veyahut tarikat yolunda olanlar bir şeye dikkat etmezlerse istidrac dediğimiz bir yola girerler. Yâni insanlara veye eşyâya hükmetmek üzere birtakım güçler, kuvvetler elde etme, manevî güçler… düşünce güçleri yâni… İnsanlara, istediğini yaptırabilme gücü gibi… Hatta eşyaya da bazen nüfuz ettiğini söyleyenler var. Biz buna İstidrac diyoruz. Bu yol tehlikeli bir yoldur. Bu gibi fizik üstü bir kudreti elde eden bir kimsenin insanları iyiye sevk etmesi durumu da vardır. Buna da velayet deniyor, kerâmet deniyor. Bu makbul bir şey... İnsanları iyiye sevk etmek… Bir de istismar için bu güçleri kullanmak var. O istidrac. Bu da tarikatların içindedir. İşte bugün bazen gazete haberleri arasında, televizyon haberleri arasında bu istidraca yönelmiş câhil insanların idaresindeki bu eğitim müesseselerinin ne hale geldiğini görüyoruz.

Bazı insanlar İslâm’a tasavvuf yoluyla daha kolay ısınıyorlar. Çünkü insanların bir kısmına fıkıh yoluyla İslâm’a girmek zor gelebilir.  ‘Şeriatın kestiği parmak acımaz.’ Derler ya, şeriat birşey söyledi mi kesindir. Tasavvuf öyle değil. Tasavvufta; affedicilik yönü, müsamaha yönü, daima sonraya bırakma, sabır, tevekkül vesaire… var.  Maksat, insanı kazanmak. Yumuşaklıkla kazanmak… Fıkıh ise, sert yüzlüdür ve formalisttir, şekilcidir...

Günümüzde Müslümanlar genellikle ticarî akitlerini veyahut muamelelerini, işlemlerini yazıyla tespit eğiliminde değillerdir. Bu yazıyla tespit konusunda Bakara suresinin son ayetlerinden 282. ayet, bir bütün sayfa;  ‘Bakın, yazın, yazın, yazın, şunu yazın, şahit tutun, 2 şahit olsun, yazın, yazın…’ On defa tekrar ediyor o hadiste ‘Yazıyla tespit edin işlemlerinizi aranızdaki muamelelerinizi…’ Diyor. Bu ne demektir biliyor musunuz? Yazın deyip geçen bir âyet değil. Koca bir sayfayı işgal ediyor; ‘Ey iman edenler, belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın.’ Emrediyor. ‘Bir kâtip onu aranızda adâletle yazsın.’ ‘Hiçbir kâtip, Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın, her şeyi olduğu gibi yazsın.’ Diye emrediliyor. Ne kadar çok yazsın, yazsın, yazın, yazın…Deniliyor. Bir başka yerde de;  ‘Üzerinde hak olan kimse borçlu da yazdırsın.’ Emri var. ‘Rabbi’nden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın.’ Bir daha… ‘Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise velisi adâletle yazdırsın.’

Bu âyette on kadar yerde hep böyle kesin emirler var. Ayrıca 3-5 yerde de ‘Şahit bulundurun.’ İfâdeleri var. Dolayısıyla bunu niçin söyledik? Fıkhın sert yüzü budur işte. Mesela, “efendim ben bundan alacaklıyım, bana geldi 10 lira istedi benden. Ben de verdim. Şimdi vadesi geldi vermiyor.’ Şimdi hâkim sorar yahut kadı; ‘Yazılı belgeniz veya şâhidiniz var mı?’ ‘Yok’ Denildiğinde, Hâkimin veya gününe göre kadının yapabileceği bir şey yoktur.

Bu sebeple fıkıh ilminin yüzü serttir. Tasavvuf ise öyle değil. Tasavvuf ‘affediver’ der. Nitekim âyetler var: Kimse borcunu ödeyemeyecek durumda ise ‘vadesini uzat’ diyor. Bir daha uzat ve sonunda: ‘Affediver’ diyor. Affettiğin alacağın, sadakan oluyor. Fıkıh ile tasavvuf arasındaki farklar bunlar.

Çetinoğlu: Verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim.

Tuğ: Hayırlı ve feyizli olur inşallah.

Prof. Dr. SALİH TUĞ

Baba tarafı Bolu’nun Gerede ilçesinden, anne tarafı Sinop’un Ayancık ilçesinden göç edip İstanbul’a yerleşen bir ailenin en küçük oğlu olarak 12 Şubat 1930 târihinde İstanbul’un Aksaray semtinde doğdu. Aksaray İlkokulu’nda, Yenikapı Ortaokulu’nda okuduktan sonra 1948 yılında Pertevniyal Lisesi’ni bitirdi.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden 1954 yılında mezun olduktan sonra, aynı üniversitenin Edebiyat Fakültesi’nde,  İslâm Hukuku Târihi konusundaki tezi ile 1963 yılında  ‘Doktor’,  ‘İslâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri’ adlı tezi ile 1969 yılında ‘Doçent’,  Kitâbu’l-İlm’in tenkitli neşrinin hazırlanması ve Türkçeye tercümesi çalışması ile ‘Profesör’ unvanını kazandı.

İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü; Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’ne dönüştürülünce, buranın kurucu dekanlığını üstlendi.

Üniversite hocalığı ile birlikte; İlim Yayma Cemiyeti, İlim Yayma Vakfı, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı, Türkiye Millî Kültür Vakfı, İlahiyat Fakültesi Vakfı, Aydınlar Ocağı Derneği gibi seçkin sivil toplum kuruluşlarında  yöneticilik yaptı, T.C. Adlî Teşkilat kurumlarında bilirkişi olarak görevler üstlendi.

Yaş sınırı sebebiyle 1997’de Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’ndeki öğretim üyeliğinden emekli olan Prof. Dr. Salih Tuğ’un kitap hâlinde yayınlanmış eserleri:

HAZRET-İ PEYGAMBERİN SAVAŞLARI: Muhammed Hamidullah’tan Tercüme. Yağmur Yayınları, 1962
İSLÂM’IN HUKUK İLMİNE YARDIMLARI: (Editör olarak) Türk Milliyetçiler Derneği Yayını. İstanbul, 1962     
E
SERLERİNDE RASTLANAN İFADELERİNE GÖRE İMAM SARAHS’NİN HAPİS HAYATI Ankara, 1965    
FAİZ NAZARİYESİ VE İSLÂM: Prof. Dr. Enver İkbal Rureşi’den Tercüme. İstanbul, 1966   
İSLÂM ÜLKE
LERİNDE ANAYASA HAREKETLERİ: İrfan Yayınevi, İstanbul, 1969.                
B
İBLİOGRAPHİCAL INTRODUCTION TO LEGAL HISTORY AND ETNOLOGY (Prof. Dr. Nejat Göyünç ile birlikte) Brüksel,1978                                                                                                     ESULULLAH MUHAMMED: Muhammed Hamidullah’dan Tercüme. İrfan Yayıncılık. İstanbul 1980, 1990, 1995                                                                                                                           T. C. ANAYASASI İÇİN TEKLİF (GEREKELER VE MADDELER): Prof. Dr. Süliyman Yalçın ile birlikte İstanbul, 1982   
ZUHEYR’UBN HARB VE KİTÂB’ul-İLM ADLI ESERİ: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları. İstanbul, 1984. 
İSLÂM VERGİ HUKUKUNUN ORTAYA ÇIKIŞI: Marmara Üniversitesi Yayınları (İkinci Baskı,İstanbul,1985)                        
KUR’AN-I KERİM TARİHİ: Muhammed Hamidullah’dan Tercüme. M. Ü., İlahiyat Fakültesi Yayınları. İstanbul, 1993    
SİYASÎ VE KÜLTÜREL İSLÂM TARİHİ:  M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayını. İstanbul, 1995