Prof. Dr. Hasan ONAT

Akademisyen

Geleneği Doğru Okumak

“Ey Muhammed! Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte Allah’ın doğru yola eriştirdiği kimseler onlardır. İşte onlar akıl sahipleridir” (Zümer, 18). Gelenek, “bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar” anlamına gelmektedir.

Geleneğin saygın tutulması, her türlü birikimin korunmasını ve yeni nesillere iletilmesini kolaylaştırmaktadır. Ancak, eskiden bize ulaşan her şeye kutsal gözüyle bakmak da, geleneğin yararlılığını sürdürerek yenilenmesini engelleyen hususların başında gelmektedir. Geleneğin kutsallık zırhına bürünerek din gibi algılanması, toplumsal gelişmenin ve sağlıklı değişimin önünü tıkamaktadır. Geleneğin dinleşmesi, dinin de gelenek haline gelerek, insan hayatına anlam kazandırma işlevini yitirmesi gibi bir sonuç doğurmaktadır.

Bir başka ifadeyle, gelenek din haline geldiği zaman, din etkisiz hale gelmeye başlar. Kur’an, geçmişten bize iletilenlerin sorgusuz sualsiz benimsenmesini eleştirmektedir. Kur’an’a göre, bir şeyin geçmişte pek çok kimse tarafından benimsenmesi onun doğruluğunun kanıtı olamaz. Geçmişten bize intikal eden her şeyin mutlaka eleştiri süzgecinden geçirilmesi gerekir. Bu hususla ilgili olarak Hz. İbrahim ile ataları arasında geçen şu diyalog dikkat çekicidir: “İbrahim, babasına ve milletine ‘nelere tapıyorsunuz?’ diye sormuştu. ‘Putlara tapıyoruz, onlara bağlanıp duruyoruz’ demişlerdi. İbrahim, ‘çağırdığınız zaman sizi duyarlar veya size bir fayda ve zarar verirler mi?’ demişti. ‘Hayır ama, babalarımızı da bu şekilde ibadet ederken bulduk’ demişlerdi. İbrahim, ‘eski atalarınızın ve sizin nelere taptıklarınızı görüyor musunuz? Doğrusu onlar benim düşmanımdır. Dostum ancak alemlerin Rabbidir. Beni yaratan da, doğru yola eriştiren de O’dur. Hasta olduğumda bana O şifa verir. Beni öldürecek, sonra da diriltecek O’dur. Ahiret gününde yanılmalarımı bana bağışlamasını umduğum O’dur. Rabbim bana hikmet ver ve beni iyilerin arasına kat”. (Şuara, 70-83).

Geleneğin kutsallaştırılması, din haline getirilmesi, öncelikle onun doğru olarak anlaşılmasını engellemektedir. Gelenek, doğrudan, insanların neye, nasıl inanacaklarını, neye nasıl değer vereceklerini, kısaca, birey ve toplum olarak insanın geleceğini belirlemeye başlamaktadır. Kur’ân, geleneğin böyle bir nitelik kazanmasına “ataların dini zihniyeti” adını vermekte ve şiddetle eleştirmektedir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Onlara: ‘Allah’ın indirdiğine ve Allah’ın elçisine gelin!’ dendiği zaman: ‘Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter’ derler. Ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler! Ey inananlar! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olduktan sonra, (yoldan) sapanın size bir zararı dokunmaz. Hepinizin dönüşü Allah’adır, O yapmakta olduklarınızı size bildirecektir” (5/104-5).

“Onlara: ‘Allah’ın indirdiğine uyun!’ denildiği zaman: ‘Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız’ derler. Ya ataları bir şey düşünemeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler!” (2/170). Kur’an’ı dikkatlice okuduğumuzda, geçmişten bize iletilenler konusunda üç ayrı tavır geliştirebileceğimizi görebiliriz: Birincisi, Kur’an iyi, güzel, doğru ve yararlı olan hiçbir şeye karşı çıkmaz. Bu tür olumlu geleneklerin benimsenmesi, hatta geliştirilmesi Kur’an’ın ruhuna uygundur. İkincisi, geçmişten bize miras kalanlardan düzeltilebileceklerin işe yarar hale getirerek kullanılması gerekmektedir. Üçüncüsü ise, işe yaramaz olan, faydası olmayan hususların terkedilmesi lazımdır.

Kur’an’dan çıkartabileceğimiz bu ilkeler doğrultusunda, insanlığın bütün birikiminden yararlanabileceğimiz sonucuna ulaşabiliriz. Nitekim ilk Müslümanlar bu gerçeği iyi kavradıkları için, herhangi bir komplekse kapılmadan insanlığın kendilerine ulaşabilen bütün birikimine talip olmuşlardır. Hz. Peygamber’in “bilim mü’minin yitik malıdır; onu nerede bulursa almalıdır” sözü, Müslümanlar için yol gösterici olmuştur. Müslümanın doğru bilgi konusunda herhangi bir endişesi, kaygısı söz konusu olmamalıdır. Önemli olan, doğru bilginin, bilimin gücüne sahip olmaktır. İşin gerçeği, insanlık tarihinde belirleyici olan da, hep doğru bilgi ve bilim olmuştur.

Kur’an, insanlık tarihinde insan-tabiat ilişkisini gerçekçi bir zemine oturtan, olay ve olguların doğru anlaşılmasını, doğru değerlendirilmesini hedefleyen, insanın iyi, güzel ve doğru olanı gerçekleştirmesini kolaylaştıran yepyeni bir süreç başlatmıştır. Bu süreçte ortaya çıkan bilimsel birikim ve tecrübe, özellikle Endülüs ve Sicilya kanalıyla Batı’yı ciddi olarak etkilemiş, hatta Rönesans ve Reform hareketleri için tetikleyici unsur olmuştur. Daha da ötesi, her ne kadar Batılılar görmek ve göstermek istemeseler de, mevcut Batı uygarlığının bu birikimden ciddi olarak yararlandığı bilinen bir husustur. Bunun en açık kanıtı, Batıların kendi kökleri olarak kurguladıkları Yunan Felsefesi’nin bile, Müslümanlar kanalıyla, Müslümanların katkılarını da içine alarak Batı’ya ulaşmış olmasıdır.

Bugün bize düşen, Müslümanların ürettikleri bu muazzam birikimin altında ezilmek yerine, onu gün ışığına çıkartarak, yeniden insanlığın istifadesine sunmaktır. Bunun için de, öncelikle eleştirel yaklaşımın yeniden inşa edilmesi, geçmişten bize intikal eden mirasın sağlıklı bir eleştiri süzgecinden geçirilerek ayıklanması, tasnif edilmesi ve bilimsel bilgi üretimi için devreye sokulması gerekmektedir. Geleneği kutsallaştırmakla, onu yok farz etmek arasında hiçbir fark yoktur. Her iki halde de gelenek insanın anlama menzili dışında kalır. Geleneği, doğru anlamayı başaramayanlar, onun ağırlığı altında ezilmeye mahkum olurlar.