Bilindiği üzere Kıbrıs adasına 1878’de ayak basan İngiltere, o tarihten bu yana Kıbrıs’ta hep aktif rol oynadı.
1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin kuruluşunda da adanın garantör ülkesi oldu. Çünkü bu ada Akdeniz’de olduğu kadar Orta Doğu’da da elinde bulunduran tarafa üstünlük sağlayan stratejik öneme sahipti.
Onun içindir ki İngiltere, 1960 Cumhuriyeti kuruluş anayasasında da onaylanmış kendi toprakları sayılan iki üsse sahiptir.
‘’Agratur ve Dikelya İngiliz Üsleri’’
Rumlar için bu iki İngiliz üssü çok önemlidir. Çünkü bu üsler onların Hristiyan âlemine olan bağlılıklarının da simgesidirler. Bu nedenle bu üslere hep yakın durmuşlar, pek çok konuda iş birlikteliği içinde olmuşlardır. 1960 Kıbrıs Cumhuriyetini ortadan kaldıran 15 Temmuz 1974 Nikos Samson darbesinde Cumhurbaşkanı Makarios; Agratur İngiliz üssüne ait bir helikopter sayesinde hayatını kurtarmış, Londra’ya kaçmıştı…
1974 sonrasında yaşanan sürecin adaya yansıyan gelişmelerine, Kıbrıs konusunun çözümü için yapılan müzakerelerde bugün gelinen noktaya bakıldığında:
Rum tarafının son zamanda adanın çevresinde bulunan zengin enerji yataklarının çıkarılması işletilmesi için adada gözü kulağı olan pek çok ülke ile yapmış olduğu anlaşmalar nedeniyle Türkiye ile yaşanması kesin sorunlara üçüncü ülkeleri de ortak ederek, kendi cephesini güçlendirmeye çalışırken; özellikle son dönemde Kıbrıs’ta hava ve deniz üssü kullanmaları için bazı ülkelerle de askeri yönden iş birliği anlaşmaları yapmaktadır…
Son yıllarda Rumların İsrail ve Fransa ile yapmış oldukları askeri işbirliği anlaşması, bu ülkelerin adada hava ve deniz kuvvetlerinin kullanımına tahsis edilmiş iki üssünün bulunması bu hamlelerinin en çarpıcı örneğidir.
Rumların bu ülkelerle yapmış oldukları askeri iş birliği antlaşmalarına ne Türkiye’den, ne de K.K.T.C yönetiminden herhangi bir tepki gelmemiş olması oldukça manidardır!
Acaba benzer antlaşmaları K.K.T.C hükümeti yapmış olsaydı, Rum tarafı buna nasıl bakardı? Düşünmek gerekir…
Geçtiğimiz günlerde Güney Kıbrıs Rum kesiminde yayınlanan Fileleftheros gazetesinde; ABD Kara Kuvvetleri Komutanı ile Rum Milli Muhafız Ordusu Komutanının Larnaka’daki İngiliz üssünde bir araya gelerek; Amerikan’ın deniz ve hava kuvvetlerinin kullanımı için adadan üs talebinde bulunduğu haberi oldukça ilgi çekti…
Neden?
Böylesine kritik bir görüşmenin amacının ne olabileceği konusunda pek çok yorum yapılabilir. Ancak bu stratejik gelişme iki önemli nedeni akla getirmektedir:
Birincisi:
Ada çevresinde bulunan zengin enerji yataklarının çıkarılmasıyla ilgili Rumların Amerikan petrol şirketleriyle yapmış olduğu haksız hukuksuz ikili-üçlü antlaşmalarla yapılan arama/çıkarma faaliyetlerine mani olmak için Türkiye’nin zaman, zaman bölgedeki savaş gemileriyle başlattığı askeri tatbikatlara karşı; Amerika’nın adada edineceği üsde mevcut donanmasıyla bir karşı hamlede bulunarak, yapılacak petrol/doğalgaz aramalarını korumaya almak,
İkincisi:
Türkiye’yi ekonomik yönden köşeye sıkıştırabilmek adına PKK-Fetö terör örgütleriyle bağlantılı olduğu iddiasıyla Amerikalı bir papazın kanunlarımıza göre tutuklanmasını içine sindiremeyen, derhal serbest bırakılmalı dayatmasını yapan Amerikan Başkanı Bay Trump’ın Türkiye’den ithal edilen ürünlere karşı uyguladığı vergi arttırışı/döviz sarmalıyla gerginleşen Türk-Amerikan ilişkilerinin, birkaç adım sonra daha da olumsuz bir döneme sürüklenebileceği, ülkemizde bulunan Amerikan üslerinin kapatılabileceği olasılığına karşı, bölgedeki Amerikan menfaatlerini korumak adına Kıbrıs’ta yeni bir üs edinmek istediği düşünülebilir…
Aslında adadaki İngiliz üsleri, bölgede siyasi ve askeri yönden gelişen önemli olayların tamamında Amerikan hava ve deniz kuvvetleri tarafından kullanılmış, Rum yönetimi, Amerika’ya bu yönde her defasında türlü kolaylıklar sağlamıştır.
Ama bu defa yukarıda düşünülmesi gerekenlerin yanı sıra önemli bir husus daha vardır! Bu da Amerika’nın tarihin her döneminde Kıbrıs’a müdahil olduğu ama bugün gelinen noktada adada edineceği askeri bir üs ile adada kalıcı olma kararlığını göstermiş olmasıdır.
Amerika, Türkiye ile Kıbrıs adasında yaşanan siyasi/askeri gelişmeler nedeniyle iki kez karşı, karşıya gelmiştir!
Birincisi; 1963’te Rumların Türkleri adadan yok etmek amacıyla başlatmış olduğu tedhiş hareketlerini önlemek adına İsmet Paşa’nın adaya önce hava kuvvetlerimizi göndermesiyle başlayan, sonra da Türkiye’nin adaya yapacağı olası bir askeri müdahaleye mani olmak adına 5 Haziran 1964 tarihinde Amerikan Başkanı Johnson’un Türkiye Hükümetine yazmış olduğu, içinde oldukça ağır ifadeler bulunan mektubu ile başlayan süreçtir. (Dönemin Başbakanı Sn. İnönü bu mektuba, 13 Haziran 1964 tarihinde yazmış olduğu bir mektup ile Türkiye’nin adanın garantör ülkesi olarak, uluslararası anlaşmalarla kabul edilmiş uluslararası hak ve hukuku işaret eden oldukça yumuşak bir üslupla yanıt vermiştir.)
İkincisi ise; Cumhurbaşkanı Makarios’a karşı 15 Temmuz 1974’te gerçekleşen Yunan cuntası destekli darbe ile adanın Yunanistan’a bağlanmasını, Kıbrıs’ta yaşayan soydaşlarımızın topyekûn öldürülmelerine mani olmak adına; 1960 yılında imzalanan garantörlük antlaşması gereğince yasal hakkını kullanan Ecevit-Erbakan Koalisyon Hükümeti döneminde Türkiye’nin 20 Temmuz 1974’te adaya yapmış olduğu askeri müdahale ile yaşanan süreçtir.
Amerika o dönemde Türkiye ile yaşadığı gerginlik nedeniyle yıllarca ülkemize silah ambargosu uygulamış, ekonomik yönden ülkemizi baskı altına almıştı…
Amerika’nın geçtiğimiz günlerde Rum kesiminden adada üs kurma talebi; Türkiye ile günümüzde yaşanan gerginliğin ilerleyen süreçte Kıbrıs adası çevresindeki enerji yataklarının kullanımıyla daha da büyük sorunlara yol açabileceğini düşünerek, adada edineceği üsle buradaki askeri gücünün bölgede etkili olabileceği yönünde yeni bir stratejik hamlesi olarak değerlendirilebilir.
Çünkü Kıbrıs konusunda Türkiye ile Amerika bir kez daha karşı karşıya gelmesinin; adanın çevresindeki zengin enerji yataklarının Rumlarla anlaşması olan Amerikan Petrol şirketlerinin bölgedeki faaliyetine Türkiye’nin daha önce yaptığı gibi askeri tatbikatlarla mani olmak istemesiyle yaşanacak kriz nedeniyle olacağı çok açıktır. (Bkz. ‘’Doğu Akdeniz’de Sular Isınıyor’’ başlıklı makalem)
İşte tam da bu noktada Amerika’nın ulusal menfaatlerini korunmak amacıyla Kıbrıs’taki üslerine demirli donanmasını Türkiye ile yaşanabilecek bölgesel petrol krizinde kullanması gündeme gelebilecektir! Umarım böylesi bir dönemde sağduyu galip gelir.
Ama ABD Başkanı Trump’ın sağı solu belli olmayan söylemlerine, uyguladığı politikalarına, hele ki Türkiye’ye köşeye sıkıştırmak adına başlatmış olduğu vergi/döviz sarmalına baktığımızda, Amerikan Başkanında o sağduyuyu olabilmesi pek de mümkün gözükmemektedir.