İslam, insanlara insan olmanın, insanca yaşayabilmenin temel ortak paydasını kazandıran bir dindir. İslam, en temelde Allah’a yönelik bilinçli teslimiyettir. Müslüman insan, kendi varlığının farkında olarak Yüce Yaratıcı’nın varlığını anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır. Namaz, oruç, hac, zekat gibi temel İslami ibadetler, insanın kendisi, yaratıcısı ve evren hakkındaki farkındalık düzeyini daima yukarı taşır.
Unutmamak gerekir ki, insan olmak, başlı başına bir değerdir. İnsan olmak, insanı sevmeyi bilmek ve Yaratan’dan ötürü yaratılanı hoş görmektir. Biliyorsunuz, sevinç ve mutluluk paylaşıldıkça artar. Bayramlar, sevincin, mutluluğun, insanı insan yapan değerlerin ve güzelliklerin en üst düzeyde paylaşıldığı günlerdir. Öyleyse, gelin bu Bayram biraz yüreğimizin sesine kulak verelim.
İnsan olmanın başlı başına bir değer olduğunu tekrar düşünelim; Yüce Yaratıcı’ya bize verdiği nimetler için şükredelim. İnsana verilen en büyük nimet akıl ve beden sağlığıdır. Hemen hastalarımıza da acil şifalar dileyelim. Sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed der ki: “Beş şey gelmeden önce, beş şeyin kıymetini bilin: Hastalıktan önce sağlığın, meşguliyetten önce boş vaktin, fakirlikten önce zenginliğin, ölümden önce hayatın, ihtiyarlıktan önce gençliğin”. Dikkat edersek, bu uyarının insanın en çok ihmal ettiği alanlara işaret ettiğini anlayabiliriz. Sağlıklı isek, hastalık aklımızın ucundan bile geçmez. Ölüm gerçeğini hatırlamak rahatımızı kaçırır. Gençler bir gün ihtiyarlayacaklarını hiç düşünmek istemezler.
Zamanın avucumuzun içinden bir su gibi akıp gittiğini, ancak hayatın temposu biraz düştüğü zaman fark edebiliriz. Gelin hep birlikte, Hz. Peygamber’in bu uyarısının ışığında geride bıraktığımız, bize yüreğimizin sesini dinlememiz gerektiğini hatırlatan Ramazan ayına dönelim. Bu ayda görünenlerin arkaplanında neler olup bittiğini anlamaya çalışalım. Ramazan, kelimenin tam anlamıyla bir sabır ayıdır; arınma ayıdır; muhasebe ayıdır. Oruç, bize başarının anahtarı olan sabrı öğretir. Hz. Peygamber, “Kim Ramazan orucunu, samimi bir şekilde ve yalnız Allah rızası için tutarsa, geçmiş günahları bağışlanır”. “Ramazan ayı gelince cennetin kapıları açılır” buyurmuşlardır.
Ne derler, hatasız kul olmaz. Günahkarlık duygusu, insanın yaşama sevincini bile yok edecek düzeye ulaşabilir. Eğer bir kimse, günahlarından samimiyetle tevbe ederse, bir daha o kötülükleri yapmayacağına bilinçli bir karar verirse, bütün günahları Yüce Allah tarafından bağışlanır. Hz. Peygamber’in ifadesiyle “tevbe eden hiç günah işlememiş gibi olur”. İşte, arınma budur. İnsan sevgisinin zirveye ulaşması; paylaşma ve dayanışma duygusunun bütün toplumu kuşatması. "İnsan", Allah'ın halifesi olarak yaratılmış bir varlıktır. İnsanı en güzel şekilde yaratan Yüce Allah, ona akıl gibi iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan ayırabilen üstün bir nimet vermiştir. İnsan hür irade sahibidir. İstediğini yapma konusunda, kendi alanında hürdür.
Buna karşılık, insana, iyiyi, güzeli ve doğruyu gerçekleştirme gibi ağır bir sorumluluk yüklenmiştir. İnsan, insanlığını en iyi şekilde gerçekleştirmek için bu dünyadadır. Tek sermayemiz, ömür denilen kısa zaman dilimidir. Elimizdeki bu fırsatı iyi değerlendirmek, bize mutluluk getirecektir; ancak, bu mutluluğu, diğer insanlarla bir arada yaşayarak, birtakım güzellikleri paylaşarak elde etmek durumundayız. İçinde bulunduğumuz ortam, bilim ve teknoloji alanındaki baş döndürücü gelişmelere rağmen, insanların, günden güne yalnızlığa doğru itildikleri bir ortamdır. Buna bağlı olarak, "yaşama sevinci" azalmakta, insanı ayakta tutan, hayata bağlayan değerler çözülmektedir. Anne-baba çocuklarını anlamakta sıkıntı çekmekte; çocuklar annelerinin, babalarının kendilerini anlamadıklarından yakınmaktadırlar. İnsanlar, bir anlamda, kendilerini beton yığınlarının içine hapsetmiş gibidirler. Akrabalık, eskisi kadar etkin değildir. Komşuluk ilişkileri günden güne zayıflamaktadır.
Aynı apartmanda oturan kapı komşuları, çoğu zaman, birbirlerini tanımak ihtiyacı hissetmemektedirler. İnsanların birbirlerini anlamaları çok mu zordur? İnsan sosyal bir varlık olduğuna göre, bizler diğer insanlarla bir arada yaşamak zorundayız. Bunun anlamı, insanların birbirlerini anlamak ve birbirlerine katlanmak zorunda olmaları değil midir? Anlamak ve katlanmak kavramları üzerinde biraz durmakta yarar vardır: Benim, insan olarak tek başıma mutlu olabilmek mümkün olmadığına göre, diğer insanlara kendimi anlatmak ve onları anlamak, benim için ciddi bir sorumluluk olmaz mı? Bunun için, ilgi gösterip, zaman ayırıp diğer insanlara ulaşmanın yollarını aramak gerekmez mi? Biraz düşünecek olursak, insanları anlamamın da, kendini anlatmanın da pek zor olmadığını görebiliriz. Önemli olan, bu işe karar verip samimiyetle yola çıkmaktır. İşin arkası kendiliğinden gelecektir. Çünkü, bizim anlaşılmaya ihtiyacımız varsa, diğer insanların da anlamaya ihtiyacı vardır.
Bu insan olmanın gereğidir. Günümüz insanın en başta gelen sorunu "sevgisizlik"tir. İnsanlar, insanın özünde var olan insan sevgisine uzak kalmışlardır. İşin en kötü yanı, ne kaybettiklerini ve onu nasıl bulacaklarını da pek kestirememektedirler. Günümüz dünyasında yaşanan olumsuzlukların arkasında "sevgisizliğin" yattığını söylemek, yanlış olmasa gerektir. Oysa insanoğlunun, hava kadar, su kadar, belki de daha fazla sevgiye ihtiyacı vardır. Sevgisizlik, insanı, insanlık sınırının dışına sürüklemektedir. İnsan yaratılışı gereği seven ve sevilme ihtiyacı hisseden bir varlıktır. Sevgi, insanının hamurunda vardır. Yüce Allah, Rûm Sûresinin 21.âyetinde şöyle buyurmaktadır: "İçinizden, kendileriyle huzûra kavuşacağınız eşler yaratıp; aranızda sevgi ve rahmet var etmesi, Allah'ın varlığının belgelerindendir.
Bunlarda düşünen bir millet için dersler vardır". Bu ayet, hem insan neslinin "sevgi" ile devam ettiğini, hem de sevginin insanın ayrılmaz bir niteliği olduğunu ortaya koymaktadır. Sevginin sıcaklığından uzak kalan insanların neler yapabileceklerini anlamak için, her gün televizyon ekranlarını dolduran şiddet ve terör olaylarına şöyle bir göz atmak yeterli olacaktır. Sevginin, hoşgörünün olduğu yerde, şiddet olmaz. Allah’ın varlığına ve birliğine gönülden inanan bir insanın, hiçbir konuda, insan onuru ile bağdaşmayan eylemlerin içinde olabileceğini düşünmek, pek mümkün değildir. Allah insanoğluna sevme kabiliyeti vermiş; sevginin insanın hamurunda mevcut olduğunu bildirmiştir. Geriye, insanın, bu ilahî sevgiyi ortaya çıkartabilmek için harekete geçmesi kalmaktadır. Bunun için özel bir zaman ve mekan aramanın gereği yoktur. Her zaman ve mekan, “sevgi"nin ortalığı sımsıcak doldurması için uygundur. Önemli olan istemek ve harekete geçmektir.
Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhisselam, “sevdiğinizi karşı tarafa hissettirin” buyurmuşlardır. Sevmek, aynı zamanda ilgi göstermek ve saygı duymaktır. Bütün dünyanın sevgisizliğin sıkıntılarını çektiği bir zaman diliminde, müslümanlar, kötülükleri yok eden bir sevgi yumağı oluşturabilirler. Bu sevgi yumağı, insanın özünde var olan, insanın varlık yapısından kaynaklanan "sevgi"nin tezahüründen başka bir şey değildir. Dostlar, insanız; yanlışlarımız, hatalarımız kusurlarımız vardır. Sevdiklerimizin, büyüklerimizin, dostlarımızın, kardeşlerimizin kalplerini incitmiş olabiliriz. İşte hatalarımızı tamir etmek, kırılan kalpleri sevgi ile onarmak için bir fırsat...
Gelin hep birlikte Hz. Peygamber’in çağrısına uyarak, sevdiğimiz insanlara, onları sevdiğimizi söyleyelim. Unutmayalım, içten gelen bir sevgiye, hiçbir insan karşı koyamaz. Biraz düşünecek olursak, kırgınlıklarla, dargınlıklarla, küslüklerle kaybedecek fazla bir zamanımızın olmadığını kolaylıkla anlayabiliriz. Sevgi, insanın insanca yaşamasını sağlar. Sevgi, insanı olgunlaştırır, yüceltir, özgürleştirir. Barış, mutluluk ve sevgi dolu nice bayramlara…