Gezmek ve görmek istiyorum dünyayı belki çok okumaktan sıkıldım, belki çok gezenlere yetişirim diye düştüm acem yollarına. Acemistan yada acem diyarı demek isterdim ama diyemedim. Çünkü Araplar acem kelimesini kendileri haricindeki yabancılar için kullanmışlar. Gerçek anlamıda dil bilmeyen imiş. Biz Osmanlılar ve torunları İran için bu kelimeyi kullanmış.
Gezmek ve görmek için İran’a gideceğimizi kendi arkadaş çevreme söylediğimde hep aynı cevabı almam beni ne kadar önyargılı bir toplum haline geldiğimiz konusunda oldukça endişeye sevk etti . Ortak cevap ise İran’da ne işiniz var yada gidecek başka bir yer bulamadın mı?
Sabiha gökçen havaalanında Akça Koca Kültür Platformu ile buluştuğumda ise sanki ailemin yanına gelmişim hissine kapıldım.
Tahran’da otelimizin odasını yerleşmeden kahvaltı yapmamız bizlere kısa da olsa bir dinlenme imkanı sağladı. Kaldığımız otel dağa elini atsan uzanacak kadar yakındı. Zirvelerinde karların hala erimediği dağa bakarken üşümemek garip hissettiriyor.
Otobüse binip Sadabat Saray kompleksine doğru yola çıktık ancak öğrendik ki bizden daha önemli insanlar halen yaşıyor ve bu sebeple yönümüzü Niavaran köşküne doğru yönelttik. Köşk’ün havalandırmasının açılan tavan ile yapılmasını ve yüzlerce insanın işlendiği ipek halısını gördükten sonra 1979 devrimi anısına kısa bir gezintiye çıktık.
İmam Humeyni’nin mütevazi evi vaaz ettiği mescidi bizleri şaşırttı. Bu şaşırtıcı devrimi yapan insan yaradana hitaben ;
Ey dost, senin köyünden başka bir yer istemem,
Başımda senin toprağın sevgisinden başka bir sevgiye yer yok
Gece gündüz O’ nun dergahının kapısında boyun büküp durmakdayım,
Öyle bir sevgili ki O’nun Bir göz ucu bakışıyla damla deniz oluverir.
Yazmış zamanında.
Üç vakit namaz kılınır buralarda öğlen ile ikindiyi akşamla yatsıyı cem ederlermiş. Güneş tepemizde çıkarken biz yerin altındaki metroyla aynaların Sarayı olan Gülistan sarayına gittik. Gülistan sarayının harem kısmında yaşayan hanım sayısının yüzü bulduğu konusunda ufak bir ihtilaf yaşadıktan sonra sayının yüzü aştığı rehberimiz tarafından teyit edildi. Yorgunluk mudur nedir bilinmez saray ziyareti bittikten hemen sonra çarşının girişinde çok şık olmayan ancak yemeği lezzetli bir lokantaya gittik. Oktay Bey’in sayesinde hızlı servis almayı öğrendik bu arada küçük bir ayrıntı bazen bay-bayan tuvaletleri bir arada olabilirmiş şaşırmamak lazım. Yemek yerken gökyüzü yükünü yere attı ve ardından Tahran çarşısının gezme fırsatı bulduk. Tahran Çarşısından daha fazla ilgi çeken hadise Tahtakale Borsası’nın çarşı girişinde kendine mekan tutmuş olmasıydı. Halıcılar halı satmaya çalışırken bizlere ambargo zamanında çalınan İran paralarının ve nerelere gittiğinin hesabını bizlere anlatmaya çalışmaları çok daha ilginçti. Tahtakale borsacılarının yanında seyahat boyunca Oktay hocamla içebileceğimiz En iyi çayın bir seyyar satıcıdan alınacağını bilmiyordum elbette.
Akşam geç saatte yeniden toprak üstünde çıktığımızda güneşin battığını gördük. Otele gidip dinlenelim bari dedik ertesi sabah Tahran havaalanından Şiraz’a uçabilmek için ekstradan iki saat bekleyeceğimizi nereden bilebilirdik. Şiraz’a indiğimizde kemiklerimize nüfuz eden sıcak havayı ve bu hava ile birlikte Sadi’nin serin bahçesinde gezdikten ve şifalı suyu ile abdest alıp namaz kıldıktan sonra hafızın mekanını gittik. Aşık bir gencin şarkısı gönlümüzü açtı.
Daha gözyaşımızı silmeden kendimizi İrem bağlarında bulduk. Çok geniş ve güzel bir bahçeydi. Burada selvi ağaçlarının uzun ömrün temsil ettiğini kabirleri süsleyen bir ağaç olmadığını bizdekinin tersine uzun ve sağlıklı hayatı temsil ettiğini anladıktan sonra İran gençlerinin gayet konuşkan ve dışa açık olduklarını fark ettik.
Kale kenarında dondurma yedikten sonra tarihi Şiraz Çarşısı'nı gezdik. Bugünlerin AVM komplekslerinin yüz yıllardır doğuda ve biz de kapalı çarşılar ile temellerinin atıldığına kesinlikle karar verdikten sonra Oktay hocam için bir kilim pazarlığında bulunduk.
Bir burcu yamuk tıpkı İtalya’daki pizza kulesi gibi. Kerim Han kalesini terk ettikten sonra bir akşam yemeğine karar kıldık. Yedik, içtik, pasta kestik, çay içtik derken sabah kahvaltı için otelin ondördüncü katında bulduk kendimizi.
Vekil camini ziyaret ettik dış mimari yapı çok sade, ancak içi ayna işçiliğinin doruk seviyelerinde olan bu muazzam yapının ziyareti ezan vaktinin yaklaşması münasebeti ile kısa sürdü. Sırada Persepolis antik kenti ziyareti vardı. İrem bağları bu şehirde olduğuna göre sütunları ve güzelliği ile ünlü bu tarihi kentin İrem şehri olduğuna karar vererek şehirden kalan harabeleri gezmeyi tamamladık. Doğrusunu elbette tarihçiler bilir ancak sütunlarının yüksekliği ve zarifliği nedeniyle yüce kitabımızda bahis edin şehrin bu olabileceği hipotezimi ispatlamaya çalışmayacağım acemi tarihçi sıfatının arkasına sığınarak tekrar yola çıktık.
Yolu uzun ancak Akça Koca fm ve değerli çalışanlarının yapmış oldukları akıcı ve etkili program ile zamanı kısa süren bir yolculuk sonrası karpuz molası verdik. Yerel rehberimizden en tatlı karpuzun sarı karpuz olduğunu öğrendik. Geç saatte İsfahan’a vardık, bir şeyler yedikten sonra acıkmış olduğumuzu farkettik. Yakında bir Köprü varmış adı Shahrastan. Dediler Uzunköprü kadar var, Boğaz köprüsünden ise kısa. Gündüz saatlerinde görseli pekiyi olmayan ancak akşam gerdanlık gibi şehri süsleyen köprünün ziyaretinin ardından otele yerleştim.
Sabah bir halıcıya, halıcıdan da gene bir alışveriş merkezine pardon Kapalıçarşı uzandık. Uçan halı yapmaya çalışıyorlarmış, sihirlisi yapılmış. Ne Kapalıçarşı ama içinde Ali kapı sarayı, Nakışı Cihan meydanı, Mescidi Şah, Jameh camisini bulunduran bir gününüzü rahatlıkla harcayabileceğiniz devasa yapıdaki çarşıda gezerken Prof.Dr. İlber Ortaylı hocamız ile karşılaşmamız hoş bir süpriz oldu. Hipotezimi İlber hocaya soramadım ama belki mail atarım ne de olsa iletişim çağındayız ey kalem ehli. Heybelerimizi doldurduktan ve kameraları kapattıktan sonra yaşayabileceğimizi umduğumuz ve yeşilliğine hayran kaldığımız İsfahan’ı terketmeden önce depreme dayanıklı yapıların ilham kaynağı olan mimar Bahaeddin Amili tarafından Abdullah Garladani’nin türbesini ek olarak yapılmış sallanan minareyi ziyaret ettik.
Keşan mıydı yoksa Kashan pardon o bizim taraftaydı. Dediler ki bu şehir 7000 yıl önce de varmış bizim Keşan o kadar yaşlı mı bilmiyorum. Fin bahçesi ve hamamı Ortadoğu ve dünyada en ünlü tarihi bahçelerdemiş.
Gezinin sonlarına yaklaştığımızdan mıdır yoksa darbuka sesinin dayanılmazlığından mıdır bilinmez oynayıp satın aldık. Bundan sonra şehrin merkezine ilerlemek Şiilerin 12. İmamı beklediği o mübarek saydıkların gece de biraz zor oldu restore edilen rehberimizin tavsiyesi ile gittiğimiz kervansaray olmasına az kalmış çok hoş bir mekanda çay içtik ve pasta yedik.
Ey dostlar havalanına geldik kapılardan geçtik ve uçaktayız. Ne kadar çabuk bitti. İran’mı bizi gördü yoksa biz mi onları anlamadan güneşle birlikte İstanbul’a geliverdik. İstanbul’da en zoru Akça Koca ailesinden, başka bir buluşma ortamında kavuşana dek sabırla beklemek üzere ayrılmak oldu.
Sevgi ve saygılarımızla.