Prof. Dr. Hasan ONAT

Akademisyen

Kadının Olmadığı Yerde Uygarlık Olmaz

Toplumların gelişmişlik düzeyi ile ilgili en şaşmaz ölçüt kadının yeridir. Kadınlara hak ettiği değerin verilmediği bir toplumun uygar olduğundan, gelişmiş olduğundan asla söz edilemez. Çünkü, uygarlık en temelde insan olmanın başlı başına bir değer, hem de insanlığın temel değeri olduğu gerçeği üzerine inşa edilir. İnsanoğlu, insanlığı “ana” dan öğrenir. Kadına saygı duymayanlar, insan olma sürecinin en alt basamaklarına takılıp kalmış sayılırlar.

Medeniyetin merkezine “insan”ı, insana saygıyı yerleştirerek düşündüğümüzde, “kadın” sorununun sadece Müslümanların değil, bütün insanlığın sorunu olduğunu görmezlikten gelemeyiz. Gerçekten de, dünyanın her yerinde, yeterince insan olamayanların, vahşiliklerini, cahilliklerini, ezilmişliklerini kadın üzerinden yansıttıklarını görmekteyiz. Bu durum, Müslüman kadının acılarını elbette hafifletmez. Eğer bugün bir buçuk milyara yaklaşan Müslümanların yaşadıkları bölgelerde hala kan varsa, hala gözyaşı varsa, bu hem en çok sıkıntı çekenin kadınlar olduğunu, hem de, kadına saygıyı öğrenemeyen ve içselleştiremeyen toplumların ezilmeye mahkum olduklarını gösterir.

Müslümanlıktan, Müslümanların yaşadığı yerlerden söz edildiği zaman, hem uygarlık, hem de kadın konusunda, gerçekten ciddi çelişkiler karşımıza çıkmaktadır. İslam uygarlık iddiası olan bir dindir. Nitekim, Müslümanlar, her ne kadar bugün, varlığından söz etmek pek mümkün değilse de, insanlığa muazzam bir uygarlık hediye etmişlerdir. Bu uygarlık, Kur’an’ın getirdiği yeni bir “insan”, yeni bir “tabiat” anlayışı üzerine, yeni bir değerler sistemi ile inşa edilmiştir. Bu uygarlıkta kadının hissesi, gerçekten ciddi bir araştırma konusudur. Biz, Müslümanların son iki asırdır içine sürüklendiği açmazda, genelde “insan” özelde “kadın” algısındaki çarpıklığın ciddi ölçüde etkin olduğunu düşünüyoruz. Bu sebepten, çok açık olmasına rağmen görmezlikten gelinen bazı çelişkilere dikkat çekmek istiyoruz.

Müslümanların, Tanrı’nın muhatabı olan “insan”ı yeniden keşfetmeleri gerekmektedir; “insan” algısında ciddi sorunların olduğu kanaatindeyiz. Bu sebepten, kadının statüsü meselesi, müthiş bir çelişkiler yumağını açığa çıkartmaktadır. Şöyle ki, hem cennetin anaların ayakları altında olduğunu söyleriz, hem de anaları/ kadını ayaklar altına alırız. Erkek bir günah işlerse, “elinin kiri” olur; kadın bir günah işlerse, “namusun temizlenmesi” gerekir. Bir erkeğin, kendi kız kardeşine davranışı ile, bir başka erkeğin kız kardeşine davranışı arasında uçurumlar kadar fark vardır. Çelişkinin en ağırı da, bir ananın kendi kızına bakışı ile, oğlunun birlikte olduğu bir “başka ananın kızı”na bakışı arasındaki farkta ortaya çıkar… O zaman meselenin adını koymak gerekir: Her erkek bir kadının eseridir. Uygarlıktan söz edeceksek, işe öncelikle kadınlardan başlamak gerekir. Uygarlığın tohumlarını kadınlar eker…

İslam’da kadının yeri ve statüsü konusundaki çelişki, Kur’an’ın talepleri ile, Müslümanların yaşadıkları fiili gerçeklik arasındaki uçurumda daha açık gözlenebilmektedir. Kur’an, kadın ve erkeği, yaratılışta, özde eşitlerken, gelenek çoğu zaman kadını görmezlikten gelir. Kur’an, insanlığın doğal akışına müdahalede bulunurken, önce insanın yerini yeniden belirlemiştir: İnsan topraktan yaratılmıştır. Bunun anlamı, insan olmanın, kadın olmaktan, ya da erkek olmaktan önce geldiğidir. Kendisinin “insan” olduğunun farkında olan her insan, Allah’ın topraktan yarattığı bir varlık olarak her insanın “eşit” olduğunu bilir. Toprak insanları eşitlemektedir. Rum suresinin 20 ve 21. ayetleri, kadın ve erkek olma konusunda ana ilkelerden birisini bize hatırlatmaktadır: “Sizin topraktan yaratması, O’nun delillerinden/ mucizevi işaretlerinden birisidir ve sonra siz (bir süreç içinde) beşer olarak gelişip kişilik kazandınız. Yine sizin için kendileriyle huzur bulasınız diye kendi cinsinizden eşler yaratması, aranıza sevgi ve merhameti yerleştirmesi de O’nun delillerinden/ mucizevi işaretlerindendir. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen insanlar için dersler vardır.” (Rum, 30/20-21)

Kur’an’a göre, kadın ve erkek “aynı öz/can”dan yaratılmıştır. Yüce Yaratıcı bu gerçeği şöyle ifade eder: “Ey insanlar! Sizi bir tek canlı varlıktan yaratan, ondan da eşini var eden ve her ikisinden de pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Kendisi adına birbirinizden hak talep ettiğiniz Allah’a karşı sorumluluk bilinci duyun ve bu akrabalık bağlarını gözetin. Şüphesiz Allah üzerinizde daimi bir gözetleyicidir.” (Nisa, 4/1) Kur’an, “kadınların erkekler için, erkeklerin de kadınlar için bir elbise/örtü” gibi olduğuna dikkat çeker (2/187). Aslında, aynı özden kadın ve erkek olarak yaratılmış olan insan, her şeyiyle, her haliyle özgün bir varlıktır. Ancak, insani bütünlüğün sağlanabilmesi, eşler arasında oluşan ilahi sevgi ve rahmetin açığa çıkarılmasına, geliştirilmesine, büyütülmesine bağlıdır. Müslümanların bu sevginin ne kadar farkında olduklarını gerçekten düşünmek gerekmektedir.

Sadece ilke bazında dikkat çektiğimiz bu gerçekler, Hz. Muhammed’in sağlığında, kadına gerçekten kişilik ve özgürlük kazandırmıştı. Öyle ki, Hz. Ömer, hicret sonrası Mekke’den gelen kadınların Medineli kadınlara özenerek özgürleştiklerini, kendi varlıklarının farkında olduklarını dile getirmek ihtiyacı hissetmişti. Hz. Ömer hutbe okurken, üzerindeki elbisenin hesabını soran bir kadın sahabe idi. Hz. Ömer zamanında bugünkü karşılığı zabıta amirliği olan “Hisbe”nin başında bir kadın görev yapıyordu; çarşı- pazar ondan soruluyordu. Uhut’ta Hz. Peygamber’in dişinin kırılmasına yol açan kargaşada, vücudunu Hz. Peygamber’e siper ederek şehit olanların içinde bir kadın Müslüman vardı. Peygamberliğinin en zor aşamasında Hz. Muhammed’in yanında sevgili eşi Hz. Hatice vardı. Bütün bunları geçmişe öykünme amacıyla dile getirmiyoruz. Bugün gelinen noktada, eğer özgürlükten, özne olmaktan, insanca yaşamaktan söz edeceksek, işe kadınlardan başlamak gerektiğini hatırlatmak istiyoruz. Kendilerine güvenemeyen, kendilerinden korkan erkekler, kadını eve hapsederek kendilerini güvence altına almak istemektedirler. Toplumda özgürlük bilincinin gelişebilmesi, kadınların özgür bireyler oldukları bilinci ile doğru orantılıdır. Tekrar edelim: Her erkek bir kadının eseridir. Kadının olmadığı yerde uygarlık olmaz.