Sovyetler Birliği belki insanlık târihinin gördüğü en acımasız totaliter rejimdir. Fakat Rusçanın büyük bölümü yabancı menşeli kelimelerden meydana geldiği halde tasfiyeciliğe teşebbüs edilmemiştir. Kızıl Çin'de 1960'larda imparatorluk döneminin izlerini silmek için yapılan ‘Kültür İhtilali’ sırasında pek çok eser ve târihî miras tahrip edilmiş, dile dokunulmamıştır. Bu ideolojiler kendilerinden evvelki rejimleri çok kanlı ihtilâllerle devirerek tamamen farklı rejimler kurdukları halde evvelki rejimden devraldıkları lisana ellerini sürmemişlerdir. Demokrasi ile idare edilen hiçbir ülkede zaten dilde tasfiyecilik yapılmamıştır. Yapılması da mümkün değildir. Kelime ırkçılığına dayanan tasfiyeciliğin bir insanlık suçu olduğuna şüphe yoktur. Türkiye'de ilâve olarak Osmanlı'nın son döneminden itibâren okumuşlarımıza ârız olan batı karşısındaki aşağılık duygusu kendi geçmiş kimliğimize ve mensubu olduğumuz kültüre karşı bir nefret yarattı. Bu zihniyet sâhiplerinin uzun yıllar devlete hâkim olması Türkçenin bahtsızlığıdır. Türkiye demokrasi yolunda ilerledikçe, İngiliz Türkologu H.C.Hony'nin dediği gibi, tasfiyeci zihniyetin tesirini kaybedeceği muhakkaktır. Ama korkarım ki verdiği zararı da büyük ölçüde sineye çekmek mecburiyetinde kalacağız.
İnsan kasabı olarak bilinen acımasız diktatör Lenin bile rejimi kökünden değiştirdiği ve tamamen yeni bir dünya anlayışı getirdiği halde Fransızca, Almanca, Latince, Yunanca menşeli kelimelerle dolu Rusçaya dokunmamıştır. Yoksa bugün Rus halkının, Dostoyevskileri, Tolstoyları anlaması mümkün olur muydu? Stalin, devirdiği ve lanetlediği eski rejimin yalnız lisanını değil bütün kültür değerlerini korumuştur. 2. Cihan Harbi'nde Alman ordusu Leningrad'dan çekilirken intikam almak maksadıyla çarlığın saraylarını yakıp yıktı. Stalin çok büyük fedakârlıklarla bu sarayları, elde kalan dokümanlardan, fotoğraflardan faydalanarak, bütün zengin dekorasyonuyla beraber yeniden inşa ederek eski haline getirdi. Klasik müziği, Çaykovskileri, Rahmaninofları sarayın, aristokrasinin müziğidir diye unutturmaya çalışmadı...
1960'tan sonraki koalisyon dönemlerinde bile bazı Millî Eğitim Bakanları, Türkçeleşmiş ve bin yıldır halkımızın kültürüne mal olmuş yaşayan Türkçenin kelimelerini, sırf Arapça ve Farsça menşeli oldukları için, okullarda bile resmen yasaklamaktan çekinmediler. Okullara, yasakladıkları yüzlerce kelimelik listeler gönderdiler ve kullanılmamaları talimatı verdiler. Demokrasi ile idare edilen hiçbir ülkede böyle bir şey olması mümkün değildir. Bu rejime bunun için vesayet rejimi diyoruz.
Kıymetli dil âlimi Prof. Dr. Necmettin Hacıeminoğlu (1932-1996) ‘Türkçenin Karanlık Günleri’ adındaki eserinde ibret alınacak bir hadiseyi anlatır:
‘Anlatacağım şu hadise ise, daha da ibret vericidir: Bir gün, zamanın Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, Prof. Sıddık Sami Onar'a tesadüf ediyor. Yücel liseden sınıf arkadaşı olan Onar'a:
-‘İdâre Hukukunun Esasları’ adlı eserini okudum, fakat dilini beğenmedim. Ne kadar Osmanlıca kelime kullanmışsın…’ Diyor. Onar da:
-Ne yapayım, dilimizde hukuk mefhumlarını yanlış anlaşılmaya meydan vermeyecek şekilde karşılayan ve herkesçe kabul edilmiş Türkçe terimler yoktur.’ Diye cevap veriyor.
Bakanın cevabı şu oluyor:
-Osmanlıca kelimeleri gene de kullanmamalıydın. Varsın kitap eksik kalsın. Mesela ben ‘Mantık’ kitabımın son baskısında söylemek istediklerimin yarısını yazamadım. Fakat eser öz Türkçe oldu ya, sen ona bak. (İrfan Yayınevi, 1977)