Son günlerde özellikle Cuma namazları sonrası Kudüs’le ilgili etkinlikler sebebiyle genel bir değerlendirme yazısı yazmak istedim. Bu tarihi şehri 1998’de gezip görmüş ve çok faydalı bilgilere sahip olmuştum. Kudüs Şehri İbranice Yeruşalem, İngilizce Jerusalem adları ile bilinir ve bunlar dostluk şehri manasındadır. Burası Hz.İbrahim’in de yaşadığı ve üç büyük dince önemli tarihi bilgi ve hatıralara sahip Ortadoğu’nun en eski yerleşim yerlerinden biridir.
Biz müslümanlar için Mekke ve Medine birinci harem, Kudüs de ikinci harem bölgemizdir. Dinimizce bu kadar önemli olmasının sebebi ise peygamberimiz Hz.Muhammed’in(a.s) Miraç hadisesinin buradan gerçekleştiği inancımız ve ilk kıblemizin16 ay süre ile burası olmasıdır.
Tarihi sırası ile gidersek bu şehir Yahudilerce de önemlidir. Çünkü Hz.Davud(a.s) zamanında yapımına başlanıp, Hz.Süleyman(a.s) zamanında bitirilen (M.Ö. 950-947) mabed burada yapılmıştır. Hz.Musa’nın (a.s) Sina Dağında aldığı 10 emrin yazılı olduğu 2 taş tablet(kutsal ahid) burada muhafaza edilmişti. Süleyman mabedine Beytü’l-Makdis(mukaddes ev)denir. Bu şehir M.Ö de 586’da Babilliler tarafından ele geçirilmiştir. Babilliler bu mabedi yıkmış ve bölgede yaşayan Yahudileri de sürgün etmişlerdir. Buna birinci yıkım deniyor.
Daha sonra bölge Pers Devleti hakimiyetine geçer. Bu dönemde Yahudilerin buraya dönmelerine izin verilir. Perslerden sonra Romalılar bölgeye hakim olur. Roma’ya bağlı bir yönetim tarzında, Yahudi kral Herod zamanında mabed yeniden inşa edilir. M.Ö 20’li yıllarda yapılmış olan bu imar faaliyetlerinden Ağlama Duvarı da aynı dönemde yapılmıştır. Roma’ya bağlı bir krallık olarak yaşayan Yahudilerin merkezi idare ile arası bozulur. Roma İmparatoru Vespasyanus oğlu Titus’u bölgedeki kargaşayı düzeltmesi için Kudüs’e gönderir. Titus M.S. 70 de bölgeyi ele geçirip şehri yağmalatarak yönetimine alır ve buradaki mabedi yıktırır. Bu ikinci yıkımdır. Romalılar buraya kendi pagan dinlerine ait Jupiter adını verdikleri tapınaklarını yaparlar. Kutsal tepedeki bugün gördüğümüz bazı yapılar bu tapınağın kalıntılarıdır. M.S.135’ deki Yahudi isyanı ile bunun yıkılması ve bölgedeki huzursuzlukların giderilmemesi sebebiyle yeniden sürgün edilirler. Arabistan’a, İspanya’ya, Afrika’ya, Rusya’ya Yahudi göçü bu zaman da olur. Buradaki kutsal tepe ise zamanla çöplük haline gelir.
M.S 622’de Miraç olayı olduğunda bu tepede bir mabed yoktur. Mescidi Aksa, uzak mescid anlamında olup bu bölgedeki manevi anlamı büyük bir toprak parçasıdır. Mekke’ye uzak olduğu için bu isim verilmiştir. 638 yılında Hz.Ömer zamanında Kudüs feth edilmiştir. Hz.Ömer şehre geldiğinde patriğin ibadet edebileceğini söylemesine rağmen O, Hıristiyanlar için önemli bir dini merkez olan kıyamet kilisesinde namaz kılmamıştır. Şehirdeki bu tepeye geldiğinde ise aradığı yerin burası olduğunu söyleyip şimdiki caminin olduğu yere ahşap bir cami yaptırmıştır.
Emeviler zamanında mabed tepesine Abdulmelik bin Mervan tarafından, altında küçük bir mağara olan mukaddes kayanın üzerine yapılan ve bugün altın kaplamalı kubbesi ile dikkatimizi çeken Kubbetu’s-Sahra(691) ,Vahid bin Abdulmelik zamanında ise Mescid-i Aksa Camii (715) yapılmıştır. Burada bilinmesi gereken Mescid-i Aksa bu iki yapının da olduğu, ayrıca şu anda birçok tarihi eserlerin de bulunduğu bu tepelik alanın tamamıdır. Bu iki eser Abbasiler, Memluklular, Eyyubiler, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde korunmuş, ayrıca eğitim ve diğer amaçlı yapılarla da bu alan bugünkü halini almıştır.
Kudüs ve bu bölge 1099’da haçlı seferleri ile el değiştirmiş, İslami eserler bu dönemde farklı maksatlarla kullanılmıştır. Büyük Selçuklu Devletinin Atabeylerinden Nureddin Zengi zamanında ise bölge haçlılardan tekrar kurtarılmıştır. Şehir ise 1168’ de Selahaddin Eyyubi tarafından tekrar geri alınmıştır.
Kudüs şehri ve bu bölge 1516 da Osmanlı Devletinin hakimiyetine girmiş ve 1917’de Osmanlı Devletinin bu toprakları terkine kadar Türklerin yönetiminde kalmıştır. Birinci Cihan Harbinde Osmanlı Devletimizin tüm gayretlerine rağmen İngilizlere karşı mağlup olması ile bölge 1917 den 1947 tarihine kadar İngilizlerin kontrolüne geçmiştir. Burada bölgenin komutanı Cemal Paşa’nın İstanbul’a geri dönüşü esnasında, Anadolu insanının ve yerleşim yerlerinin perişan halini görüp ‘keşke buralarda görev almış olsaydım’ demesinin hikmetini unutmamamız lazım. 1948’de de yeni kurulan İsrail Devleti ile Doğu Kudüs Ürdün’ün, şehrin batısı ise İsrail’in yönetimine bırakılmıştır. Buraların Müslümanların elinden çıkmasında Osmanlı Devletine ihanet ederek İngilizlerle işbirliği yapan Şerif Hüseyin ve oğlu kral 1. Abdullah’ın vebalini unutmamak gerekir. Nitekim Kral Abdullah 1951’de Mescid-i Aksa Camii içinde ‘’Sen velinimetine ihanet ettin. Hainliğin bedeli ölümdür!’’diyen bir Filistinli genç tarafından vurularak öldürülmüştür.
Kudüs şehri bölgesi 1967 savaşından sonra tamamen İsrail yönetimine geçmiştir.1980 yılında ise bu şehri başkent ilan etmişlerdir. Bu ilan BM tarafından tanınmamakla birlikte İsrail Devleti yönetim birimlerini bu şehre taşımıştır.1988’ de ise yaşadıkları bölgeyi içine alan bir Filistin Devleti kararı, Yaser Arafat’ın Başkanlığını yaptığı Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından Cezayir’de alınmıştır. Bu kararı daha sonra peyderpey başta Türkiye olmak üzere dünyadaki 193 ülkeden 137 si tanımışken Amerika, Almanya gibi batının güçlü devletleri ise henüz tanımamaktadır. 2017 ‘de ise Amerika’nın BM in burası ile ilgili ortak şehir kararına rağmen Kudüs’ün İsrail’in Başşehri olmasını onaylama manasına gelen Büyükelçiliğini taşıma kararı bölgede yeni bir gerilimi ateşlemiştir. Bu karara karşın Türkiye’nin önderliğinde İslam İşbirliği Teşkilatı Doğu Kudüs’ü Filistin Devletinin Başşehri olarak tanıması ve bunun kabulü yönünde başta BM nezdinde yaptığı çalışmalar sürmektedir.
Bölge barışı için bu kutsal şehrin yönetimi ve statüsü önemlidir. Nüfusunun çoğunluğu Filistinli olan ve Müslümanlarca kutsal değeri olan bu şehrin yönetimi tek başına İsrail’e bırakılamaz. Hıristiyanlarca da önemli tarihi ve dini değere sahip olan bu şehrin statüsü, kutsal yerlerin ve mensuplarının güven ve emniyetini sağlayan; onların burada yaşama ve ziyaret imkanını rahatlatan özellikte olması gerekir. Devletimizin bu konudaki yapıcı çalışmalarına diğer ülkelerin ve özellikle komşu İslam ülkelerinin samimi desteği böyle bir süreci temin edebilir. Bu konu İsrail devleti ve halkının huzuru içinde önemlidir.
Başta ülkemiz ve bölgemiz olmak üzere barışın getirdiği, huzur ve refahın sağlandığı bir dünyada yaşamak dilek ve dualarımızla…