Türkiye doludizgin milletvekili seçimine giderken, ülkemizin gündemi bu önemli seçime kilitlenmişken; dış politikamıza yarım asırdan beri damgasını vuran Kıbrıs konusunda adada gündem bir hayli sıcak…
Çünkü KKTC Cumhurbaşkanı Sn. Mustafa Akıncı’dan hiç beklenmedik bir hamle geldi!
Nedir bu hamle?
BM Genel Sekreteri Guterres’in 28 Eylül 2017 de Güvenlik Konseyine sunduğu raporun 24’ncü paragrafındaki;
‘’Mevcut garantiler sisteminin tek taraflı müdahaleye imkân vermesinin benimsenemeyeceğini ileri sürmüş’’ olduğu bu raporun kabul edilebileceğini yönünde bir beyanı ile Rum tarafına çağrıda bulunmasıdır!
Böylesi bir açıklama; Rum tarafının ‘’sıfır garanti, sıfır asker’’ görüşüne de uygun olup, garantiler konusunda Rumların beklediği tavizi vermeye hazırız demenin dolaylı yoldan kabulüdür!
Bu noktada Sn. Akıncı’ya sorulması gereken soru şudur:
Durup dururken böyle bir açıklamaya neden gerek duymuştur?
Göreve geldiği günden bugüne katıldığı müzakere sürecine bakıldığında: Daha önce de adada herhangi bir anlaşma olmadan, Türk tarafının verebileceği toprak tavizini içeren bir haritayı BM Genel Sekreterine sunarak, kasasında kilit altına aldıran o hamlesini de düşündüğümüzde;
Sn. Akıncı, böylesi kritik hamleleri yaparken; adadaki hükümet yetkilileriyle ama daha da önemlisi adanın garantörü, Kıbrıs Türk Halkının hamisi Türkiye ile görüş alışverişi yaparak, onların onayını alarak mı bu hamleleri yapmaktadır?
Yoksa Türkiye’de olduğu gibi; ‘ben yaptım oldu’, mantığı ile mi hareket etmektedir?
Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı, 6 Mayıs Pazar günü KKTC’de katıldığı bir panayırda; bu açıklamasının saptırıldığını ifade etmiştir.
Ancak, KKTC’de iş başında olan Hükümetin Başbakanının, Dış İşleri Bakanının konuyla ilgili beyanları; Sn. Akıncı’nın yapmış olduğu bu açıklamasının kendilerine bilgi verilmeden yapıldığı yönündedir. Onların bu tespiti saptırma değil, gerçeğin ta kendisidir.
Sn. Akıncı, Kıbrıs müzakerelerinin yeniden başlaması için böyle bir hamle yapmış ise; konuya yanlış yerden yaklaşmıştır!
Diğer taraftan, Türkiye Dışişleri Bakanı Sn. Çavuşoğlu; Rumların ‘sıfır garanti, sıfır asker’ ısrarı karşısında müzakerelerin sürdürülemeyeceğini ifade etmiştir.
Mevcut duruma bakıldığında Sn. Akıncı; her şeye rağmen Kıbrıs konusunu çözeceğim diyorsa!
Şunu da unutmaması gerekir:
Adada çözüme onay verecek taraflardan birisi de Türkiye’dir. Türkiye’nin onaylamayacağı hiçbir çözüm modeli uluslararası zeminde kabul görmeyecektir.
Varsayalım ki! Türkiye’deki yönetim Sn. Akıncı’nın bu hamlesini bu yılın sonbaharında müzakerelerin yeniden başlaması yönünde yapmış olduğunu kabul edip, bu hamlesine sessiz kalarak destek vermiştir!
Pekiyi, Sn. Akıncı’nın bu hamlesiyle müzakere süreci yeniden başladığında; toprak tavizini almış, Türkiye’nin garantörlük hakkını kaldırmış, Türk askerinin adayı terk etmesini sağlamış Rum tarafının çözüm paketinin içinde talep edeceği ne kalmış olacaktır?
Böylesine bir çözüm paketinin yıllar sonra ulaşacağı son; ‘’Enosis’’ olmaz mı?
Şu anda adada geçen her gün Kıbrıs Türk Halkının aleyhinedir. İç/dış politik gelişmeler, AB Fonlarının KKTC’deki kullanımının giderek artması, Kıbrıs konusundaki çözümsüzlüğün Türk tarafına izolasyonlarla yansımaya devam etmesi, ada çevresinde mevcut enerji kaynaklarının batılı ülkelerin markajında bulunması, halkın giderek Rum tarafıyla iç içe yaşanabileceğine alıştırılması, Hıristiyan dünyasının Rum tarafına verdiği destek de düşünülürse…
Bu tabloda yapılması gereken hamle:
Rum tarafının ‘sıfır garanti, sıfır asker’ talebine göz kırpmak değil; Kıbrıs Türk Halkının adadaki kazanılmış haklarını savunmak, güçlendirmek, Türkiye’nin Kıbrıs’taki milli menfaatini korumak olmalıdır.
Ancak adadaki gelişmelere, özellikle de KKTC’deki siyasi gelişmeler değerlendirildiğinde; Girit adasının da elimizden böyle bir süreç sonunda kayıp gittiğini hatırlatmaktadır!
Bu gelişmelere bakıldığında, akla gelen soru şudur!
Kıbrıs’ın sonu Girit gibi olur mu?
Ama böylesi bir sona ne Türk Milleti, ne de Kıbrıs Türk Halkı evet demeyecektir…