80’lerin sonlarına doğru meşhur “Patagonya’nın Sesi Radyosu”nda sorardı ecnebîler Vatandaş Rıza’ya:
-- Sen Müsliman?
-- Eh, zaman zaman..
Mısır’ın fethi Osmanlı için sonun başlangıcı oldu. Zira ardından Kanunî devrinde tavan yaparak yavaş yavaş dibe salınmaya durdu. Çünkü Osmanlı Türkü’nün beynindeki Matûridî çip yerini Eş’arîliğe bıraktı.
Marka Müslümanlığı, menkıbevî Müslümanlık, an’ane Müslümanlığı, kaba softa / ham yobaz’lık gibi isimlendirmelerden öte merhum Âkif gibi şakakları zonk zonk bir vicdan abidesi bile Avrupa dönüşünde “Dinleri yaşantımız gibi, yaşantıları Dinimiz gibi” demek durumunda kalmıştı.
Bizim hacılar – Allah kabul etsin – ‘Yâ sabır’ yemini ettikleri için uhrevî telezzüzden gayrisini anlatmazlar. Oysa Allah’ın Beyti’nde bile Müslüman Müslümanı omuz - dirsek yara yara geçiyor.
Temizlikten bîhaber hacının yada ehl-i namazın enforme edilmesi için hangi canlı yayına bağlanacağız?
Dünyada rüşvetin en yaygın olduğu ülkeler: Pakistan, Mısır, Azerbaycan, Nijerya, Türkiye.. Hatta gittiğimiz Avrupa ülkelerine bile hile - hurdayı biz öğrettik, iftiharla.
Dinimiz “Oku” der, yatmayı tercih ederiz. “İnsana çalıştığından başkası yoktur” der, Sazanlık Piyangosu’na milyon milyon sarkarız. Dedikoduyu, gıybeti, hasedi yasaklar; dizilerle ailemizin ‘sıfır kilometre’ üyelerine bile tay tay’ı bunlarla öğretiriz.
Çevre bilincimiz katletmek üzerine; sorumluluk anlayışımız “Bu dünyada bir tek ben yaşıyorum” üzerine. “Kitabına uydurmak” en sevdiğimiz şey ve padişah dedelerimizden miras.
“Müslüman her şeyin en iyisine lâyık” teranesiyle çocuklarını dış ülkelere gönderip genç kızlarla tanışsınlar diye yarışan İslâm-cı sosyetemizin makyajları rahmet yağmurunda bile dökülmüyor.
Olumsuz örneklemdeki “Bunu yapan birkaç kendini bilmez. Gerçek Kocaelisporlular kesinlikle yapmaz” repliği bizim Müslümanlık anlayışımıza sökmüyor birader.
Temel’in ters yol anonsunu duyduğunda dediği gibi: “Biri değil, biri değil, hepsi!” “Siz onlar görseydiniz deli derdiniz, onlar da sizi görseydi ‘Bunlar Müslüman değil’ derlerdi.” (H)
Filmin en acıklı sahnesi; hastanın hasta olduğunu bilmemesi.. Cuma Hutbesinde gözü açık uyurken ‘ilim farz’ cümlesini ‘filim az’ deyu algılayan, şişeden - zardan düşmeyen ama din-ci’liği de kimseye bırakmayan nesiller yetişti son yıllarda her yaştan.
24 saatinin yarım saatine bile uğramayan dindarlık arkadaşın seçim sandığında gemi çıpası gibi bekliyor. Bir elinde pusula, bir elinde ayna; işkemben yazsın, sen oyna!
Necip Fazıl yaşasaydı; “Bize kalan aziz görev, asırlık zamanlardan
Temizlemek tarihi sahte Müslümanlardan” der miydi?
Tek yol; Kur’an ikliminde, Nebevî ahlâkı duyumsaya duyumsaya, Matûridîlik’le Hanefîlik’in akıl bileşkesinde, meâl müdrik bir vaziyette iman inşâsına yeni baştan başlamak.
Sürekli olarak yaptığımız şey neyse biz oyuz. ‘İkra!’ diyoruz.
NOT: Kusura bakmayın; yanlışlıkla 13 Ocak 2010 tarihli yazıyı paylaşmışım.