Milletlerin tarihinde çok sayıda savaş vardır. Tarihi sadece barışla geçen bir millet yoktur. Birçok milletin kendini bir millet olarak ifade etmesi kazandığı bir savaştan sonra gerçekleşmiştir. Mesela Amerika’nın bir millet haline gelmesi, İngiltere’ye karşı başlattığı istiklal savaşı ile mümkün olmuştur. Aynı şey modern çağın büyük aktörü olarak bilinen, İngilizler, Almanlar, Fransızlar vb. diğer milletler için de geçerlidir.
Savaşın milletlerin tarihinde önemli bir rol oynadığı tarihi bir gerçektir. Ancak buna rağmen, savaş bütün toplumlarda istenmeyen bir eylemdir, harekettir. Esas olan barıştır, huzurdur. Hangi milletin kültürüne, inancına ve örfüne bakarsak bakalım, hepsinde barışı esas, yeri geldiğinde ise savaşı kaçınılmaz bir toplum davranışı bir milli duruş olarak görürüz
Savaşlar milletlerin ve ülkelerin tarihinde çok olmakla birlikte, bazı savaşlar çok daha önemlidir. Birçok savaş unutulur. Sadece tarihçilerin bildiği bir araştırma konusu olarak kalır. Mesela Osmanlı Devleti’nin Avusturya, Rusya, İran, Venedik vb. birçok ülke ile yaptığı birçok savaş vardır. Bu savaşların olduğunu, yaşandığını, ancak tarih kitaplarından öğreniriz. Ancak öyle savaşlar vardır ki, onları, dedemizden, annemizden, okuma yazma bilmeyen bir halk masalı anlatıcısından, ozanlardan, şairlerden hasılı yaşlı genç bütün toplum aktörlerinden öğreniriz, duyarız. Bu savaşlar, destan olmuştur, ruh olmuştur, milli duruşa ve varoluşa ilham olmuştur. İşte Çanakkale Savaşı bizim için böyle bir savaştır.
Çanakkale Savaşı’nın acıları, inançları, yiğitlikleri hasılı bütün duyguları, ninni olmuştur, beşiğimizde annemiz tarafından kulağımıza kim bilir kaç defa okunmuştur. Türkü olmuştur, çobanından ev hanımına, diplomalısından diplomasızına, zengininden fakirine, komutanından askerine, kırda, atölyede, büroda, çarşıda pazarda, mutfakta Türkün ve Müslüman’ın olduğu her ortamda söylenen ve tekrarlanan bir Türkü. Şehitliğin, kahramanlığın, fedakârlığın, yiğitliğin gün yüzüne çıktığı, yaşandığı bir ortamdır, bir meydandır, Çanakkale savaşı.
Çanakkale Savaşları bizim için bir yeniden dirilme ruhu olmakla birlikte, Yunanlılar için de böyledir. Onlar için de milli bir bilincin öyküsüdür. Yunanlıların mili bilinç edinmelerinde Truva Savaşları için yazılan destanlar önemli birer ikon olmuştur, simulakr olmuştur. Ondokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda Mora’da ortaya çıkan Yunan isyanları, ruhunu, ilk çağlarda Çanakkale’de meydana gelen Truva savaşlarından almıştır. Truva savaşları efsaneleri, dağılmış, kimliğini unutmuş, dağınık yaşayan Rumları birleştiren, Yunanistan denilen coğrafyada bir araya getiren bir değer olmuştur. Mora’daki Yunan isyanını başlatanlar bu savaşların efsanelerine dayanarak millet olma söylemini meşrulaştırmaya çalıştılar.
İlkçağın Yunanlı ozanı Homeros, İlyada ve Odessa destanlarının konusunu, Çanakkale’de, Truva’da yaşanan savaşlardan almıştır. Homerosun anlatılarına göre, Truva savaşları, kandırmanın, hilenin, saldırganlığın, vahşetin, galibiyet getirdiği bir savaştır. Yunan mitolojisinin baş yapıtı olan bu destanlara bakılırsa, kahramanlık, yiğitlik, cesaret ve dürüstlük; sahtekarlığa, kurnazlığa ve cinselliğe kurban edilmiştir. Bu maskeler Truva atı olarak çok yüzlülüğün, sahtekarlığın, iktidar ve otorite yardakçılığının simgesi olmuştur. Siyasette kuralsızlığın, değer tanımazlığın ve ahlaksızlığı uyulması gereken tabii siyasi davranış olarak görülme nedeni Truva atı benzetmesidir. Makyavelist tutumlar ve davranışlar olarak bilinen siyasi ve bürokratik davranışlar, belki de akaidi temellerini bu rezil savaşın efsaneye dönüşmüş hikayelerinden almaktadır. Truva savaşlarının bu teması, mitolojik bir gösterim biçimi olarak, binlerce yıl, Yunan ve Batı trejedyasının ilhamı olmuştur. Böyle olduğu için tabii siyasi davranışın kuralı olarak mütalaa edilmişlerdir.
Tarihe yön veren iki savaş. Aynı bölgede yaşandılar. Aynı denizde, aynı boğazda cereyan ettiler. İlk çağlardaki Truva savaşları hala saldırılarını sürdüren Batılı emperyalist güçlerin rehberi olmaktadır. 20. yüzyılın başında gerçekleşen ve Çanakkale Savaşı olarak adlandırılan savaş ise doğulu Müslüman milletlerin varoluş mücadelesinin örneğini oluşturmaktadır. Sembolü olmaktadır. Truva savaşlarının yaşayan heyulası, emperyalizmle özdeşleşmiştir. Çanakkale Savaşlarının yaşayan ruhu kurtuluş mücadeleleriyle özdeşleşmiştir.
Truva savaşları İlyada ve Odessa destanları ve hikayeleri olarak Yunan milli ruhunun ve Çağdaş Batı uygarlığının emperyalist duygularının ruhu olarak bizi gölgelemektedir. Kaç bin yıldır bu ruh, Truva atı olarak şöhret bulmuştur. Dünya tarihinin son dört yüzyılı, Truva atı maskesinin ustaca kullanıldığı işgallerle, sömürülerle, sahte barış, özgürlük, kalkınma, gelişme ve eşitlik mücadeleleri ile geçmektedir. Bu sahte yüzlü bulut, demokrasi, oryantalizm, eşitlik, etnik kimlik, yeni dünya düzeni, küresel değerler, vb. maskelerin gölgesi ile biz kendini bilmez toplumlara ihsanda bulunmaya maalesef devam etmektedir..
Diğeri Çanakkale Savaşı olarak şöhret bulmuştur. Bu savaşın destanını ise Türk İstiklal Savaşı’nın şairi Mehmet Akif söylemiştir, yazmıştır. Ancak bu destanın söylenmesi ve yazılması çok şükür ki bitmedi. Akif’in yazdığı destan örnek olarak tekrarlanmaktadır, Şairlere, ozanlara, yazarlara, araştırmacılara ilham olmaktadır. Ozanlarımız, şairlerimiz, ediplerimiz hala bu savaşın şiirini, hikâyesini yazmaya devam ediyorlar. Çünkü bu savaş bitmedi. Hala canlı olarak yaşanmaktadır. Bitmemesi de gerekiyor.
Çanakkale’de atalarımız dürüstçe, kahramanca, hile ve kandırma yollarına başvurmadan vuruştu, savaştı. Al kanını o topraklara hilal ve yıldız olsun, diye döktü. Namuslarını, vatanlarını ve ocaklarını düşman istilasına karşı korumak için mücadele ettiler. Savaşın destanını yazan Mehmet Akif bu fedakarlığı Bedir Savaşı’nın aslanlarının duruşuna, mücadelesine benzetti. Allah’ın sevgili kulu Peygamber (a.s)’ın kucağına sığındılar. O kucağa kavuşmanın mutluluğunu, kanlarını dökerken yaşadılar. Bunu vazife ve ödev olarak yaptılar. Ganimete, ikbale, mevkiye, makama ve zevke yönelmediler. Geride kalan nesillerine bir örnek bıraktılar. Bu örnek davranış, Batı canavarına ve emperyalizme karşı durmaktır, sebat etmektir, direnmektir, çalışmaktır, üretmektir, savaşmaktır. Savaşı kazandılar. Ancak kendilerinden sonrakiler yine Truva atı hilesine kandılar.
Truva atı, bu kez, mandacılık olarak karşımıza çıktı. Güçsüzlük, takatsizlik, yetersizlik ruhiyatı olarak içimize sindi. Bu sahte maske bilincimizi o kadar köreltmiştir ki, Afrika’da, uzak Asya’da, Sibirya’da Amerika kıtasında açılan Türk okullarını göremiyoruz. Avrupa’da yakılma pahasına varoluşunu sebatla sürdüren Türkleri, Arapları fark etmiyoruz. Gönüllü Türk kuruluşlarının Endonezya’da, Pakistan’da, Afrika’da mazlum, mahzun, miskin ve yoksul insanlara ulaştırdığı sağlık, gıda, barınma yardımını kendimiz için bir güven kaynağı olarak algılamıyoruz. Filistinlilerin ölümüne süren bir yüzyıllık direnişinin ne kadar onurlu bir misal olduğunu fark edemiyoruz. Bu Truva atı heyulası hala aramızda dolaşmaktadır. Gölgesi gölgemize karışmıştır. Ayıklayamıyoruz. Her gün yeni bir söylem ve fikirle bizi aldatmaya devam ediyor.
Ama çok şükür, Çanakkale’de dökülen kan hemen sonra Türk İstiklal Savaşı oldu. Anadolu’da Mustafa Kemal oldu, Kazım Karabekir, Fevzi Çakmak, Sarıklı mücahit ve Mehmetçik oldu. Kahraman Maraş’ta Sütçü İmam, Erzurum’da Nene Hatun ve Gaziantep’te Şahin oldu. Bitmedi, tükenmedi. Pakistan’da Cinnah ve İkbal olarak doğdu. Çanakkale’de atalarımızın döktüğü kan şimdi Azerbaycan’da, Irak’ta, Çeçenistan’da, Gazze’de, Filistin’de, Bosna’da, Afganistan’da, Afrika’da direniş oldu. Mücahit oldu. Truva atı olarak gölgesi üstümüzde dolaşan emperyalizme karşı hilal oldu, yıldız oldu. Bu savaşın şehitlerini, gazilerini rahmetle hatırlıyor. Onların hatırasını yaşatma inancını benden eksik etmemesini, yüce Rabbimden diliyorum.