Atilla ÇİLİNGİR

Yazar

Türkiye, Kıbrıs’tan Neden Vazgeçmez?

Öncelikle şu gerçeğin altına çizmek gerekirse; Kıbrıs konusuna, ‘’Milli Dava’’ niteliğini Türk Milleti vermiştir. Dolayısıyla bu tarihi gerçek, Türkiye’nin Kıbrıs’a olan ilgisinin temelini teşkil eder.

Diğer önemli bir husus; ülkemizin 1959-1960 yıllarında taraflarca imzalanan Londra-Zürih anlaşmalarından doğan ada üzerindeki yasal haklarıdır.

Hiç kimse bu anlaşmalar 1963 - 1974 yılları arasında adada yaşananlar nedeniyle ortadan kalkmıştır diyemez. Çünkü o acılı yıllarda yaşananların tek bir nedeni vardır; o da Rumların adayı ele geçirmeleridir. Türkiye’de buna mani olmuş, anlaşmalardan doğan yasal garantörlük hakkını kullanmıştır.

Ancak ne acıdır ki, uluslararası camia 1968’den beri süregelen taraflar arası müzakerelerde; Rumların gayrı yasal bir biçimde AB’ye üye yapıldığı Annan planı referandumu sonrasında, adanın yasal hükümeti olarak Rum tarafını tanımaktadır.

Ancak Kıbrıs Cumhuriyeti; 1963 yılında adada yaşanan olaylar sonrasında, kurucu başkan Makarios, 1959-1960 anlaşmaları feshettiğini resmen açıklamış, Kıbrıs Türk tarafını anayasal ortaklıktan atmış, özellikle kanlı Noel olaylarıyla Kıbrıs Türk’üne adayı zindan etmiş, 15 Temmuz 1974’te Yunan cuntası destekli askeri darbeyle Helen Cumhuriyeti adında illegal bir oluşum gerçekleşmiştir.

Ama ne yazık ki BM’ye üye ülkeler, yaşanan bu tarihi gerçekleri göz ardı ettikleri gibi, 20 Temmuz 1974’de Kıbrıs Türk Halkının topluca imha edilmesini önlemek, adanın Yunanistan’a bağlanmasına mani olmak amacıyla, garantörlük hakkını kullanarak, sadece adaya değil; aynı zamanda Yunanistan’a da barışı, özgürlüğü, demokrasiyi getiren ( bu harekât sonrasında Yunanistan’da bulunan cunta yönetimi yıkılmış ve demokratik yönetim yeniden tesis edilmiştir. ) Türkiye; suçlu sandalyesine oturtulmuş, adada işgalci ilan edilmiştir. İşte bu gerçek, batılı ülkelerin iki yüz yüzlü politikasının ta kendisidir.

Yukarıda özetlemiş olduğum gerçekler, ülkemizin Kıbrıs Konusundaki yaşadığı haksızlıkların tarihi gerçekleridir.

Ancak, atalarımızın 307 yıl boyunca adadaki hâkimiyeti, Kıbrıs Türk Halkının uluslararası anlaşmalardan doğan yasal hakları adanın sadece Rum tarafına ait olmadığının önemli kanıtlarıdır.

Ayrıca Türkiye’nin ada üzerindeki hak ve hukukunu içeren önemli bir gerçek daha vardır. Bu da adanın tapu kayıtlarında yazılı; ‘’Osmanlı vakıflarına ait arazi ve mülklerdir.’’

Özellikle Osmanlı döneminden kalan tapu kayıtlarıyla belirlenmiş Lala Mustafa Paşa ve Abdullah Paşa Vakıflarına ait arazilerin Kıbrıs Türk’lerine ait olması;

1963 olayları nedeniyle Rumlar tarafından yakılıp yıkılan, el konulan 103 Türk köyü arazisinin, Kıbrıs Türk Halkına ait olması; (Güney Rum kesiminde kalan Türk arazileri, mal ve mülkleri…)

Osmanlının 307 yıl boyunca Kıbrıs’ta hüküm sürdüğü dönemde, özellikle Karaman Sancağından adaya gelen Kıbrıslı soydaşlarımızın ceddinin 1570’li yıllara dayanması, onların Lüzinyan, ya da Mısırlı değil, öz be öz Türk olduklarını, Anadolu’dan geldiklerini gösteren; beş asırdan beridir Kıbrıs’ta yaşadıklarının en çarpıcı kanıtıdır.

Dünya petrollerinin neredeyse yarısından çoğunun çıkarıldığı bu bölgede; Orta Asya ve Ortadoğu petrollerinin Batılı ülkelere taşınmasında, önemli bir istasyon konumunda olan Türkiye; bu tarihi gerçeklerin yanı sıra, uluslararası enerji güvenliğini sağlamak için Kıbrıs’la ilgilenmek zorundadır.

Unutulmasın ki, günümüzde bu ada benimdir, yasal temsilcisi de benim diyen Rumlar, asırlar boyunca Osmanlının, Kıbrıs Türk’ünün yanında çalışmış, onların hak ve adaletine sığınmışlardır.

Kıbrıs adasında, Türkiye’nin ve Türk Milletinin ilgisinin, Kıbrıs Türk Halkının varoluş nedeninin asla silinemeyeceği, yok sayılamayacağını belirleyen çok önemli iki neden daha vardır!

Bu iki nedeni, ülkemizin çok kritik bir süreç yaşadığı bu günlerde özellikle ifade etmem gerekir:

Birinci neden:

648 yılında ilk İslam donanmasının adayı ele geçirmesi sırasında, Peygamber Efendimizin Süt Teyzesi Hala Sultan Hazretlerinin Şahadet mertebesine erişmesi sonucunda buradaki varlığı,

1571 de Osmanlı döneminde; Lala Mustafa Paşanın Kıbrıs’ı ele geçirmesi sırasında Şehit düşen atalarımızın, ( kimi tarihçilere göre 50 bin, kimilerine göre ise 80 bin ) genellikle Güney Rum kesiminde kalan şehitlikleri, bu adadadır.

Yakın tarihimizde 20 Temmuz 1974’de ‘O Gazi Topraklar’ uğruna seve, seve hayatlarını feda eden Mehmetçiklerimizin, Kıbrıs Türk Mücahitlerimizin aziz bedenleri, K.K.T.C’de bulunan Şehitliklerimize emanet edilmiştir. (1974 savaşlarında şehit düşen Mehmetçiklerimizden toplam 498 vatan evladı; ‘O Gazi Topraklarda’ yatmaktadır.)

İkinci neden:

Şahadet mertebesine erişen bu kahramanların, Kıbrıs’ta göndere çekmiş oldukları; dağa, taşa işledikleri ‘Aziz Sancağımızın, Ay Yıldızlı Bayraklarımızın’ adada ki varlığıdır.

Her şey göz ardı edilebilir ama asırlardan beri ‘O Gazi Toprakların’ Türbedarlığını yapan aziz şehitlerimizin varlığı, onları gölgesiyle koruyup, kollayan şanlı bayraklarımızın Kıbrıs’ta nazlı, nazlı dalgalanması asla göz ardı edilemez.

Bu çok önemli iki husus; Kıbrıs üzerindeki tarihsel, yasal hak ve hukukumuzu içeren; milletimizin milli ve ulvi değerlerinin adaya yansımasını gösteren önemli gerçeklerdir.

Kıbrıs adasında kesin ve kalıcı bir çözüm için Türkiye’nin olmazsa olmazı; 2004 yılında adada referanduma sunulan ‘’Annan Tuzak Planı’’ öncesinde T.B.M.M’de alınan kararların, ülkemizin kırmızıçizgileri olmasıdır. Aşağıda sıraladığım bu kararlar manzumesi halen geçerliliğini korumaktadır

 Bu kararda:

  • Adada iki eşit halkın var olduğu,
  • Adada iki ayrı devletin mevcudiyeti,
  • Türkiye’nin garantörlük hakkının devam edeceği,
  • Lozan’da kurulmuş olan TürkYunan dengesinin bozulmayacağı,
  • K.K.T.C’nin özgürlüğü, eşitliği, barışın devamı, refahı, kalkınması için her türlü desteğin verilmeye devam edeceği belirtilmiştir.

Yukarıda sıralamış olduğum hususlar adada varılacak olası bir mutabakatın içerisinde mutlak surette olması gereken hususlardır. Bunların bir tekinden dahi vazgeçmek, ilerleyen dönemde Türkiye ve K.K.T.C için geçmiş dönemde yaşanan sıkıntıların Kıbrıs’ta yeniden başlamasına neden olacaktır.

Çünkü Rum tarafının ulusal duruşu, amacı hiçbir dönemde değişmemiş, değişmeyecektir. Bu duruşun baktığı taraf, adanın Yunanistan’a bağlanmasıdır.

Ancak,

T.B.M.M’de kabul edilmiş ülkemizin kırmızıçizgilerini müzakere masasında savunmak; muhataplarına kabul ettirebilmek, ülkemizde iş başında olan hükümetlerimizin dış politikalarına ve uluslararası konjonktüre bağlıdır.

Unutulmasın ki, milli davalar uzun soluklu mücadelelerdir; dik duruşlar gerektirir. Kıbrıs Milli Davamız hiçbir neden uğruna feda edilemeyecek kadar önemlidir.

O nedenle ülkemizin dış politikasında çok önemli bir yeri olan, son 64 yılına damgasını vuran Kıbrıs konusunda Türk Milletinin, Kıbrıs Türk Halkının, uluslararası arenada kazanılmış yasal haklarını yılmadan cesaretle savunmak; adadaki, kalıcı çözümün vazgeçilmezleri olmalıdır.

Şurası unutulmamalıdır ki!

Güney Rum Kesimi, adada alabileceği her şeyi almıştır. Hala adanın legal hükümeti gibi tanınmaktadır.

Uluslararası anlaşmalara aykırı olarak, AB’ye üye yapılmış, Kıbrıs adasına yapılan her türlü ekonomik yardımdan gayrı yasal bir biçimde tek başına faydalanmaktadır.

Çünkü Rumlar; Kıbrıs Türk Halkına uyguladıkları yasal olmayan ekonomik, kültürel, siyasi ambargolarına devam etmektedir.

1968 yılından beri süregelen müzakerelerde, Rum tarafının yegâne isteği; adanın kuzeyine yeniden dönmek, adaya 1960’da olduğu gibi bir düzen getirmek, Kıbrıs Türk Halkına azınlık hakkının dışında bir hak vermemek, AB şemsiyesine sığınarak, Türkiye’nin garantörlük hakkını ortadan kaldırmaktır.

Bu tabloya bakıldığında Rumların ana hedefi Enosis, yani adanın Yunanistan’a ilhakıdır. Bu sonuç; asırlardan beri Rum Ortodoks Kilisesinin, Rum Ulusal Konseyinin, Yunanistan’ın ve arkalarındaki en büyük güç Hıristiyan Âleminin de hedefidir.

Ancak bu hedefe ne Türk Milleti, ne de Kıbrıs Türk Halkı izin vermeyecektir.