“Hayâtını Türk irfânına adayan, münzevî ve mütecessis bir fikir işçisi...”
Kendini bu sözle târîf eden büyük muharrir, mütercim ve mütefekkir Cemil Meriç (1916-1987), Türkçenin değişme hızı hakkında şöyle bir benzetme yapmıştı:
“Dil, Penelop'un örgüsü, yirmi dört saatte bir sökülüp örülüyor...”
Evet, bir dilde 700 yılda ancak görülebilecek değişmeyi Türkçe 70 yılda yaşadı. Nitekim 1930'lardan beri Türkiye'de her neslin kelime hazînesi bir öncekinden farklı...
Bir “öz Türkçe” zırvası...
Türkçenin Mart havası...
***
Bildiğimiz Türkçeye karşı ve ona rakîb olarak baş döndürücü manevralarla, resmî palavralarla bir PDY (Paralel Dil Yapılanması) kuruldu.
Türkçe resmen o kadar değiştirildi ki benzeri yok...
Düşünün: Başka hangi dilin 50-60 sene önceki şekli, o dili bugün konuşanlar için anlaşılmaz kelimelerle doludur?
Meselâ bundan tam 87 yıl önce (26 Mart 1931) kabûl edilen ve içinde “Zaviye vâhidi, kaim zâviyedir. Kaaim zâviye, müsâvî mücâvir zâviyeler hâsıl etmek üzere birbirini kateden iki müstakîm arasındaki zâviyedir.” maddesi geçen “Ölçüler Kaanûnu” bugünkü nesil için âdetâ yabancı bir metin hâline gelmiştir.
İngilizceden daha yabancı...
Dilimizde bu ne halt?
Yedik Frenk ayvası.
Türkçenin mart havası...
***
Bu PDY (Paralel Dil Yapılanması), Türkçenin -ve herhangi bir dilin- tabii olarak değişme ve gelişme biçimine aykırıydı. Ülkemizde 1930'lara kadar hiç görülmemiş, duyulmamış kelimeler bu yıllardan îtibâren dilimize gıcırı bükme sokuşturuldu. Bunların hepsi birer piyon olarak TDK tarafından “Osmanlıca artığı-yabancı” diye yaftalanan binlerce kelimeyi yok etmek üzere ileri sürüldü.
Türkçede 85 yıldır TDK eliyle yapılan bu değişiklikler ânî, sun'î, mâlâyânî, yabânî, hırpânî ve intânîdir.
Kaanunsuz ve uygunsuzdur.
Üstüne kafa yormaktan ve sual sormaktan üşendiğimiz nice gerçekler var ki Türkçenin bu afyonlu, operasyonlu, hormonlu, şarbonlu ve radyasyonlu hâli dâhil...
Darbenin bî-pervâsı.
Türkçenin mart havası...
***
Darbeler ülkesi hâline gelen Türkiye'mizde Dil Darbesi de oldu...
Dil Darbesi'nin ülkeye getirdiği yıkımla askerî darbelerin verdiği zarar pek kıyaslanmaz. Çünkü birincisi, iktisâdî bakımdan filân, belki az çok ölçülebilir; fakat ikincisi hesâba kitaba gelmez.
Askerî darbe yapılan ülkede “kaybedenler”in yanı sıra “kazananlar” da olur. Gelgelelim, dil darbesi yapılan yerde “kazananlar” diye bir sınıf mevzûbahis değildir: Dilin lâfız-mânâ bağları herkesin kafasında az çok kopmuş ve zayıflamıştır. Tendonları kopmuş bir atlet ne kadar iyi koşabilirse, lâfız-mânâ bağları koparılmış bir dili kullanan da o kadar güzel konuşabilir... İlkinde en kötü ihtimal, bir kişinin spor hayâtının bitmesidir; ikincisinde en iyi ihtimal, bir milletin toptan Alzheimer hastası olmasıdır.
Diğer darbelerin şöyle böyle hesâbı sorulmuştur ama ne yazık ki Dil Darbesi henüz tam olarak teşhîs edilememiştir.
Nerde kaldı hesâbı ve telâfîsi?
Yurdun öksüz dâvâsı.
Türkçenin mart havası...
***
“Mart ayı, dert ayı” demiş atalarımız. Türkçemiz, 80 yıldır süren bu mart havasından selâmete çıkmadıkça iflâh olmaz.
Devletimiz bu işe el atmadıkça da mart havası bozdukça bozar, azdıkça azar.
Peki, yapılacak iş nedir, Türkçenin tedâvîsi nereden ve nasıl başlayacak?
Evelallah, bunun reçetesini yazarız...
Tedâvî elbette sıkıntılı olacak ama hastalıktan kurtulmanın başka çâresi yok...
Var bu derdin devâsı...
Türkçe’nin Mart havası...