Abdülkadir SEZGİN

Akademisyen, yazar

Hazret-i Peygamber Devrinde Teftiş Hizmetleri

Teftiş; bir şeyin aslını, doğrusunu gereği gibi sorup araştırma[1] başka bir deyişle aslını ve doğrusunu anlamak için yapılan kontrol manalarına geldiği gibi, hukukta memurların görevlerine ilişkin konularda, kanun tarafından yetkili kılınmış amir veya kurul tarafından denetlenmelerine verilmiş isim olarak da izah edilmektedir. 
Teftiş hizmetini yürüten kimseye de müfettiş denir. Modern anlamda, bakanlık teşkilatı içinde yer alan ve idarenin, taşra üzerindeki yayılışına uygun olarak, merkezden alınan kararların gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğini denetleyen müfettiş, yalnız merkezi teşkilat içinde değil, yine merkezi idarenin görev ve sorumluluklarının bir sonucu olarak, yerinden yönetim kuruluşlarının ve kamu hizmeti yapan özel kuruluşları da (dernek ve vakıf gibi) denetleme yetkisi bulunan kişidir.
İnsanların kurup geliştirdikleri en büyük organizasyon ve en güçlü sosyal kurum devlet, devletin ana görevlerini yürütecek ve bunu hukuka ve maksada en uygun şekilde verimli kılacak olan da insan olduğuna göre, insanın kurduğu ilk devlet veya ilk cemiyetten itibaren denetim veya teftişin var olduğu kabul edilmektedir. Yani, teşekkül eden ilk cemiyette, cemiyeti kuran insanların üzerinde anlaştıkları kaidelerin doğru olarak uygulanıp uygulanmadığını kontrol ihtiyacı belirmiş ve bu ihtiyacın karşılanması için de basit ve ilkel de olsa ilk denetim veya teftiş hizmeti ortaya çıkmıştır. O günden itibaren de her geçen gün teftiş hizmeti önemini artırarak günümüze kadar gelmiştir.
Bugün modern teftiş olarak adlandırılan ve devlet bütünü içinde bir sistem şeklinde kendini gösteren denetim hizmetlerinin çeşitli fonksiyonları üzerinde çalışmalar yapıldığı görülmektedir[2]. 
Mademki, teftiş hizmeti insanlık tarihi ile kendisini göstermiş bir hizmettir, şu halde İslam'ın zuhur ettiği yıllarda ve özellikle Peygamberimiz Hazreti Muhammed (s.a.v.) zamanında teftiş ile ilgili, ne gibi hizmetlerin bulunduğu konusu üzerinde durmak istiyorum. Bu konuyu incelerken, o devrin tarihi, iktisadi ve toplumsal şartları ile diğer hususlarını da inceleyeceğiz.
Arapça olan Teftiş kelimesi, Arapça’da birkaç yüz yıllık bir geçmişe sahiptir. Bu kelime Hz. Peygamber zamanında Arapça’da yoktu. Onun yerine aşağıda da anlatılacağı gibi, “ihtisab” kelimesi kullanılıyordu, bu işi yapanlara da “muhtesib” deniliyordu.
Aslında bu araştırmamızın bir de hikâyesi var.
Eski müfettişlerden merhum Abdülbaki KESKİN Belçika’da Din Hizmetleri Müşaviriydi. Büyükelçilik olarak iştirak edilen bir “receptiyon”da, yüksek rütbeli bir Papazla aralarında başlayan sohbet sırasında, Papaz;
- Buraya gelmeden önce Türkiye’deki göreviniz neydi, diye sormuş. O da,
- Din teşkilatında müfettiştim, deyince, konuşma meraklı bir hale gelmiş ve Papaz;
- Bunun nasıl olduğunu, din işinin nasıl denetlendiğine dair sorular sorup, cevaplar aldıktan sonra;
Din adamı Allah adamı’dır, Allah adamını müfettiş nasıl teftiş ediyor? Din Tanrı’nın dini, dinin teftiş olur mu, gibi bir soru sormuş.
Bu mantığın Hıristiyanlık açısından yanlış olduğu düşünülemez. Çünkü Papaz, Tanrı adına insanların günahını affetmek yetkisine haiz kabul edilmektedir. Böyle bir yetki kullanan kişi denetlenebilir mi, denetleyenin kim tarafından gönderilmesi gerekir?
Merhum Üstad bunu anlattıktan sonra, İslamî mantıkla, Papazın dedikleri aklımıza yatmadı. Biz de bir de meşhur bir atasözü var ya, “pirsiz meslek haram” diye. Acaba Hz. Peygamberin yaptığı teftiş ve O’nun zamanında görev yapmış müfettiş var mı diye yola çıktık.
İlk çalışmamız 1980 sonrasında, Devlet Denetim Elemanları Derneği’nin yayın organında[3], daha sonra da Diyanet Gazetesi’nde yayınlandı.
Geçen zaman içinde değişen sosyo - kültürel ve sosyo - politik gelişmelerden sonra yazının yeniden yayınlanmasına ihtiyaç oldu.

İSLAMIN DOĞUŞ YILLARI
Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) e «yaratan rabbinin adıyle oku» emri[4] ile başlayan peygamberlik görevi yaklaşık yirmi üç yılda tamamlanmıştır. Bu yirmi üç yılın onüç yılı Mekke, on yılı da Medine şehrinde geçmiştir.
Bu onüç yılın, tarifi imkânsız denecek kadar zorluklar, sıkıntılar, ekonomik ablukalar, ferdi ve toplumsal baskılar, yokluklar ve zulümler içinde geçtiği, nihayet, Hz. Peygamber (s.a.v.) in de anayurdu Mekke'den hicreti ile bu devrin kapandığı bilinmektedir. Bu konu siyer ve İslam tarihi ile genel tarih kitaplarında uzun uzun anlatılmaktadır.
31 Mayıs 622 tarihinde Hz. Peygamberin teşrifi ile YESRİB iken MEDİNE-TÜN-NEBİ adını alan şehir, sadece isim değişikliği ile kalmamış, hemen her konuda yepyeni inkılâplara sahne olmuştur. Hz. Peygamberle şereflenen ve İslam ile nurlanan şehir daha sonraları MEDİNE-TÜL-MÜNEVVERE "aydınlık - nurlu şehir» adını almıştır.
Hicretten itibaren Medine, Müslümanlarla birlikte, Musevi Araplar, Yahudiler, Hıristiyanlar, putperestler ve başka inançtan insanların birlikte yaşadığı bir şehirdir. Müslümanlar da, şehrin yerlileri olan ENSAR ile Mekke'den göç edenler anlamına MUHACİR'lerden oluşan iki grubu oluşturuyorlardı. 
Ensar, Medine'nin yerlileri olup, evi, bağı, bahçesi, hayvanları, dük-kanlar ve işi olan kimselerdi. Muhacirler ise, Mekke’den göç etmişlerdi. Bir kısmının getirebildiği kadarıyla taşınır mallarını yanında getirmiş olmasına karşılık, bir kısmı eş ve çocuklarını bile getirmemiş kimselerdi.
Şehirde nüfusun artması, kültür farklılıkları ve değişikliği, evsizlik, işsizlik, açlık; kısaca beslenme ve barınma sorunları yanında, güvelik sorunları gibi pek çok konu Medine'de baş göstermişti.
Halk, kin, düşmanlık, kölelik-efendilik gibi asırlık davranış şekli ve kendine mahsus kültür birikimi içinde «kabile hayatı» yaşamaktaydı ve kabileler arasında güven problemleri veya düşmanlıklar da vardı. 
Her kabile ayrı semtte ve öz dayanışması içinde yaşıyordu.
Medine’ye Hz. Peygamber ve Müslümanların hicreti herkesi mutlu da etmemişti. Etnik, kültürel ve sosyal yapı son derece karışık olan Yesrib’de yeni problemler de meydana geliyordu. Bunların başında da, Yesrib kasabasının topyekûn düşmanı yoktu. Şimdi ise, Mekkeliler, Hz. Muhammed sebebiyle topyekûn şehir halkının da düşmanı görünüyordu.
Hira dağındaki ilahi hitapla başlayan Müslümanlık, insanı, hem dünyada, hem de ahirette mutlu edecek ve her türlü hal ve şartta, insanın problemlerine cevap verecek bir din olarak Allah tarafından vahy edilmişti.
Gerçekten, bir patlama şeklinde, birden bire artan nüfus ve kültür inkılâbı sebebiyle meydana gelen bu çok yönlü problemler karşısında ne Hz. Peygamber, ne de ashapta telaş görülmüştür. 
Ensar'ın bir kısmı Muhacirlere evlerinin etrafındaki arsaları vererek onları iskân etmişler, bir kısmı da muhacirleri evlerine almıştır. Ensar’la Muhacir’ler arasında bir kardeşlik tesis olunmuş, Ensar’dan olanlar, Muhacir kardeşlerine mallarının yarısını karşılıksız vermiştir. Böylelikle dünyada emsali görülmemiş bir feragat ve fedakârlık örneği sergilenmiştir. 
Bütün dünyanın ve tarihin şehadetiyle sabittir ki, herkes birbirini gerçek kardeşi gibi görmüş ve kendi öz nefsinden daha fazla sevmiştir.
İslamiyet, yüksek ahlâk ve toplumsal fazilet kuran bir dindir. Cemiyetin muhtelif tabakalarını birbirine katıp hamur yapıyor, ferdi cemiyette eritiyor, faziletli bir sosyal bünye meydana getiriyordu. Bu kardeşlik ile kabile gurur ve düşmanlığı kalkarak her sınıftan insanlar birbirleriyle birleşti, kaynaştı[5].

Buna rağmen insanın kültürünü, alışkanlık ve davranışını birden bire, her hangi bir şeyi bıçakla keser gibi, bırakamadığı da bilinen gerçeklerdendir. Nitekim insanı en iyi tanıyan, onu yaratan Cenab-ı Hak bile emirlerini (Kur 'ân'ı) belli bir sıra ile ve 23 yılda göndermiştir.
İşte biz, bu problemlerin henüz halledilmeye başlandığı ve İslam’ın Medine'deki ilk yıllarını inceliyoruz.

MEDİNE'DE İLK YAPILANLAR VE “MEDİNE VESİKASI”

Hz. Peygamber, Medine’ye gelirken önce Medine yakınındaki Kuba köyünde bir kaç gün kalmış, Kuba’ya bir mescit inşa etmiştir. Medine’de de önce Mescit yaptırmıştır.

Medine'de yapılan Peygamber Mescidi'nin yan taraflarına küçük odalar halinde yapılan sofalarda bekâr ve fakir sahabiler kalmışlar, böylece İslam tarihinde ilk yatılı eğitim ve öğretim kurumu doğmuş olduğu gibi, ilk toplu konut veya sosyal mesken de yapılmış oldu.

Hz. Peygamber, peygamber imanından aldığı güçle, başkalarını da buna göre sevk ve idare etme istidadı Medine’nin korkunç derecede karışık vaziyeti içinde bir dereceye kadar bir düzen kurmak ve şehrin nüfusunu nisbî bir birlik içinde tutma amacıyla bir takım faaliyetler yapmıştır.

Hz. Peygamber, daha sonra güvenlik meselesini öncelikle ele almıştır. Medine’de yaşayan bütün gurupların birinci adamlarını davet ederek, şehirde huzur içinde nasıl yaşanılacağı ve şehir dışından Medine’ye yapılacak saldırı ve düşmanlıklara nasıl karşı konulacağı ve şehrin nasıl idare edileceğine ilişkin hususların görüşülmesini kararlaştırmayı önerdi. Bu öneri bütün guruplarca kabul edildi ve her gurubun birer kişi ile temsil edildiği bir komisyon tarafından yazılı ve imzalı metin hazırlandı. İki ayrı zamanda ayrı ayrı imzalanmış ve birincisini tamamlayan aynı amaçlarla ikinci anlaşma da yapılmıştır. İki toplam 47 madde kadardır. Buna “Medine Vesikası” veya “İlk İslam anayasası” diyenler de vardır[6].

Ancak bu metin sadece Müslümanlar veya Hz. Peygamber tarafından düzenlenmiş bir belge değildir. Medine’de yaşayan muhtelif din ve etnik guruplar arasında, birlikte yaşama ve özellikle dış düşman saldırılarına karşı şehri savunma ile birlikte şehirde barış içinde ortak hayatı düzenleyen metindir.

Konumuz bu olmadığı için bunu bu kadarla bırakmak istiyorum. Ancak belirtilmesi gereken en önemli husus bu yazılı metni Hz. Peygamberin “devlet başkanı” olarak sonuna kadar uyguladığı ve koruduğu hususudur.. Hz. Peygamber bu metne sadık kalmış ve yönetimde bu ortak kuralları uygulamaya özen göstermiştir.

Mekkeli Müşriklerin Medine’ye saldırmaları ve Bedir Savaşı’ında, Medine’de yaşadıkları halde Mekkeli müşriklerle işbirliği yapmış bazı Yahudi kabileleri zaferden sonra bu antlaşma gereğince Medine’yi terke davet edilmiş; Kendiliklerinden çıkmak istemeyen Kaynuka Yahudileri davranışlarıyla Medinelilere hıyanet ettikleri gerekçesiyle Medine’den kovulmuşlardır[7]. Kaynuka Yahudileri Arabistan yarımadası dışına çıkarak, Bizans hududuna doğru sefere çıkmışlardır. Daha sonraları bir kısmı Müslüman olan Kaynuka kabilesine mensup insanlardan bir kısmının ülkemizde yaşadığı bilinmektedir.

MESKEN VE ÇARŞI PAZAR
Hicret sonrası meydana gelen yeni durumlar sebebiyle Medine'de,  özellikle mesken ve gıda maddelerinde sıkıntı baş göstermiştir. Hatta Peygamber Efendimizin ve ailesinin evlerinde bile yiyecek hiç bir şey bulunmadığı zamanlar olmuştur. Buhari ve Müslim başta olmak üzere, hadis kitaplarında bu konuda pek çok hadis-i şerif mevcuttur.
Çevre köylerden mallarını satmaya gelen köylüleri yolda karşılayarak ellerindeki malı, daha uygun fiyatlarla alıp pahalı fiyatlarla satanlar, alıcı olmadıktan halde, alıcı gibi görünerek müşteri kızıştıranlar, sütlü görülsün diye koyunlarını bir kaç gün sağmayıp satanlar, ihtikâr ve tefecilik yapanlar görülmeye başlamıştı. Hatta ölçü ve tartıda hile yapanlar vardı.
Çevre kasaba ve köylerden mal satmak üzere Medine pazarına mal getirenler şehrin dışında karşılanıyor, toptan ucuza alınıyor, alınan mallar geceleyin şehre sokularak daha sonraki günler de azar azar ve “karaborsa” olarak yüksek fiyatlara satılıyordu.
Mesken sıkıntısı sebebiyle, ev yapmak isteyenler Medine’nin neresine canı çekerse inşaat yapmaya çalışıyordu. Bazen öyle oluyordu ki, değil hayvanlarla birlikte geçmek, tek başına insanların geçeceği yol bile bırakmayanlar oluyordu.
Hz. Peygamber, bazen tek başına, bazen sahabilerini de yanına alarak şehri geziyor, yolları kapatan, şehrin yapısına ters bina yapılmamasını telkin ve tavsiye ediyor; bu tür yapılar gördüğünde de yıktırıyordu. 
Ölçü ve tartıda hile yoluna sapan kimselerle ilgili olarak Kur'an-ı Kerim şöyle buyruluyor:
«Ölçü ve tartıda hile yapanlara, yazıklar olsun. Onlar ki, insanlardan aldıkları saman noksansız, tam olarak alırlar. Fakat insanlara verilmek Üzere ölçtüklerinde, yahut onlara tarttıkları zaman eksik ölçüp tartarlar. Bunlar, zannetmezler mi ki, öldükten sonra kendileri dirilecekler[8].»
Surenin baş tarafında geçen ve kendilerine Cenab-ı Hakk'ın ”yazıklar olsun” dediği kimseler, «Mutaffif» kelimesi Türkçede, “hilekâr, dalavereci” anlamına gelmektedir.
(Unutulmamalıdır ki, Kur’an son kitaptır ve hükümleri kıyamete kadar geçerlidir).
Hem bizzat Kur'ân ayetleri, hem de bu ayetlerin “esbab-ı nüzulü” hicreti takibeden günlerdeki Medine'yi açıkça anlatmaktadır.
Hz. Peygamberin özellikle ticaret konusunda aldığı tedbirleri anlatan Hadis-i şeriflerinden örnekler:

“ - Alış-veriş ettiğin zaman deki, İslam'da aldatmak yoktur”
“ - Muamelesinde hilekârlık eden bizden değildir”.
“ - Bir adam, ayıplı malını satarken, onu açıklamazsa, Allah'ın gazabı altında kalmakta, melekler de ona lanet etmekte devam eder”.
“ - Kim ihtikâr yaparsa, Allah'ın mahlûklarına zarar yapmayı kastetmiş olur, o mel'undur”.
“ - (Memlekete hizmet ve ticaret maksadıyla) dışarıdan mal getiren kimsenin rızkı bol olur”.
“ - Ne kötüdür muhtekir olan o kul ki, Allah piyasaya bir ucuzluk verirse tasalanır, pahalılaştırırsa sevinir[9]”.

HAZRET-İ PEYGAMBERİN TEFTİŞLERİ:
Rasulullah (s.a.v.) in Medine'ye hicretinden sonra, Medine Müslümanlar tarafından yönetilmeye başlanmış ve kısa bir süre sonra yönetim tamamen Müslümanların eline geçmişti.
Hazret-i Peygamber (s.a.v.) İslam cemaatinin lideri olarak İslam toplumu üzerinde denetimlerde bulunuyor, dine aykırı bulduğu davranışın doğrusunu öğretiyordu.
Hem Peygamber, hem de Müslümanların lideri sıfatıyla, toplum düzeni ile ilgili kaideleri yakınen takip ediyor, çarşı-pazar dolaşıyordu. Bu gezileri sırasında çoğu zaman sahabilerden bir kısmı yanında bulunuyordu.
Hazreti Peygamber bu gezilerinde şehrin yapılaşmasını, iktisadi faaliyetlere ve diğer hususlarda gördüğü yanlışlara anında müdahale ediyor, dinin, aynı zamanda hayat dini olduğunu, hayatın bütün safhalarının dinin koyduğu iyilik, doğruluk, feragat, fedakârlık, sevgi, kardeşlik, barış gibi kurallara uygun olarak yaşamanın insanın mutluluğunu sağlayacağını anlatıyordu:
Ebu Hureyre (r.a.) rivayet etmektedir: Rasulullah bir buğday yığınına uğramış ve elini onun içine daldırdığında parmaklarına ıslaklık dokunmuştu. Bunun üzerine:
« -Ey ekin sahibi bu nedir buyurdu. Ekin Sahibi:
- Ona yağmur isabet etti ya Rasulullah, diye cevap verdi. Rasulullah:
- O ıslak kısmı, insanlar görsün diye ekinin üstüne koysaydın ya: Aldatan benden değildir.» buyurdu [10]. 
Bu hadis-i şerif bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından yapılan denetimlere sadece bir misaldir. Bunların sayısını artırmak mümkündür. Biz bir tek misalle yetiniyoruz.

HAZRET-İ PEYGAMBERİN TAYİN ETTİĞİ MÜFETTİŞLER:
Medine'de Müslüman nüfusun artması ile birlikte, devlet işleri de artmıştı. Bu sebeple de artan bu hizmetleri yürütebilmek için Hz. Peygamber tarafından çeşitli memuriyetlere tayin yapılmıştır. Tayin edilen memurların bir kısmının sadece din muallimleri olması yanında, elçilik, komutanlık, zekât ve vergi toplama memurlukları gibi denetim hizmetlerini de kapsayan memuriyetler de vardı.
Medine'de, erkekler genellikle tarlada işte, hayvanların otlatılması gibi işlerle meşgul bulunmaları sebebiyle çarşı-pazar işleri kadınlar tarafından da yapılıyordu.
İşte, bu sebepledir ki, çoğunluğunu kadınların oluşturduğu çarşı pazarın denetlenmesi ölçü ve tartıya dikkat etmeyenlerin tespiti ve gerektiğinde ceza tahsili gibi görevleri yapmak üzere hanım sahabilerden Şifa binti Abdullah'ı müfettişlikle görevlendirilmişti[11]. 
Bundan başka, özellikle Mekke'nin fethinden sonra da müfettiş olarak görevlendirilmiş sahabilere rastlıyoruz. Ancak, teftiş ve müfettiş kelimeleri Arapça olmakla birlikte o devirde kullanılmayıp, son yüzyıllarda kullanılmaya başlamıştır. Bu sebeple, hadis ve siyer kitaplarında bu görevlendirmelerle ilgili olarak teftiş ve müfettiş kelimelerinin kullanılmadığını görüyoruz[12]. Yaptıkları hizmet, yapılan işin bir teftiş işi olduğunu göstermektedir[13].
Bu kısa açıklamadan sonra, “ilk müfettiş sahabi” olan Şifa binti Abdullah ile ilgili kaynaklardaki bilgileri nakledelim.

HZ. PEYGAMBER DEVRİNDEKİ İLK MÜFETTİŞ YAHUT ŞİFA BİNTİ ABDULLAH
Künyesi: Şifa Binti Abdullah El-Adeviye. Hz. Ömer (r.a.) ile aynı kabileden. Cahiliye devrinde de okuma-yazma bilen kadınlardandır. Hz. Ömer'in kızı ve Peygamber Efendimizin mübarek zevcelerinden Ümmül-mü'minin Hz. Hafsa (r.a.) dâhil pek çok sahabiye de okuma yazma öğ-retmiştir. Kendisi, İslamdan sonra ilkyazı öğretmeni sıfatını da kazanmıştır.
Şifa (r.a.) sadece okuma yazmayı değil, «nemle» adıyla bilinen ve sıcakla, sıkıntının birleşmesinden meydana gelen, halk arasında «isilik» denilen bir takım hastalıkların tedavisini de bilmektedir. Bunun dışında, kaynaklar bitkiler hakkında da geniş bilgisinin bulunduğu konusuna da yer vermektedir. Hatta Hz. Peygamberin okuma yazma bilmeyen eşlerine okuma-yazmayı öğrettiği gibi eşi Hafsa'ya «nemle» hastalığının tedavisini de öğretmeyi kendisinden rica ettiği nakledilmektedir[14].

Prof. Dr. Muhammed Hamidullah şunları yazıyor:
“Bazı delillere bakacak olursak Hz. Peygamber kendisini çarşı pazar (sûk) işlerinde de tavzif etmiştir. Bazılarına göre ise, bu tavzif işi Hz. Ömer'in halifeliği zamanında cereyan etmiştir. Mümkündür ki, Hz. Ömer Hz. Peygamberin ona tevdi ettiği aynı vazifede bu hanımı tavzife devam etmiştir. Durum ne olursa olsun bu hanım sahabinin en azından ticari ihtilaflar üzerinde muhakeme yetkisini kullanması gerekmiştir[15]”. 
“Rasulullah Muhammed” adlı kitabında ise, yazar şu bilgileri veriyor:
“Medine'de nüfusun çoğalması, sadece şehirde yeni pazar yerlerinin açılmasını değil, aynı zamanda buraların teftiş ve murakebesini de gerektirmiştir. Okuma ve yazması pek mükemmel olan (Hz. Ömer'in akrabalarından) şifa Bint-i Abdullah adındaki bir hanım «pazar yerinde bu işle...» görevlendirilmiştir. Kaynaklardaki bilgiler pek açık olmamakla beraber, bu hanımın her halde pazar yerinin umumi murakıbı yahut buraya mal getiren tüccarlardan gümrük vergisi tahsil eden bir kimse, veyahutta ticaret yapan bazı kadınların işlerine bakan müfettiş olarak vazife gördüğünü tahmin edebiliriz”[16]. 
Hz. Peygamberin VII. Yüz yılda, etnik ve dini farklılıklara bakmaksızın bir hanımı “Muhtesib”, yani Müfettiş olarak tayin etmesine karşılık günümüz Diyanet İşleri Başkanlığı dâhil, kamu kurumlarının çoğunda bayan müfettiş bulunmayışını “laik, demokratik, sosyal, hukuk devleti ve modern teftiş anlayışı” ile bunu nasıl izah edeceğiz?

HİSBE TEŞKİLATI VE MUHTESİPLİK
Hisbe teşkilatının, İslam cemiyetinde, iyilikleri emretmek ve kötülüklerden vazgeçirmek suretiyle sosyal huzuru sağlayan dini bir teşkilat olarak ortaya çıktığı bilinmektedir[17]. 
Muhtesiblik ve hisbe teşkilatı aynı anlama gelmektedir. Bu teşkilatın bizzat Hz. Peygamber tarafından kurulduğu, bu teşkilat yürütenlere muhtesip denildiği de kaynaklarda yer almaktadır. Hatta bazı kitaplarda bu muhtesiplere ait listelere de rastlanılmaktadır.
İslam Ansiklopedisi, Muhtesibi Müfettiş anlamına almış ve öylece izah etmiştir. Tarih boyunca bütün İslam ülkelerinde uygulandığı görülen muhtesiblik, müfettişlik hizmetini görenler arasında Hz. Ömer (r.a.)’in de adı geçmektedir. Hz. Ömer (r.a.) in Medine, Hz. Said bin Said İbn-il As'ın da Mekke muhtesibi (Muhtesiplerin Başkanı) olarak görev yaptığı bazı kaynaklarda yer almaktadır[18]. 
Hz. Ömer’in “Halife” olarak adaletiyle şöhret bulmasının sebepleri arasında, Muhtesip ve muhtesiplerin Başkanı olarak karşılaştığı problemlere bulduğu çözümlerle elde ettiği tecrübenin ciddi bir etkisi olduğu ifade edilebilir.
Değişik devirlerde ve değişik İslam ülkelerinde bazı değişikliklere uğramakla birlikte, muhtesiblerin sanat erbabının narhlarına bakmak, kile, arşın ve sair ölçüler ile terazi ve kantarlarını muayene edip, düzgün ölçüler kullanmayan, satışlarda hile yapanları cezalandırmak vazifesi ile mükellef memur oldukları kesin olarak bilinmektedir.
Buna bakarak, muhtesiplerin belediye müfettişi yahut belediye iktisat müfettişi oldukları söylenebilirse de Y.Z. Kavakçı'nın hisbe teşkilatının bugünkü modern devlet müesseselerinden hangisine tekabül ettiği meselesinde, hisbenin tam karşılığını bulamadığını, hisbe teşkilatının belediyelerle, maliye, ticaret, iktisat, sanayi sağlık bakanlıktan ile Diyanet İşleri Başkanlığı'nın gördükleri işlerden bazılarını ifa ettiğini söylediği görülmektedir.

________________________________________
[1] Doğan. Mehmet Büyük Türkçe Sözlük Teftiş maddesi, Meydan Larousse Teftiş Maddesi
[2] Sezgin, Abdülkadir, .Hz. Peygamber Devrinde Teftiş Hizmetleri., Denetim, 20, Ankara 1987.
[3] Alak Suresi, Ayet:1
[4] Berki A. Himmet - Keskioğtu Osman: Hatem-ül Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı D. i. B.lığı yay. Sh. 206-209
[5] Medine Vesikası Türkçeye tam tercümesi için bakınız; Prof Dr. Muhammed Hamidullah, Medine Vesikası, Islam Peygamberi / Irfan Yay. Ist.1991 Tercüme: Prof Dr. Salih Tuğ. Ayrıca Medine vesikası hakkındaki diğer görüş ve temel değerlendirmeler için aşağıdaki kitap ve makaleye bakılabilir:
AKDÜNDÜZ, Ahmet, Eski Anayasa Hukukumuz ve İslam Anayasası, Timaş Yayınları, İstanbul 1989.
EN- NEBHAN, Muhammed Faruk, İslam Anayasa ve İdare hukukunun Genel Esasları, (Çev. Servet Armağan), Sönmez Neşriyat, İstanbul, 1980.
Musa K. YILMAZ; İslam Devletinin İlk Anayasası: Medine Vesikası, Köprü dergisi, kış 2009, sayı 105/İstanbul
[6] E. Levi - Provençal; İslam ansiklopedisi, Medine maddesi.
[7] Muttaffifin Suresi, Ayet: 1-4 [9] Bu hadisler ve benzerleri için bakınız; Buhari, Müslim, Ahmed Ibni Hanbel, Ebu Davud, Nesai, İbn-i Mace.
8 Davudoğlu Ahmed: Muslim Terceme ve Şerhi C. 1 Sh. 406
[9] Hamidullah, Muhammed: Rasulullah Muhammed Tere: Doç. Dr. Salih Tuğ Sh: 210
[10] Hz. Peygamber devrinden Osmanlı dönemine kadar geçen uzunca bir zaman diliminde, Teftiş kelimesini de içine alacak biçimde, “İhtisab” kelimesi kullanılmış olup, bu işi yapanlara da aynı kelime kökünden üretilmiş “Muhtesib” denilmiştir. Muhtesiplerin başkanı için de “Reisü-l Muhesibîn” (Muhtesiplerin Başkanı) denildiğini biliyoruz.
“ihtisab”la ilgili iş ve işlemler yahut “Muhtesib”lerin yetki alanı içine, ekonomik ve sosyal, dinî, idari ve . adlî yönü olan iş ve işlemler dahildi.
Hz. Peygamber dönemindeki Muhtesibler, pazarda denetleme, ceza yazma ve tahsil etme yetkileriyle hareket etmişlerdir.
Selçuklu ve Osmanlı’da “İhtisab Ağası” teftiş kurullarının kurulmasına kadar, kabine üyesi idi.
İhtisab ve Muhtesiplik için fazla bilgi için bakınız;
Kazıcı, Ziya “Osmanlı'da İhtisap Müessesesi”, “İslam Medeniyeti ve Müesseseleri Tarihi" ve Prof. Atar, Fahrettin, İslam Adliye Teşkilatı, 
11 Belezuri: Fütuhu'I-Buldan Kahire Sh: 458 H. Mehmet Zihni Etendi: Meşahiru'n- Nisa Sh: 400, Okiç, Okiç, M. Tayyip. İslamiyette Kadın öğretimi D. i. B. lığı yayını Sh: 22, En-Nevevi C. 14 Sh: 180-185, C: 16sh. 216-217. El-lsabe: C: 4 Sh: 333
12 İhtisab (denetim)le ilgili hizmetin Kur’an-ı Kerim’deki dayanağı, “iyilik yapmak, iyiliği yaymak ve Kötülüğü engellemek” Türkçemizde de kullanılan Arapça deyimi ile “Emri bil ma’ruf, nehy-i ani-l münker”le ilgili ayetlerdir. Bu ayetler için bakınız; Âl-i İmran:104,110,114 Maide,79 A’raf;157,Tevbe71,122 Hac:41, Lokman.17
13 Davudoğlu Ahmed: Muslim Terceme ve Şerhi C. 1 Sh. 406
14 Hamidullah, Prof. Dr. Muhammed a.g.e. Sh:210
15 Atar, Fahrettin: İslam Adliye Teşkilatı D.İ.B. lığı yayını Sh: 170 (Kalkaşandi. Subhul-A'şa 1913 Mısır'dan nakil)
16 Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü C: 2 Sh: 572
17 Kavakçı, Yusuf Ziya: Hisbe Teşkilatının Bir İslam Hukuk ve Tarih Müessesi olarak kuruluşu ve gelişmesi, Sh: 14 Atatürk Üniversitesi yayını, Numara 431 Baylan Mat, 1975, Ankara