(ALTINCI BÖLÜM)
İç benlik denizindeki her türden parçacığın duyguyu, hayali, tefekkürü farklı ilham, şa’r ile keşf ve sır adlı -halkın bâde içmek dediği- nitelikli hâllerle enerjilenmesi hem hikmetli beyanı, hem bediî tefekküre dayanan ifadeyi var ediyor. İlham, keşf, şa’r, sır nitelikli enerjilenmelerle iç ve dış benliğini-kimliğini biçimlendirenlerin bir kısmı rind,[1] zâhid, vâcid, abdal, meczup, bir kısmı ise mecnun olarak etiketleniyorlar.
Kur’ân’ın Tebliği
Bütün dinlerde ve/veya inanç sistemlerinde olumsuz yanları Yaratan adına dizginlemek için, gerçekleştirilen benimseyiş ve yaşantılar vardır. İnsanın nefis adlı enerjisi ile hem bedenine hem ruhuna eziyetler ettiği bilinmektedir. İnsan eğitimlendikçe aklını işletip, fikir üreterek yaratma konusunda bilgi edinebilir. Bilgi edinme, bir bilim dalında yeterli olma adına aşırı çaba göstererek kendinden geçme mümkündür. Bir de sanat ve bilgelik alanlarında yüksek heyecanlanmalara bağlı kendinden geçmeler, esrük olmalar vardır (Türk halkının eserli eserüklü dediği hâl). Bu türden hâllerin bir kısmı da inanca bağlıdır. İslâm toplumlarında her milletin, millî kültürlerinden yaptıkları katkılarla biçimlenen bir tür ‘kendinden geçme’leri yansıtan kişi ve gruplar bulunmaktadır.
İslâm öncesi Arap topluluklarında, özellikle de bedevi/çöl kültürüyle yaşayanlarda, güzel, duyulmamış ifadeler konuşan anlatan şiir söyleyenlerin, cin adlı varlıklarla ilişki kurabilen, onlara hükmettiği ölçüde başarılı olan insanların hüneri olduğuna inanılırmış. Mısırlı bir bilginden bu anlayışın büsbütün ortadan kalkmamış olduğunu duymuştum.
Cinlerle ilişki kurarak, geçmişe veya hâle, hattâ geleceğe ait bilgiler veren insanlara meczûp, mecnûn[2] denilmektedir. Bu özellikteki insanların bir kısmı en eski ustûre (epik, dramatik, trajik hikâyecikler; çoğulu esâtir) nitelikli nazma benzer ifadelerle kendinden geçerek naklediyorlarmış. Mecnûn veya meczûp olanların, daha önce duyulmamış, söylenmemiş kabul edilen ifadelere dayanan, güzel ifade edilmiş kompozisyonlar ortaya koyduğu düşüncesi, yirminci yüzyıl başlarına kadar yaygın bir kabullenme idi. Diğer yandan, ilkel topluluklarda, çöl kültüründe, üstünlük sağlayıcı bir tür soğuk savaş aracısı olan düşman sayılan insanı, aileyi, topluluğu psikolojik olarak çökertici bir silah da hiciv adlı nazım parçalarıydı. Bu ağır silâhı en etkili olarak kullananların da, metafizik varlıklarla, cinlerle ilişki kurabildiği ölçüde başarılı olduklarına inanılır(mış). İlkel topluluklarda ve çöl kültüründe, zengin ailelerin, bu türden hiciv söyleyen, nazım kuran insanları görevlendirdikleri bilinmektedir. Bu hiciv ustaları, kendisini görevlendirenlerin sevmedikleri, düşman saydıkları insan ve aileler aleyhinde, kışkırtıcı, itibarsızlaştırıcı, iftira atıcı, çok ağır ifadelerden oluşan saldırı kompozisyonlarının yazılıp yayılmasına hizmet ederlermiş. Bu türden bazı özel insanların etkili yansıtmalarla halkın zihnini kirletebilecekleri açıktır.
Allah’ın bilinmesini istediklerini Cebrail adlı büyük melek aracılığıyla Nebi, Resul, Hâdi ünvanlı insanlara ve cinlere ilettiği hükmü semavî dinlerin ön şartıdır. Kur’ân’da Şuarâ (şairler) Sûresi adlı uzun bir vahiy bütünlüğü var. Bu sûrede Rabb’ın vahyi tebliğ için gönderdiği elçi/nebi/resul adlı seçilmiş görevli her insanın, inanmayanlar tarafından, ‘mecnûn’, ‘cinlerin yardımıyla şiir söyleyen’ kimseler olarak nitelenip karşı çıkıldığı anlatılmaktadır. Gerek putperest gerek Hristiyan Araplar ile Museviler de İslâm’ı tebliğ eden Muhammed Mustafa’yı da şiir söyleyen bir kimse olarak tanıtmaya kalkmışlardır. Vahyin dil ve beyan güzelliği ile derinliğini kabullenmeyenler, Resulullah’a karşı çıkıp saldırma konusunda fikir ve eylem birliği içinde olmuşlardır. Yâsin Sûresi’nin 69. âyetinde, Tur Sûresi’nin 30. âyetinde, birer hikmetli beyan olan âyetleri, cinlerin söylettiğine inananlar, Resullulah’ı şair sayanlar, Allah tarafından azarlanıyor. Şuarâ Sûresi’nin önce 221. 222. ve 223. âyetlerinde şeytanların kimleri teslim alacağı vurgulandıktan sonra 224-225 ve 226. âyetlerinde şairlerin, yanıltıcı olanlardan bir etkili grup olduğu düşündürülür. Duhan Sûresi’nde[3]Allah katından bildirilen vahyi reddedenlerin, sert bir şekilde azarlandığı görülmektedir.
(DEVAMI YARIN YAYINLANACAKTIR)
[1] Rind kavramı 1. inançlar başta olmak üzere, kural ve yasaklara uymayan, 2. pervasız, laübâli, 3. güzel ve güzelliğin yansıması olan kişi, durum ve varlıklar dışındaki her ögeye ilgisiz, 4. Allah ile bağ kurdurucu çok özel ve gizli yol ve uygulamalar dışındaki inanç ve ritüelleri reddeden, 5. Sezerek bilmeyi, ilham edilmişi söylemeyi, irfan ile hareket etmeyi benimseyerek yaşayan, bu özellikleri yüzünden, toplumdaki ‘gerçek’ anlayışı ile ayıp, günah, gülünç ölçütlerine pasif direniş gösteren insan tipinin adı ve niteliğidir. Rindlik herhangi bir dine aitlik değil, o kişinin kendine özgü fizik ve metafizik kabullerle yaşamasıdır. Rindin ve rindliğin nazma, şiir sanatına yüklediği anlam ve işlevin özel olacağı kaçınılmazdır. Rindlerin, şiiri iletişimin öncelikli aracı ve yöntemi saydıklarını vurgulamalıyım. Melâmî ve sûfî kavramları, 11. yüzyılın başlarından şia etkisinin arttığı 15. yüzyıl ilk çeyreğine kadar, şer’î emir ve kurallarına uyan, iç benliği bunlarla yuyan tipler iken, bu yüzyıldan itibaren sınırlamaları yok sayan vecd hâllerine teslim olma anlamındadır. Rind için bir din veya mezhepten söz etmeden de yaşananlar, sûfi ve melâmî olanlar için İslâmî bir heyecan ve cezbe hâlidir. Sûfilerin, dâilerin veya zâhitlerin uyduğu kurallar karşısında melâmiler ve kalenderîler daha pasif, yasaklara ilgisiz yaşantıların ve ifadelerin sahipleridir. Türklerin Müslüman olmasından sonra sûfilik veya zahitlik yolundan yürüyen grupların bir kısmı melâmî veya kalenderî kavramıyla adlandırılan yaşantılar, cezbeli hâller ve ritüeller göstererek tanınmış, bilinmişlerdir. Bu kavram bilgisi ve yaşantılar için MEB Klasikler dizisinden Fars edebiyatından yapılmış çeviri eserlere bakılmalıdır. Ayrıca bk., Nasrullah Pürcevadî (Fasçadan Çev. Hicabî Kırlangıç) Can Esintisi: İslâm’da Şiir Metafiziği, İst. 1998; Abdülkadir Geylani’den Yolun Esasları-52 Sohbet (Çev. Dilaver Gürer),, İst. 2015, s. 94-139; Yılmaz Soyer, Hünkâr: Ansiklopedik Bektaşilik Sözlüğü, İst. 2019; Leyla Akgün, Pir Sultan Abdal Sözlüğü, 2. bs. , Ank. 2022.
[2] Mecnun’un kökendeşi cünûn kelimesidir. Kur’ânda Hz. Muhammed’e ve nebilere iftira edenlerin saldırılarında bu kelimeyi kullandığına işaretle ‘akıl bozukluğu’ olarak tanımlayıp meseleyi fıkıh ve hukuk sınırları içinde ele alınması (İbrahim Kâfi Dönmez, “Cünûn” DİA,,c.8) ayrı bir konudur. (Ayrıca bk. Ahmet Hulusi, Din-Bilim IşığındaRuh,İnsan,Cin, İst. 1985)Cinlenme, cinlere teslim olma, onların fısıldadıklarını insanlara iletmeye çalışmanın her türlüsü tecennündür, mecnunluktur. Cenne fiilinden türemiş olan mecnun, mütecennin kavramlarının şu anlamlarına değineyim: Gecenin en karanlık vaktinde şekilsiz gölgemsi varlıkların etkisiyle gerçeklerden kopma hâlleri; insanın aklını, sağduyusunu tefekkürünü ortadan kaldıran görüntüler; vesvese denilen muhakemeyi işlettirmeyen vehimlere teslim olmuşluk; divâne denilen olağan ve akıl dışı konuşma ve davranışlar gösterenler; cin adlı bir tür ışından yapılmış varlıklar tarafından erk’i elinden alınmış insan. Sevda, aşk, muhabbet, kavramlarına bağlanarak ifade olunan deli, divane kavramlarının gerek günlük dilde gerekse edebiyat hayatında kazandığı anlam farklıdır. Bu anlam aklî yetersizlik veya kısıtlılık sayılmamaktadır. Bir kadına ve nadiren bir erkeğe aşırı tutkunluğun getirdiği kendinden geçmenin yol açtığı biyolojik, psikolojik ve sosyolojik hâlleri yaşayanlara mecnûn denildiğini ve Leyla-Mecnun hikâyesindeki yaşantıların sahiplerine bu ismin, unvanın verildiğini bilmeyen yoktur. Mecnun(luk) sevginin depreminden darmadağın olma yüzünden, sosyal uyum ve benzeşme kurallarını tanımazlaşmış insanın normal olmayan sözleri ve davranışlarıdır.
[3] Duhan Sûresi’nde Resul için (44/14), ‘cinlerin öğrettiklerini söyleyen’ “mecnûn” olarak damgalanmasını Allah reddediyor. Şuarâ Sûresi’nde Firavun’un Hz. Mûsa’yı, “mecnûn” olarak nitelemesi de aynı anlayışın ürünüdür. Bu konularda bilgilenmek için bk. DİA, “Yasin”, “Şuâra”, “Duhan” ve “Tur” Sûreleriyle ilgili maddeler ile Ahmet Tekin’in Kur’â’nın Anlaşılmasına Doğru, Lügatli Tefsirî Meâl, (9. Baskı, İst. 2015) adlı muhteşem eserin hem ön açıklamalarına, hem tefsirli mealinin yapıldığı bu dört sûreye bakılmalıdır.