Alevî-Sünnî meselesi İslâm Âlemi’nin gündemine, milâdî takvime göre 10 Ekim 680 târihinde (hicrî takvime göre 10 Muharrem 61’de) Hz. Hüseyin ve ailesi fertlerinin Emevîler tarafından şehit edilmesiyle yerleşti. Kabirlerinin bulunduğu yer olması sebebiyle ‘Kerbelâ Hâdisesi’ olarak anılır. O târihte Türkler henüz Müslüman olmamıştı. Bu sebeple Türklerin, Kerbelâ Hadisesi ile en ufak bir ilgisi yoktur. Fakat garip bir tecellidir ki… Alevî-Sünnî meselesi denilen pranga Türklerin ayağına takılmıştır.
Dış mihrakların yönlendirmesiyle bâzı Alevî yazarlar tarafından, Osmanlı döneminde Alevilerin katledildiğine dâir iddialarda bulunulmuş ise de aslı yoktur. Yazar kardeşlerimiz, Hıristiyan kışkırtıcılar tarafından yanlış yönlendirilmiştir. Şah İsmâil’in. Türk birliğini zayıflatmak ve bozmak maksadıyla Osmanlı topraklarına saldırması sebebiyle 40.000 Alevî’yi öldürdüğü söyleniyorsa da verilen rakam kesinlikle doğru değildir. Diğer taraftan belirtilen sebeple saldıran komutan ve askerleri, Edirne’deki sarayda misâfir etmek, yedirip içirmek söz konusu olamazdı. Kanûnî Sultan Süleyman Han döneminin Şeyhülislâm’ı Ebüssuûd Efendi’nin ‘Kızılbaşların katli vâciptir’ şeklindeki fetvâsı da aynı suçu işleyen ve ‘Kızılbaş’ olarak anılan Farslarla ilgilidir. Osmanlı döneminde ‘Ali’ isimli pâdişah ve şehzâdenin bulunmayışı da Hz. Ali ve Alevilik aleyhtarlığı olarak yorumlanmaktadır. Câhillik… Osmanlı Hânedânında Ali ismindeki şehzâde çocukları ve şehzâdeler ile Aliye ismindeki sultan kızları vardır:
1-Alâeddin Ali Bey (1290-1333): Babası Osman Gazi.
2-İkinci Alâeddin Ali Bey (Niğde Beyi) (1381-1424): Babası: Alâeddin Ali Bey.
3-Ali Şah Çelebi: 1. Bâyezid’in şehzâdesi Kasım Çelebi’nin oğlu.
4-Emir Ali Çelebi: Yıldırım Bayezid’ın kızı Hundi Hâtun’un oğlu.
5-Veliaht Şezâde Alâeddin Ali (1425-1443) Sultan İkinci Murad’ın oğlu.
6-Şehzâde Ali: (1499-1513) Sultan İkinci Beyzıd’ın oğlu.
7-Şehzâde Ali (?-1572) Sultan İkinci Selim Han’ın oğlu.
8-Şehzâde Ali: 1698-1699) Sulutan İkinci Mustafa Han’ın oğlu.
9-Şehzâde Ali (08.06.1706 -12.09.1706) Sultan İkinci Ahmet Han’ın oğlu.
Babası Sultan veya şehzâde, annesi pâdişah kızı olan, Aliye isminde 7 bayan vardır.
Adı Hasan veya Hüseyin Olan 7 sultanzâde vardır. (annesi pâdişah kızı)
***
Cumhuriyet Türkiye’sinde çok şükür ki Alevî-Sünnî çatışması olmamıştır. İnşallah bundan sonra da olmaz. Fakat bu durum, ülkemizde Alevî-Sünnî meselemizin olmadığı mânâsına alınmamalı, tedbirli olunmalı. Aksi takdirde Alevî Çalıştayları yapılmış olmasını izah edemeyiz.
‘Alevî’ kelimesinin anlamı, ‘Hz. Ali’yi seven, O’nun yolundan giden’ olarak verilebilir. Hz. Ali’yi sevenler iki grupta toplanabilir. 1- Peygamber Efendimiz’in: ‘Ali’yi müminler sever.’ Sözüne uyarak, herhangi bir siyasî düşünceye kapılmaksızın O’nu samîmi olarak sevenler, 2- O’nu, kendisine uygun görülen hüviyeti sebebiyle sevenler.
Birinci gruptakiler, Hz. Ali’nin meziyetlerine hayrandırlar. Ayrıca Ehl-i Beyt’ten(1) olması sebebiyle derin bir saygı gösterirler. Bu gruptakilere hiçbir çevreden hiçbir itiraz gelmez. Çünkü her Müslüman bu anlamda Alevî’dir.
İkinci gruptakiler arasında maksat birliği yoktur. Kendi aralarında çok sayıda ve farklı görüşler vardır. Aralarındaki derin görüş ayrılıkları, Alevîleri de içerisinde yaşadıkları toplumun insanlarını da tedirgin etmektedir. Bu sebeple ‘Alevîlik nedir?’ Sorusuna cevap vermek kolay değildir. Mümkün ve kolay olan tanımlama, Alevîliğin ne olmadığı konusundadır. Alevîlik, her şeyden önce dinsizlik değildir. Ve en önemlisi, Alevîlik din değildir.
Hz. Muhammed’in ölümünden sonra Hilâfet’in, Hz. Ali’nin hakkı olduğu ve hattâ bu görevin bizzat Hz. Muhammed tarafından Hz. Ali’ye verildiği iddia edilmektedir. İddiaların geçerli olduğuna dâir hiçbir delil yoktur. Hz. Ali Efendimiz, kendisine böyle bir görev verildiyse; karşı çıkanları üstün hitâbeti ve derin ilmiyle ikna eder, ikna eder ve görevini îfa ederdi. Delilsiz iddiayı ortaya atanlar, Hz. Alî’ye hakaret ettiklerinin farkında değil.
Çok az sayıdaki fanatik Alevî, Hz. Ali’nin Peygamber ve hattâ (hâşa) Allah olduğunu iddia ederler. Bu iddialar da aklî ve ilmî delillerle yok edilir. Fakat iddia sahipleri, yanılgılarını kabul etmeye yanaşmıyorlarsa, tartışmak yine yersiz ve zararlıdır.
Bu ve benzeri anlaşmazlıklar sebebiyle sun’i olarak bir Sünni – Alevi anlaşmazlığı meydana getirilmiştir.
Alevîlik, İslâm’ın farklı bir yorumu, İslâm Kültürü’nün bir parçası, İslâm’ın bir gerçeğidir. Bu sebeple Alevî – Sünni çatışması, her iki tarafa da zarar verir. Faydalananlar, Türk ve İslâm düşmanları olur.
Anadolu Alevîleri, Hz. Muhammed’e dil uzatanları affetmez. Onlar, Türk Devleti’ne silâh çekenlere de karşıdırlar.
Sünnîler’e kız vermeyen Alevîler var. Onların ortak gerekçesi, Sünnîler’in kendilerini hor görmeleridir. Kimsenin kimseyi hor görmeye hakkı yoktur.
Alevîler, kendilerini gusül abdesti almayan, cem evine giden, orada âlem yapan insanlar olarak gören kişilerden rahatsızdırlar. Alevî toplumu, ahlâka büyük önem verir. Zîna yapan, hırsızlık yapan, edebe aykırı harekette bulunan kimseler, ‘düşkün’ sayılır, dışlanır.
Müslümanlar içerisinde yanlış yapanlar, günah işleyenler dâima olagelmiştir. Kişileri ilgilendiren bu yanlışlıkların, cemaatlere mal edilmesi, genelleştirilmesi haksızlıktır, günahtır.
(DEVAM EDECEK)