Oğuz Çetinoğlu: Sohbetimize, ‘Sadaka-i Fıtır’ konusu ile başlayabilir miyiz?
Mustafa Akgül: Halk arasında fitre de denilen sadaka-i fıtır, ‘sadaka’ kelimesi ile ‘iftar etme, Ramazan Bayramı ve yaratılış’ mânâsındaki ‘fıtır’ kelimesinin bileşiminden meydana gelmiştir. Sadaka-i fıtır, dinen zengin olarak Ramazan ayının sonuna yetişen Müslüman bir kişinin belirli kimselere vermesi vâcib olan bir sadakadır.
Sadaka-i fıtır, borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla olarak nisap miktarı mala sâhip olan her Müslüman’a vâcibtir.
Çetinoğlu: Konunun uzağında olanlar için; ‘nisap miktarı mal’ ifâdesini açıklamanız mümkün mü?
Akgül: ‘Nisap’ kelimesi dînî bir kavram olarak Zekât, sadaka-i fıtır, kurban gibi ibâdetler için konulan bir zenginlik ölçüsüdür. Nisâba, zengin olmanın en alt sınırı veya en az zenginlik ölçüsü de denilebilir. Borcundan ve aslî ihtiyaçlarından fazla olarak bu kadar mala sâhip olan kişi dinen zengin sayılır. Böyle bir kişinin zekât veya sadaka alması helâl değildir. Sadaka-i fıtır vermesi ve kurban kesmesi gerekir.
Zenginliğin alt sınırı olan Nisâp Hz. Peygamber tarafından gösterilmiştir. Bu asgarî sınırlar, bir açıdan o dönem İslâm toplumunun ortalama hayat standardını ve zenginlik ölçüsünü göstermektedir. Hadislerde belirlenen Nisâp miktarları şöyle sıralanabilir: 80,18 gr. altın veya bunun tutarında para, ticâret malı, 40 koyun veya keçi, 30 sığır, 5 deve. Nisâp miktarının belirlenmesinde kullanılan bu malların, o dönemin en yaygın zenginlik aracı olduğu açıktır. Nisâbın bu mallar üzerinden belirlenmesi, sosyal ve ekonomik şartların fazla değişmediği ileriki dönemlerde de aynen korunmuştur. Günümüzde de bu miktar esas alınmaktadır. Sadaka-i fıtır için söz konusu miktarın elde edilişinin üzerinden bir yıl geçmesi şartı aranmaz. Sadaka-i fıtır verileceği gün sâhip bulunması esastır.
Dinen zengin olan çocuk ve velinin malından velî veya vasîsinin fıtır sadakası vermesi gerekir. Bu sadakanın vâcib olma zamanı Ramazan bayramının birinci günü olmakla birlikte, bayramdan önce de verilebilir. Hatta bu daha iyidir. Bununla birlikte, bayram günü veya daha sonra da verilebilir.
Çetinoğlu: Sadaka-i fıtırın miktarı konusunda da bilgi lütfeder misiniz?
Akgül: Bir fakirin içinde yaşadığı toplumun hayat standardına göre bir günlük yiyeceğinin karşılanması için lüzumlu olan miktardır. Bu miktar en az olanıdır. Dileyen daha fazlasını verebilir. En alt rakam, her sene müftülükler tarafından açıklanmaktadır.
Çetinoğlu: Sadaka-i fıtır kimlere verilemez?
Akgül: Dinen zengin sayılanlara, usul (anne, baba, dedeler ve ninelere), furua (oğul, kız ve torunlara) ve bakmakla yükümlü olduğu kimselere sadaka-i fıtır verilmez. Bir kimse, fitresini bir fakire verebileceği gibi, birkaç fakire de dağıtabilir.
Çetinoğlu: Bir de ‘fidye’ dediğimiz mâli bir ibâdetimiz vardır. Bilgi verir misiniz?
Akgül: İhtiyarlık, şifa ümidi olmayan bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan kimse, daha sonra kaza etmesi mümkün olmadığından tutamadığı oruçların her bir güne karşılık bir fidye öder. Bu durumdaki bir kimsenin fidye ödemesi vâcibtir. Fidyenin miktarı da bir kişiyi bir gün için doyurabilecek yiyecek bedeli olarak belirlenmiştir.
MUSTAFA AKGÜL
1950 yılında Kayseri’nin Erkilet ilçesinde doğdu. İlk, orta ve yüksek tahsilini Kayseri'de yaptı. Mesleğe İmam-hatip olarak başladı. Kayseri Müftü yardımcılığı ve Keşan Müftülüğü yaptı. 35 yıldır da İstanbul'da vaiz olarak görev yapmaktadır. Yurt içi ve yurt dışında yaklaşık 600 konferans verdi. Mustafa Akgül, dünyada bir ilk olan Din Görevlileri Sendikası'nın kurucuları arasında bulundu. Hâlen kurucusu olduğu DİYANET-SEN'in şeref genel başkanıdır. Türkiye’de bir ilke daha imza atarak camilerde slayt gösterili vaazları başlattı. Yaklaşık 500 televizyon programına yapımcı veya misafir olarak katıldı. Halen TRT 1 'deki ‘İyi Fikir’ programının Perşembe konuğudur.
Mustafa Akgül, 5 çocuk babası ve 10 torun dedesidir.