M. Halistin KUKUL

Şair - Yazar

[email protected]

Dil ve Şiir

Tanpınar; “Şiirin Niteliği” başlıklı yazısında, “Şiir yazıldığı dilin içindedir. Tercüme ile sevilen şâir hemen hemen yoktur” der.

“Yazıldığı dilin içi...”; çok mühim bir ifadedir. Bilhassa, “içi”; ‘dışı’ değil! Çünkü; dış, kabuktur; dış, maddedir. Zarftır.

Şiirde aradığımız ‘iç’teki mânâ, renk, ışık ve âhenk’le alıpgötürücülük âdeta uçuruculuk tarafıdır.

Kaldı ki, bunların hepsi de ‘müşahhas yâni görünürdür. Görünür’ün biraz daha içi’dir.

Şiir; ferdî tasavvur ve hayâllerimizi ‘huzura dâvet edip çıkarırken’; aynı zamanda, o ferdî yâni “ben” diyen şâirin de cemiyetin önündeki vaziyetini tâyin eder. Burada; rahatlıkla diyebilirim ki, dil, kendi vazifesini bitirir ve tahakkuk ettirdiği şiir, cemiyetin dili/lisânı hâline gelir.

Yine, Tanpınar’ın aynı yazısında belirttiği gibi, “Şiir, bir iç kale sanatı” olur. Yâni, kalıplardan sıyrılmış, kirlerden arınmış, bediî haz mertebesinde gönülleri mest eden bir çehreye bürünmüş bir “iç kale”, kendini cemiyetin dili hâlinde temsil eder.

Ne yazık ki, insanlar, yaşadıkları dünyayı, yaradılış maksatlarının dışında kullanıyorlar. Şâyet, biraz olsun, “En güzel biçimde yaratıldıkları”nın idrâkinde olsalar, hiç de kaypak davranmalarına gerek kalmayacaktı.

Böylece, ilk ve her şeyden önce, dili, hâkim unsur olarak nezîh bir mertebeye çıkaracaklardı. San’atta, - elbette ki, mevzumuz olan şiirde- esas olan şey, insanlığın haz, zevk, huzur, sükûn, itimat, merhamet ve hoşgörüye dayalı bir hayatı müşterek olarak yaşayabilmesini sağlamaktır.

Bunun için, “yaradılış maksadını bilmek” çok mühimdir.

Şefik Can, Mevlâna’ya Göre Şiir ve Şâirlik” başlıklı yazısında Mevlâna’nın şu sözünü naklediyor:

“Benim için şiir nedir ki, ben ondan bahsedeyim? Benim diğer şairlerin sanatlarından, hünerlerinden başka sanatım, hünerim vardır. Ben, Hak âşığıyım!”

Bu; “yaradılış maksadı”na, dünyevî menfaatlar dışından bir bakış, yürüyüş garkoluştur.

Mevlâna, Mesnevî’de şöyle der: “Harf de nedir ki düşünesin; harf, söz nedir. Üzüm bağının çitten duvarı. Harfi de sesi de sözü de birbirine vurup kırayım da şu üçü de olmadan konuşayım seninle!”

Divan-ı Kebir’inin beşinci cildinin 2279 beytinde ise, Mevlâna, yine bu konuda şunları söyler:

“Ey dil ile söylenen söz. Ben ne zaman senden vazgeçeceğim ne vakit senden kurtulacağım da marifet güneşinin nuru ile gerçek padişahımı bulacağım, ona sığınacağım, ona gönülden sesleneceğim?”

Tanpınar’ın “dilin içindedir” ve “iç kale sanatıdır” ifadeleri, sosyolojik mânada da şâir nezdinde, cemiyetin, bütün süflîliklerden kurtulup, ulvîlikle, ‘dıştan tecrit edilmesi’, kabuktan sıyrılıp ‘öz’e sirâyet etmesidir.

Bugün, belki de bütün san’at dallarından en önde görüneni, ‘şiir’ olduğuna göre; ‘mümkün olduğunca, ‘dıştan tecrit edilmesi’, onun bulunduğu mertebeyi gösterir.

Müşahadelerime ve tecrübelerime dayanarak samimiyetle şunu söyleyebilirim ki; bugün, şiir, en çok yazılan fakat üzerinde en az düşünülen san’at dalıdır.

Yazılması, kötü bir şey mi? Hayır!..Aslâ!..Kat’iyyen!..

Düşünülmemesi, çok feci’dir!..Şiir diye ortaya konulanlar çok berbattır!..

Muhakkak ki, herkesin, kendi p(i)sikolojisini tatmin için birtakım vasıtaları vardır. Hattâ vasıtalara müracaat hakkı vardır. Ancak...

Şiir; ferdî olmakla birlikte, bir oyuncak, bir tatmin vasıtası değildir!..

Üstün bir san’attır!..Vereceği ve vermesi gereken şey, şahsîlikten çıkar, cemiyete taşınır ve oradan da “marifet güneşinin nûru ile”, ulaşması gerekene koşar adım kavuşma cehdinde bulunur.