Türkiye’de ‘dört’ temel veya ana siyâsî akım vardır. Bunlar, şunlardır:
- Konfor milliyetçileri,
- Gösterişçi veya kibirli siyâsî İslâmcılar,
- Yalpalamalı Sosyal Demokrat görünümlüler,
- Ayrımcı kozmopolit bölücüler.
Bir Devlet’in belirleyici ‘hedef’ istikameti; o ülkede, bugüne kadar süregelen, o ‘milletin târihî ve kültürel değerleri’ esas alınarak inşâ edilir ve yürütülür.
Esas kurucu unsurun ‘’inşâcısı, taşıyıcısı ve geliştiricisi’ insan olduğuna göre; Devlet’i, Rusya’nın Rus, Çin’in Çinli, Amerika’nın Amerikalı, Hindistan’ın Hintli, Arabistan’ın Arap...Türkistan’ın veya Türkiye’nin de ‘Türk temelli kültür unsurları’ teşekkül ettirir.
Anayasalar bile, temel insanî haklar esas alınarak bu ‘örf’ üzerinde yükselir/yükseltilir.
Hiçbir Devlet; ineğe tapan devlet, ateist Devlet; hıristiyan devlet veya putperest devlet diye târîf bulmaz; hepsi de ‘kavim’ adıyla yâni F(ı)ransız, İngiliz, Alman, Arap…Türk diye anılır.
Bu bakımdan; sözünü ettiğim birinci madde, her Devlet için en mühim maddedir.
Her milletin mensubu, kendi milletini sevmekle yükümlüdür.
“Kavim kavim yaratılmak”tan, “soylarınızı biliniz”den, “yakınlara/akrabaya, komşuya yardıma” kadar, bu, böyledir!..
Sosyolojik temelli olarak sıralamaya çalıştığım günümüz Türk siyasî akımları, hukuken meşrû fakat fiilen büyük bir ‘keyfilik ve rehavet’ içinde bulunmaktadırlar.
Seçmen olarak her bir Türk vatandaşının oy verme hakkı hâricinde, bunlar üzerinde, -gelecek seçime kadar- hiçbir ‘yaptırım hakkı’ mevcut değildir.
Rey verdiğiniz adam, iki gün sonra, sizi ağır sözlerle ithâm edebildiği gibi, izniniz olmadan da sizin asla tasvip etmediğiniz bir başka siyâsî teşekkülün içine girebiliyor ve oradan, size, olmadık şeyler de söyleyebiliyor.
Devlet’in, ana çatısı, adâlet’tir!..
Adâlet, önce kendini koruyabilmelidir ki, başkalarını da koruyabilsin!..
Bu da vazifesine yeterince sâdık kalmayınca; vatandaşın, nefesi kesiliyor; eli, dili bağlanıyor!..
Bu ise ne siyasettir ne demokrasidir ve ne de insânîliktir!..
İşin acı tarafı; bu tavırların, -tabiî ki, bizim için- ne mensup oldukları millî kültür şuûru’na ve ne de istikbâle dâir hedeflere uygun olduğudur!..
Böyle bir mekânda; adâletten asayişe, eğitimden kültüre, ziraatten teknolojiye ve bunların hepsinde de sosyal âhenge ulaşabilmek mümkün değildir.
Bütün bu hengâme/kaos/karmaşıklık/karışıklık/çalkantı içinde, ‘Türklük-Müslümanlık-demokratlık-insan hakları” gibi mefhumlar itibarsızlaştırılıp, mânasızlaştırılıp, yozlaştırılmaktadır.
Ne yazık ki, böylece, hepsindeki ‘savrukluk, keyfîlik ve rehâvet’, bir diğerinden daha da öne geçmektedir…
Ve; ne yazık ki, Müslümanlığımızla ve Türklüğümüzle –haklı olarak-iftihar edip gurur duyduğumuz hâlde, bu an itibariyle, insanımız, tarih boyunca, bu ‘değerleriyle’, siyâsetin elinde, bu kadar ezilmemiş, yoğrulmamış, kavrulmamış, bunalmamış, zayıflatılmamış, hor görülmemiş ve hebâ edilip tüketilmemiştir!..