Prof. Dr. Sadık Kemal TURAL

Estetik Duyarlılık Konusunda Kavramlaştırma Denemesi - 4

(DÖRDÜNCÜ BÖLÜM)

Âdem’den başlayarak sâhifeler (suhuf) alan, sâdece vahiyle görevlendirilen, kendisine kitap indirilen haber verici (peygamberler)ler, nebi, resul adını taşıyan özel kişiler, insanların put, büt, sanem, ikon adı verilen Allah’ın güzel isimleri ve anlamları konusunda geniş bilgi için bakınız: Bekir Topaloğlu, ‘Esma-i Hüsna’, İslâm Ansiklopedisi, (Diyanet Vakfı), c. 11, s. 404-418) Nesneleri, iman aracı, tapınm aaracı saymasını önlemeye çalıştılar. Suhuflarda, Zebur, Tevrat ve İncil de mukaddes adına, ulvî adına, iman adına, nesneleşmiş, objeleşmiş, temsîl veya tasvir edilmiş varlıklara tapınmayı şiddetle yasaklam ıştır. Bu yasaklamalara rağmen, İslâm’ın ortaya çıktığı M.S. 616 yılında, Allah insanların artık puta tapmayacağını kesin olarak emrettiğinden Kur’an’da put, tasvir, te sil yasağına yer verilmedi. Ancak gerek o günkü Arap topluluklarında gerekse Hıristiyan dünyasında put, haç, tasvir, temsil, resim devam ettiğinden, İslâm’ın peygamberi, Allah’ın resûlü hadîslerinde bu konuda sınırlandırıcı, yasaklayıcı bir tutum göstermiştir. Hz. Peygamberin iman aracı, ibâdet aracı yapılma İHTİMALİ karşısındaki uyarıcı, önleyici tutumunu, sanatı yasaklamak, estetik heyecanı reddetmek olarak anlamamız. Hz. Muhammed’in şâirler, mimarlar konusundaki övücü tavırlarını bilenler, böyle bir yanlış anlamaya düşmezler. Taklit türünden imanını ve ibâdetini, tahkik nitelikli iman ve ibâdet hâline dönüştürenlerin oranının dâima çok düşük olduğu gerçeği Hz. Peygamberin haklılığının mutlak delilidir.

Güzel ve güzellikleri savunan Kur’an-ı Kerîm ve Hz. Muhammed Mustafa, estetik heyecanları, imanla özdeşleştirmeye, imanla bir objeyi özdeşleştirmeye karşı çıkıyor, böyle bir benimseyişi reddediyor.

Bu konuyu, merhum S. Ahmet Arvasi’nin söyledikleriyle tamamlayalım:

‘Müslüman san’atı, bir kâinat görüşünden çıkmıştır. Bu Yunan tesiri altında kalmayan bütün Ehl-i Sünnet Velcemaat mütefekkirlerinin savundukları, İslâm ilâhiyatının naslara bağlı olan görüşüdür ki, ‘kâinatta sırf şekil ve kendiliğinden sûret yoktur, yalnız Allah dâim ve bâkidir’ cümlesi ile özetlenebilir.

Yunan görüşünde, sürüp giden tabiî şeyler vardır. Çünkü, Allah, onların devam etmelerini, doğup büyümelerini, denge ve billûrlaşma tiplerine göre meydana gelmelerini güzel bulmuştur. Buna karşılık İslâm’da, her yerde kendini belli eden, hâkim Allah fikri, bu görüşü reddetmektedir.

İslâm ilâhiyatında, ‘yaratıklar için’ bekâ ve devamlılık yoktur. Var olan sâdece ‘artların zarurî sıralanma düzeni bile yoktur... Onlar için, var olan ‘an’ların Atatürk Kültür Merkezi Sanat Târihi uzmanlarından Serap Ünal’a birkaç cümleyle de olsa, konuyla ilgili görüşlerimi söyleyip, bu konuda sınırlı bir araştırma yapıp yayımla asını rica ettim. Dergi’nin on birinci veya on ikinci sayısına yetiştirmesini de özellikle istedim. Diğer taraftan arkadaşım Beşir Ayvazoğlu’nun Türk Edebiyatı Dergisi (Nisan 1996, sayı:270, s. 13-14)’nde yayımlanan ‘Tasvir Yasağına Yeni Bir Yaklaşım’ başlıklı yazısını da soylu düşünce adına güzel bir örnek sayıyorum.                     (DEVAM EDECEK)