Dünyâ, her gün değil; her saniye yıkılıp, yeniden kuruluyor…Ne bu yıkılmalara aldırış ettiğimiz var, ne de kurulmalara!..
Ne de olsa, yüz yirmiye civarında hanlık, kağanlık, atabeylik, beylik, sultanlık, k(ı)rallık, devlet, imparatorluk kurup-yıkmış bir Milletiz!..
Şu anda; bütün emperyal sömürücü güçler öylesine bir ‘av’ peşindedirler ki, yüzyıllar öncesinde yaptıkları sinsi ve gizli p(i)lânlarını tatbike koymaktadırlar.
Milletler mücâdelesinde, târihi iyi okumak gerekir!..
Hattâ; sözünü ettiğim sinsilik ve gizlilik de ortadan kalkmış gibidir.
Türk Dünyası olarak, maalesef, geçen zamanı iyi değerlendirdiğimizi söylemem mümkün değildir.
Hâlâ da aynıyız!..
Her ne kadar; “emperyal güçler”, elbette ki, “av” bildiklerinin tâkibini yapacaklardır da Dünya Türk Devletleri’nin, niçin, herbiri ayrı ayrı kendi içlerinde ve topyekûn birlikle, şahsî bir takım ‘benbilirimciliklerini’ ve ‘menfaatlerini’ bir yana bırakarak ön saflara çıkmayı/geçmeyi başaramamışlardır…
Aleni kabadayılık siyasetiyle değil; ince ayar demokrasi zarafeti ve milletlerarası hukukun da kendine tanıdığı/verdiği hak ve salâhiyetle, niçin hâlâ ondan bundan şikâyetle meşgulüz?
Her Devletin büyük hedefleri olduğu hâlde, biz, niçin, hâlâ sen seçildin-ben seçildim, senin adamın- benim adamım oyalanmalarıyla sinir harbi içinde sosyo- p(i)sikolojik sarsıntılar yaşıyoruz.
Bunları yazmama sebep; sâdece, kadîm Türk yurdu Doğu Türkistan değildir.
Kerkük, Kıbrıs, Kırım, Batı T(ı)rakya, Suriye Türkleri veya değişik devletlerin vatandaşı olan Türkler’in de mevcut hâlleridir!..
Doğu Türkistan’ın istiklâli için mücâdele veren İsa Yusuf Alptekin’in vefâtının 29. yılındayız.
Alptekin, diyordu ki: “Gönül arzu ederdi ki, Türkistan meselesinin hâlledilmesi dâvasında, öncülük şerefi, Türkiye’nin olsun!”
Bu kadar gevşeklikle, bu kadar rehâvetle, boşuna harcanan zamanla, bu ilimsizlikle, siyasetteki bu beceriksizliklerle ve yine karşılıklı, içinde hiçbir ciddiyet bulunmayan söz dalaşlarıyla, bu işler asla yürümez ve çözülmez!..
Bizden nice zaman sonra perişan bir hâle gelen Almanya, Güney Kore ve Japonya gibi devletler fersah fersah bizden önde bulunmalarına rağmen, bizdeki sen-ben çekişmesiyle bulunduğumuz hâli tasvire gerek yoktur.
Bırakınız Türk Dünyası’nı Türkiye içinde bile, Türklük neredeyse tartışılır hâle getirilmiştir:
“Türk diye bir ırk yoktur”dan, “Türk olmaktan kurtulduk” ifadelerine kadar, bu basitlik, suskunlukla geçirtirilmektedir.
Bun yazdıklarımın ve yazacaklarımın hepsi, Doğu Türkistan’ı ve onu ilgilendirince de bütün Türk Dünyası’nı ilgilendiriyor…
Topyekûn uyanmak, artık bir mecburiyet olmuştur!..
S. Ahmet Arvasi, “Doğu Türkistan’ın Sesi “ başlıklı yazısında şöyle der:
“Şimdi Çinlilerin “Şincang” (Sinkiang), yâni, “yeni kazanılmış toprak” adını verdikleri Doğu Türkistan, bütün Türklüğün “ata-yurdu” olup Orta Asya’nın en verimli toprak parçasıdır. Doğu Türkistan, iki milyon kilometre kare genişliğinde, üzerinde Hun, Gök-Türk, Karahanlı, Uygur, Timur imparatorluklarının kurulduğu; büyük Türk kültür ve medeniyetinin yoğrulduğu ve şu anda bağrında otuz milyon Müslüman-Türk’ü barındıran mukaddes bir Türk yurdudur. Türk Âleminin medar-ı iftiharı olan nice Türk büyüğü, ilim ve fikir adamı burada yetişmiştir. “Divan-ı Lûgat-üt Türk” kitabının yazarı Kâşgarlı Mahmud, “Kutadgu Bilig”in yazarı Yusuf Has Hacib, ilk Müslüman-Türk Hakanı Abdülkerim Satuk Buğra Han ve daha niceleri ile birlikte Doğu Türkistanlı’dır. (Bkz. S. Ahmet Arvasi, Size Sesleniyorum-1, Model Yayınları, İstanbul, 1989, Sf. 105)
Şimdi, S. Ahmet Arvasi’den naklettiğim bu paragraf üzerinde kısa bir tahlil yapalım:
Çinlilerin “yeniden kazanılmış toprak” demeleri bile, bu toprakların özbeöz Türk yurdu olduğunun ispatı demek değil midir?
Bundan ve orada yetişmiş Türk büyüklerinden, başta Türkiye olmak üzere, Dünya Türk Gençliği ne kadar haberdardır?
Bugün, emperyal devletler olan, bilhassa ABD ve buna bağlı olarak Avrupa Devletleri, Rusya ve Çin’in, yayılmacılık politikaları karşısında, -ufak-tefek kımıldamaları saymıyorum- nasıl bir ’güçlü Türkiye ve Türk Dünyası Türklüğü’ düşünülmektedir, duyan-bilen var mı?
1949 yılında, Çin’in, Doğu Türkistan’ı işgalinden sonra Hindistan’ın Keşmir eyâletine ilticâ ettikten sonra,1954 yılında Türkiye’ye gelen İsa Yusuf Alptekin, hayatının sonuna kadar, bu büyük dâvânın bir neferi olarak, bunun mücâdelesini vermiştir.
Mustafa Necati Özfatura da, 30 Eylül 2005 tarihli Türkiye Gazetesi’nde yayınladığı “Doğu Türkistan’ın Feryadı” başlıklı yazısında şöyle şunları söyler:
”Doğu Türkistan’da bir kişinin “Doğu Türkistan” sözünü söylemesi en azından müebbet hapistir. Çin liderine Türk politikacıların madalya taktığı (NOT- Kim takmış acaba? MHK) gün, Doğu Türkistan’da eğitim Çince olmuştur. Yâni Uygurca Türkçesi kaldırılmıştır. “
Vahameti görüyor musunuz?
ürkiye ve Dünya Türk Devletleri’nin idârecileri, dünya Türk coğrafyalarının jeo-politiğini ve Türk kültür ve medeniyet dâirelerinin tahlilini iyi yapmak zorundadırlar.
Sadi Somuncuoğlu ise, 6 Şubat 2016 tarihli Yeniçağ Gazetesi’nde yayınlanan “Uygur Türkleri ve Doğu Türkistan” başlıklı makalesinde şu ibret verici hususlara temas ederek Türk Dünyası’nı ve dünyayı uyarıyor:
“Aldığımız bilgilere göre, Uygur Türkleri’nin câmide ibadet konusunda uymak zorunda oldukları kurallar, bir genelgeyle belirlenmiştir. Buna göre: 1. Memurlar 2. Emekliler 3.Kadınlar 4.Komünist Partisi üyeleri ve üye adayları 5. Yaşı 18’in altında olanlar 6.Öğrenciler, camiye gidemezler.
Geride kimler kalıyor, siz hesap edin. Oruç tutma konusunda bazı uygulamalar da var: Meselâ; Ramazan ayında memurlar işe, öğretmenler derse, su içtikten sonra başlayabiliyorlar. Aynı işlem tatil günlerinde de uygulanıyormuş.”
Somuncuoğlu, yazısında; “Burada bir not düşelim” dedikten sonra, yine çok mühim bir hususa dikkat çekiyor:
“Bilindiği gibi Doğu Türkistan’da Türkler’den başka Müslüman olan Çinli bir grup daha vardır; bunlara “Döngen” deniliyor. Yukarda örnekleri verilen baskılar, Döngenlere uygulanmıyormuş. Türkiye’den veya başka bir ülkeden gelenlere, bunlar gösteriliyor.”
Siz, birkaç belediye başkanlığı daha kazanmanın hesabını yaparken, adamlar, etrafınızı çepeçevre kuşatıp işgal ediyor da, ondan sonra feryadı basıyorsunuz!..
Son olarak şunu diyebilirim ki;
1.Türk Devletleri’ni idâre edenlerin ve idâreye tâlip olanlarının yâni ‘siyâsetçiler’in,
2. Her sahadaki ‘ilim adamları’nın,
3. Her sahadaki ‘sanat icrâcıları’nın,
asla ve kat’a rehâvete kapılmaya ve zamanlarını boşa harcamaya ‘hakları’ yoktur!..
İsa Yusuf Alptekin, bu çilelerden kurtulmanın çârelerini arayan kahraman bir mücâhitti...
Ne yazık ki, sâdece bu meselede değil, diğerlerinde de ileriyi göremiyoruz…
Bu vesileyle; O’nu, bir kez daha rahmetle anıyorum!..Rûhu şâd, mekânı cennet olsun!..