Göz, bakmak ve görmek’le vazifelidir. Bakar körlük yâni baktığı hâlde görememe, en kötü hâldir.
Bunda; idrâk devreye girebilir. Yâni; iş, biraz daha karışır!..
İşimiz; zâten karışıkları, buruşuklukları, kırışıkları, ayrışıklıkları…düzeltmek değil midir?
Düşündükçe, bunları düşünmekten imtinâ mı edeceğiz?
Biz/insanoğlu, dünyaya misâfir geldik. Kâinatı yaratan Yüce Allah, her ne yaratmış ise, ‘insan için’ yarattığını beyan buyurmaktadır.
Demek ki, bu, ‘boşuna’ değildir!..Zâten; bir âyette, bunu bize hatırlatıyor bile!..
Demek ki; ‘boşuna yaratılmadığımızın’ sebeplerini de düşünmekle mükellefiz!..
İşte, burada, Yûnus Emre’nin de söylediği bir gerçekle karşılaşıyoruz:
“Göz odur ki, Hakk’ı göre
Gündüz gören göz, göz değil”
Tercih, bizim değil!..
” Gündüz gören göze” de ihtiyacımız var; “Hakk’ı gören göze” de!..
Ne dünyayı âhirete, ne de âhireti dünyaya tercihimiz var!..
İyi ‘kul’ olunduğu, yaratılışın şartlarına uyulduğu takdirde, dünya nimetlerinden başka nice ‘mükâfatlar’ın bizi beklediğini de unutmayacağız!...
Gördüklerinden, baktıklarından nasıl haz alacağına veya onlardan nasıl tiksinip iğreneceğine karar veren merci başkadır.
O merci hem beyindir ve hem de gönül’dür.
Seyrettiklerimize hiçbir kira ödemediğimiz gibi, hiçkimse de bize, bundan dolayı bir ödemede bulunmaz!..
Burada, sâdece şunu ifade etmek isterim ki, bir insan, Allah’ın kendisine ikrâm ettiği bunca nimeti hem maddî olarak ve hem de ‘güzellik’ olarak yaşar da bunun bedelini nasıl ödemez/ödeyemez?!
Zâten; çirkin söz söylemek ve çirkin şeylere bakmak değil, bunları söylememek, dinlememek ve görmemekle de mükellef kılındık.
Öyleyse...Şu seyre daldığımız, masmâvi deniz; şu, binbir çeşit bitkinin yetiştiği bu muazzam tabiat ve bu tabiatın içinde hayat süren binbir çeşit hayvanı temâşânın bir bedeli olmasın mı?
Bakmak; sathî’dir, afâkî’dir.
Görmek ise, göz vasıtasıyla, eşyânın varlığını idrâktir.
Sezmenin ötesine geçebilmek, anlamak ve kavramak hareketidir. Hattâ, nüfûz edebilme kaabiliyet ve kudretidir.
Elbette ki, bakmak da görmek de göz iledir. Ancak, fiiller arasında oldukça geniş mâna farklılığındaki, ‘sathîği’ ve ‘derinliği’ asla unutmamak, inkâr etmemek, hafife almamak lâzımdır. Baktığın şeyi görememek vardır.
“Baktım ammâ göremedim!” şözü çokça/sıkça kullanılır!
Kâinatın bunca uçsuz bucaksızlığıyla haşir-neşir olmaya çalışırken; insandan nebata, nebattan hayvana ve ondan da cemata giden nice ilim ve san’at tecellisi karşısında, tıpkı bir ziyâfete dâvet edilmiş gibi olmaz mıyız?
Bu dâvetin, bütün ikrâmlarıyla gıdalanıp, beslenip, yaşayıp ömür sürmez miyiz?
Bu ziyâfetin üstüne, bir de güzellikler ikrâmıyla taltif edilmiş olmamız, dünyaya misâfir olarak gelenler olarak bizlere birer ‘göz kirası’ değil midir?
Ziyâfete giden misâfir ne ise, dünyaya gelen misâfir de o, olmaz mı/olamaz mı?