‘Alevî’ kelimesinin lügatlerdeki karşılığı: ‘Ali’ye mensup’ demektir. Burada kast edilen, şüphesiz Hazret-i Ali (kav)’dir. Geniş mânâda ‘Alevî’ denilince, ‘Hz. Ali’ye bağlılık konusunda birleşen insanlar’ akla gelir.
Alevî kelimesi, târihî süreç içerisinde üç manâda kullanıldı:
1-Hz. Ali’yi sevenler ve O’nun soyundan gelenler... Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile onların çocukları ve torunları, Hz. Osman’ın halifeliğinin son dönemlerinden îtibâren Hz. Ali’ye sempati duyanlar, O’nun Hz. Osman hakkındaki tenkitlerini destekleyenler, daha sonra da Emevilerin kabileci yönetimlerinden şikâyetçi olanlar, ‘Alevî’ olarak anılır. Böylece Alevî kelimesi siyâsî bir mânâ kazandı.
2- Hz. Hasan’ın zehirlenerek öldürülmesinden, Hz. Hüseyin’in şehit edilmesinden sonra; Hz. Hasan soyundan gelenlere ‘Şerif’, Hz. Hüseyin’in soyundan gelenlere ‘Seyyid’ denilince, Alevî kelimesi geniş mânâda kullanılır oldu. Geniş mânâda Alevîlik, Hazret-i Ali’yi sevenlere ve O’nun yolundan gidenlere verilen isim hâline geldi. Onlar, hâlis Müslüman ve gerçek anlamda Alevî idiler.
3- Daha sonraki yıllarda, Alevî kelimesine daha geniş mânâlar yüklendi. Hz. Ali’ye ileri derecede sevgi ile bağlananların, esaslarını hazırlayıp yaygınlaştırdıkları ve sonradan değişikliklere uğrayan dinî ve siyâsî düşüncelerin hepsinin adı oldu. Zaman içerisinde bu düşünce akımı, birbirinden çok farklı, çok sayıda kollara ayrıldı. Başta namaz olmak üzere İslâmın temel esaslarının pek çoğunu reddeden gruplara, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’den sonraki üç halifeye, bir kısmının ise Hz. Osman’a, Ömer bin Abdülaziz hâriç olmak üzere bütün Emevî halifelerine, Mütevekkil-Alellah ve sonraki Abbasi halifelerine buğz eden siyâsî maksatlı kişi ve gruplar da kendilerini ‘Alevî’ olarak tanıtır oldular.
Değişikliğe uğramayan Alevî anlayışı; İslâmî inanış ve yaşayış biçimini koruyan, Hz. Ali gibi İslâm’ın bütün şartlarını yerine getiren Alevî grubudur. Alevîlik, yalnızca ‘Hz. Ali’yi ve O’nun soyundan gelen insanları sevmek’ olarak yorumlanırsa, bütün Müslümanlar Alevîdirler. Çünkü Peygamber Efendimiz bütün inananlara: ‘Benim soyumdan gelen insanları seviniz!’ buyurmuşlardır. Hz. Ali’yi sevmeden kâmil Müslüman olunamaz.
Alevîlik düşüncesi, Müslümanlar arasında, hilâfetle ilgili anlaşmazlıklar dolayısıyla ve Hz. Ali’nin hakkının gasp edildiği düşüncesiyle yayıldı, Kerbelâ Hâdisesi’nden sonra taraftarlar çoğaldı. Emevî yönetiminin ve Abbâsî halifelerinin baskı ve zulümleri sebebiyle taraftarlar, kütleler hâlinde arttı. Safevîlerin Anadolu topraklarını ele geçirmek düşüncesine alt yapı hazırlama çalışmaları maksadıyla Anadolu’ya gönderdiği devişler de çok sayıda insanı, kendilerine bağladı. Yönetimdeki Müslümanlara, bir sebebe dayanarak veya sebepsiz olarak muhalefet edenler, onları bertaraf ederek yönetime gelmek isteyenler hep ‘Alevî’ olarak adlandırıldı.
Alevîlik; bir din, mezhep veya tarîkat ve hatta bir cemaat adı değildir. İslâmî bir düşünce, felsefe, hayat ve düşünce tarzı veya İslâmî kültür, İslâm’ın farklı bir yorumu olarak ele anılabilir.
Alevîlik, İslâm’ın farklı bir yorumu olmakla birlikte, Alevîlik anlayışının da çok farklı yorumları vardır. Bu sebeple Alevîlik konusu, incelenmesi zor, zor olduğu kadar da tehlikeli bir konudur. Ne var ki; yanılgıları ve yanlış değerlendirmeleri, ayrılıkları ve sürtüşmeleri önlemek için, birleştirici - bütünlükçü bir anlayışla meselenin ortaya konulması, geniş kitlelerin aydınlanmasının sağlanması gerekir. Maalesef bu anlayışa da, ‘Siz bizi asimile etmeye, bünyenizde eritmeye çalışıyorsunuz’ diyerek karşı çıkan Alevîler de vardır. İslâmî bütün vecibeleri yerine getirdiği, getirmekte olduğu halde Alevî kardeşlerimizi dışlayan Sünnîler olduğu gibi…
Alevîler, Hz. Ali’nin yolundan gittiklerini söylerler. Hz. Ali, hayatta iken Cennet’le müjdelenen 10 kişiden biridir. Aşere-i Mübeşşere’dendir. Cennetle müjdelenmesine rağmen İslâmî bütün vecibelerini çok büyük bir hassasiyetle ifâ ediyor, en küçük bir ihmalden dahi sakınıyordu. Kahraman ve cesur bir savaşçı, üstün yetenekli bir hatip, iyi bir komutan, güçlü bir İslâm âlimi, âdil bir yönetici, yüksek ahlâkî ve insanî vasıflara sâhip faziletli ve mükemmel bir insandı. Pek çok özlü söz söylemiş, sözleri günümüze kadar intikal etmiştir:
Bir vecizesinde: ‘Dört şey geri gelmez. 1-Söylenen söz, 2-Atılan ok, 3-Geçen zaman, 4-Kaçırılan fırsat.’ Diyor. O, Kur’an ve Sünneti en iyi bilenlerdendi. Bu kavramlara tam mânâsıyla bağlı idi. Ne yazık ki O’nun yolundan gittiklerini iddia edenlerin bir bölümü, Kur’ân ve Sünnete uyma konusunda kusur ve eksiklikler içerisine düşmüşlerdir. Bu olgu, Alevî kültürüne mensup insanlar arasında ayrılıklara ve gruplaşarak ayrı anlayışların doğup gelişmesine yol açmıştır.
Hz. Ali’yi sevenler iki grupta toplanabilir. 1-Peygamber Efendimiz’in: ‘Ali’yi müminler sever.’ Sözüne uyarak, herhangi bir siyâsî düşünceye kapılmaksızın O’nu samîmi olarak sevenler, 2-O’nu, siyâsî görüşlerine kaynak olarak görenler.
Birinci gruptakiler, Hz. Ali’nin meziyetlerine hayrandır. Ayrıca Ehl-i Beyt’ten olması sebebiyle derin bir saygı gösterirler. Bu gruptakilere hiçbir çevreden hiçbir itiraz gelmez. Çünkü her Müslüman bu mânâda Alevî’dir.
İkinci gruptakiler arasında gaye birliği yoktur. Kendi aralarında çok sayıda ve farklı görüşler vardır. Aralarındaki derin görüş ayrılıkları, Alevîleri de, içerisinde yaşadıkları toplumun insanlarını da tedirgin etmektedir. Bu sebeple ‘Alevîlik nedir?’ Sorusuna cevap vermek kolay değildir. Mümkün ve kolay olan; Alevîliğin ne olmadığını ifâde etmektir: Alevîlik İslâm’dan ayrı bir din değildir. Dinsizlik hiç değildir. (DEVAM EDECEK)