(BEŞİNCİ BÖLÜM)
B.A: Polisiye roman konusunda Peyami Safa ilk başarılı yazar olarak kabul ediliyor. Günümüz edebiyatında polisiye roman türünde yazılan eserler hakkında ne düşünüyorsunuz? Polisiye roman edebiyat tarihimizde yer alacak mıdır?
S.K.T: Birer ölçüt olan iki önemli kavram var: Yoğunlaştırılmış merak; edebî değere bağlı beklentiler. Olay örgüsüne dayalı anlatma ihtiyacını karşılamak üzere meydana getirilmiş eserleri bu iki ölçütün yardımıyla çözümleyip, hükme bağlamamız gerekir. Bilim kurgu ve/veya fantazmagori ile masal ötesi eserlerde insanın merakını hem çok fazla uyarmak hem de diri tutmak, eksiltmemek ana hedeftir. Edebî değer, bediî heyecanların dilin inceliklerine taşınabilmesidir. Bediî tefekkür, insanın duygu, düşünce ve hayallerine bağlı heyecanların, dilin incelikleriyle anlatılmasıdır. Bu anlatma ihtiyacı ise, insanın, grupların ve toplumun benzeşen veya ortak özelliklerine bağlı ortak değer ve davranışlarındaki sürtüşmeler, çatışmalar üzerinden gerçekleşmektedir. Edebî değer, basiti, bayağıyı aşan zevklerin merakların ve tespit ile yorumların dilin incelikleriyle gerçeğimsileştirilmesidir. Anlatma ihtiyacının yansıdığı, suçluyu bulmak, suçun bütün yönlerini ortaya çıkarmak esaslı anlatma metinler ayrı bir gruptur. Bu anlayışla yazılan olay örgüsüne sahip eserlerde polis, dedektif, jandarma, savcı mantıklı veya ünvanlı bir insan merkez kişi olarak okuyucunun dikkatini de sorgulamış olmaktadır. Suç ve Ceza adlı anıt eserdeki klasikleşen felsefî derinlik başka, polisiye eserdeki okuyucuyu suçlunun peşine düşüren tahkiyelendirme başkadır.
Edebiyat biliminin edebiyat sosyoloji alanıyla uğraşan araştırıcılar, hem toplumdaki suç tiplerini hem suçlunun psikolojisini hem de mağdurların durumlarını bu tür eserler üzerinden hükme bağlayabilirler.
Bu konuda Conan Doyl’un yarattığı dedektif Sherlock Holmes tipine bağlı metinler, dünyanın birçok diline çevrildiği gibi, film ve TV dizisi hâline de getirilmiştir. Fransız yazar Leblanc’ın yazdığı polisiye romanlarında yarattığı dedektif Arsen Lüpen tipi de -Türkçede tamamı yayınlandı- roman aracılığıyla farklı bir kitleyi, 1940 sonrasında doğan taşralıları kitap okuyucusu yapmıştır. Bu konuda hem eser sayısı, hem de 160 ülkede yayınlanması sebebiyle Agatha Christie rekor sahibi bir polisiye roman yazarıdır. Agatha Christie, zekâ denilen enerjilenmeler merkezinin, kelimelere gösterilen dikkat oranında işler ve işlevli olmasını iyi kullanan bir yazardır. A. Christie’nin dedektifi, okuyucusunun zekâsına derinlik kazandıran, kelimelerin anlamlarını düşündüren inceliklerle yüz yıldır varlığını sürdürüyor. Benim neslimin suçluyu yakalayıp cezalandırma biçimini şaşkınlıkla okuduğu, bıçkın hattâ, kendi işlediği suçları makulleştiren özel dedektif Mike Hammer’in maceralarını çok beğendiğini söylemeliyim.
İngiliz edebiyatında yüzyıldır, son seksen yıldır da Fransa’da ilgi çeken eserler yayınlandı; neredeyse tamamı Türkçeye çevrildi. Bu tür eserlerin bizdeki başarılı ve devamlı yazarı Server Bediî takma adıyla Cingöz Recaî adlı merkez kişiyi yaratan Peyami Safa’dır. Peyami Safa (Server Bediî) Cingöz Recai ile bir dedektif tipi değil, kurnaz, cesur bir sevimli hırsız tipi yaratarak ona, adalet gerçekleştiriciliği rolü vermiştir. Otuzu aşkın kitaptan bir kaçı filme çekilmiş. Peyami Safa İstanbul’un her semtindeki her tabakadan insanı tanımış entelektüel bir halk adamıdır. Cingöz Recai serisi sayısı ve kurgu ve dili kullanma başarısı bakımından bir nirengidir.
Polisiye gerçekliği anlatanlardan Deniz Durukan/Davran Hanım, Siyah Beyaz ile Gri Gölgeler adlı romanlarında olay örgüsü, üstleniciler, merakın ritmik dizilimi açılarından başarılıdır. Polisiye eser yazarı olarak tanınan Ahmet Ümit’in sadece Kırlangıç Çığlığı’nı okudum ve başarılı buldum. Be- nim hayranlık duyduğum, sizin de okumanızı istediğim Murat Menteş’in Dublör’ün Dilemması’nı anmalıyım. Okuduğum iki eserinde Murat Menteş, insanın dikkatini teslim alan başarılı bir kurgu ve anlatım dili yakalamıştır. Algan Sezgin Türedi ile yapılmış mülakattan etkilenip iki romanını okumuş ve çok beğenmiştim. Onun Katilin Şansı Yok adlı kitabı kelimenin bütün anlamlarıyla tam bir polisiye romandır. Polisiye romanlarda yazarın tuttuğu fenerin ışığında, gözlem yapmaya, merakımızı gidermeye çalışırken dikkat yoğunluğumuzu ölçme imkânı da bulmuş oluruz. Hukuka saygısızların yakalanması, adaletin gerçekleşmesi, polisiye romanların sosyolojik değerini belirlemektedir. Beklenmezlik ögesi, suçluyu bulma çabasına ilişkin çabanın gerçegimsileştirmesini güçlendirmektedir. Ben bir romanı, iki azami üç günde okurum, sayfa aralarına küçük kâğıtlara yazılı notlar koyarım. Buket Uzuner’in on yıl kadar önce Toprak adlı fantezi ile polisiye ögeleri aynı anda kullanan bir romanını okumaya çalışmıştım. Mit’in, masalın, efsanenin ve yaşanan gerçeğin ve tarihî eser kaçakçıları ile yetkili bürokratların harmanlanıp gerçeğimsi hâline getirildiği, dedektif mantığının işletildiği bu eser, beni yirmi güne yakın oyalamıştı.
Hürol Yücel’in fantazmagori/fantezi değil de, polisiye sayılmaya uygun düşen Türkiye’deki sosyo-politik gerginliklere bağlı grupları metaforlar üzerinden anlatmayı deneyen Beni Tanıyan Yok mu? adlı eserini de anmalıyım. Hürol Bey’in zekâ ataklarıyla bezeli anlatımını, dil incelikleriyle bezeli yeni kitaplarla paylaşmasını dileyelim.
Bu tür eserlerde derinden derine bir mizah bulunur. Mizah denilen, alayı, gülüncü, sersemliği, bayağı kurnazlığı uygun bir doz ile sunmak, traji-komik olanı anlatmada başarı sağlamak kolay değildir. Edebiyattan sayılan metinlerde, mizahın dozu birazcık artsa edebî değer zayıflar, yok olur. Bayağılaşmayan, yerine oturan tadımlık argoların hoş görüleceği açıktır.
Tanış olanlar, birbirini tanıdığını sananlar tahkiyeli eser okurken benzer insanlarla karşılaşınca düşünürler. Okuyucu/ seyirci, metindeki olumlu, iyi insan(lar)ın yanında, kötü insanların karşısında kendilerince yer almaktadır. Bu konumlanma, insanın içindeki öfkenin, kinin, tortulanmış çaresizliğin sonucundaki öldürme ve/veya öldürülme duygularını, korkularını, merhamet veya adalet anlayışını belirginleştiriyor. Mutluluk ve bir şeyler yapmak ihtiyacı da dahil yeni enerjilenmelere yol açan tahkiyeli eserler okuyucuyu kendi iklimine sokabilmektedir. Çocuk, genç ve yetişkinlerin iç benliğindeki, bilinçaltındaki dalgalanmalar suça, hırsızlık öldürme ve yaralamaya, kundaklamaya dönüşmesi nasıl anlatılacak? Marjinal tiplerin, suça yatkın, sevgisiz ve merhametsiz insanların sosyolojik ve psikolojik tahlilleri okuyucu profili açısından çok önemli bir bilgi birikimine yol açabilir.
Polisiye romanlardan, Altay Öktem’in yazdığı O Adam Babamdı adlı eserde, farklı sosyolojik gerilimlilerin suç işleyenlere dönüşmesi bir dedektif mantığıyla anlatılıyordu. Hem gelenekli tahkiyeli metinler, hem modern roman, kısa hikâyeler, piyesler ve senaryolar, görmek iste (me)diğimizi, göremediğimizi gösterme işlevli birer yapıdır; bu gerçekliği, gizlenenin, saklananın ortaya çıkarıldığı polisiye romanlarda daha çok kavrarız.
Bir hekimin yazdığı felsefî de, polisiye de sayılacak Mükemmel Katilin Peşinde adlı romanı okumuştum. Beklediğim yankıyı görmediğini sandığım bu eser, yaşantılarımızın asıl hayatın yansıması olduğu anlayışına bağlı ‘bediî tefekkür’ün başarılı bir örneğidir.
Sosyolojik ve psikolojik iç ve dış çatışmalar, polisiye eserlerin pek azında, bediî tefekkür sayılabilecek türden bir başarıyla gerçeğimsileştirilebilmiştir. Tahkiyeli eserlerin bir önemli özelliği merakın ritmini etkileyen beklenmezliktir; polisiye anlatımlarda beklenmezlik (terdit) en öne geçmektedir.
Kim, neyi, niçin, nasıl anlatıyor sorularının penceresinden bakarak, yalnızca dilin edebî değer olarak yaşamasında bilinçli tavır gösteren tahkiyeli eserler değerlendirilebilir. Edebiyat sosyolojisi alanında çalışmayı benimseyen araştırıcılar, bu tür eserlerin başarılılarının edebiyat tarihimizin içinde ayrı bir başlık altında yer almasını sağlamalıdır.
B. A: Roman ve ideoloji kavramlarının yan yana getiril-mesi konusunda, ne düşünüyorsunuz? Aydınlar bu konuda hangi türden cümleler kurmalı?
S.K.T: İdeal ile ideoloji kavramları ülkemizde bulanıktır. En güvenilir beş sözlükte, bu kavramları tanımlayan cümleler arasındaki farklılıkları görünce şaşarsınız. İnsanın yaratılma sebebini arayan bir bilinç ve çaba ile ahlâk ve erdem sahibi olarak kendi olma erk ve duyarlılık sahipliği, tartışılmaz bir idealdir. Ahlâk ve erdem nitelikli üstün zihnî değerlere, beklentilere, ilkelere ve hedeflere ideal denilir. Bu idealler bir kısmı dinî, bir kısmı millî, bir kısmı felsefî ve siyasî nitelikli olabilir. İdeoloji bir temel kavramı, ideal sayan ve diğer kavramları o temele bağlı olarak yorumlamayı mutlak sayan fikirlerin bütünüdür. İdeoloji, bir grup idealleri nas hâline getirip tartışmaya kapalı bir inanç ve düşünüş ile davranışlar konumuna taşımışlık anlamına gelir. Bir fikir grubunu tartışılmaz sayıp fanatizme dönüştürmek ayrı bir durumdur. ‘Fanatiklik’, ‘militanlık’, ‘tek yolculuk’ gibi bilime, bilgeliğe ve çağdaş ölçü ve ölçütlere karşı çıkıp marjinalleşmeye de, bir fikrin samimi ve heyecanlı taraftarlığına da ideoloji denmektedir. İnançları ideolojileştiren öfkeliler ise, daha ayrı bir gruptur. Mahallî kimliği kavga konusu yapan öfkeli cehaleti ideal kavramıyla nitelemek yanlıştır. Her türden ayrışmacı, bölünmeci, çatışmacı anlayışlar, her millet ve devlet için zayıflama ve çözülüp parçalanma göstergeleridir. Türk halkını bağımsız bir devletin vatandaşları olarak adalet ve güven içinde yaşayan, kalkınmış, sömürülmeyen bir bilinçli toplum kılma her vatandaşın ve her kurum ve kuruluşun idealidir. Bu idealin her ögesi farklı gruplarca yalnızca bir ideal olarak savunularak yaşanılabilir de, ideolojiye dönüştürülebilir de. Bu ideal ve ideolojilerin sahnelenme alanı seviyeli siyasettir. İllegal olanlarla bağlantılı, ötekileştirici söylemlerden beslenen siyaset görünümlü yapılanmalar, bütünleşmişliğe ve istikrara zarar verir. Tek yolcu, öfkeli, kindar siyaset, cahil kesimlerin fanatikleştirilmesini ilke edinir.
İster tahkiyeli eser olsun, isterse şiir veya deneme, mensure, gezi yazısı, anılar olsun, onu yazan insanın, benimsediği idealleri ve/veya bir dünya görüşü vardır ve biz bunu metinden anlayabiliriz. Yazarın bir idealler grubuna mensup, temsilci olması tabiîdir. Her aydının benimsediği ideallerden dolayı, bir grubun parçası sayılması, o idealleri ideoloji hâline getirmesi de makul ve meşrudur. Makul ve meşru olmayan ise, bu idealleri ve/veya ideolojiyi ‘tek yol’ sayıp diğerlerini yok etmeyi iman hâline getirmektir. Aydın, fanatiklik olmayan düşünce farklılıklarından, görüş ayrılıklarından yararlanabilendir.
Aydın, hangi konuya, hangi kavramlar açısından bakarsa baksın, toplumun benzeşerek, mutluluğu ve huzuru paylaşarak yaşamasına ilişkin değerlerin yanında olma bilincine sahiptir. TBMM ile ordu siyasî bağımsızlığın ve vatanın korunmasını üstlenir; aydınlar ise, manevî vatan olan dilin ve düşüncenin bağımsızlığından sorumludur.
B. A: Bazı hocalarımız edebiyat incelemelerinde kavram, terim ve yöntem birliği bulunmadığını ısrarla söylerlerdi. Edebiyat öğretmenlerinin, araştırıcıların ve akademisyenlerin ilgisini çekeceğini düşündüğüm cevaplarınız için çok teşekkürler ediyorum.
(23 Mayıs-3 Haziran 2024) (SON)