Hicran GÖZE

Avukat - Yazar

Kadınlarımız Onlar

Onlar adı olmayan kadınlar. Erkekleri ile eşit olmak gibi bir meseleleri de yok. Baba evinde bıraktıkları soyadlarını illâ da taşımak gibi bir kavgaları da olmamıştı, Feminizm filân gibi ilimlerden! de haberleri yoktu…

Onlar önce vatanlarının ve mensubu oldukları milletin kadınlarıydı. Anaydılar, eştiler, bacıydılar. Ancak düşman vatan toprağını çiğneyip inançlarına, ırzlarına, namuslarına saldırdığı zaman hırçınlaştılar ve kavga etmesini de bildiklerini işte o zaman gösterdiler. Çok iyi de dövüştüler.

Onların çoğu bir adsız kadınlar ordusuydu. Bâzılarının adlarını ise seneler sonra duyduk. Kahramanlıklarını da…

Adları ve kahramanlıkları onlara ne mal getirdi ne mülk… Ne yalılarda oturdular ne de zevk, sefa içinde yaşadılar.

Kıyıda, köşede fakir ve bilinmeyen, tanınmayan olarak yaşadılar. Öyle de öldüler.

Ama şerefleriyle, haysiyetlerine ve namuslarına en ufak bir leke sürmeyerek… Onlar bizim adları olmayan kahraman kadınlarımızdı.

Bu toprağa ANADOLU ismini çok yakıştıran kadınlardı onlar. Bugün o kadınlardan epeyce uzaklara, çok başka kavgaların içine girmiş, çok yabancı değerlerle kucaklaşmış bizlere onlarla tanış olmak acaba bir şeyler kazandırmaz mı?

Millî Mücâdeleden önce 93 harbinde Rus’la, halkımızın deyimiyle Moskof’la yapılan savaşta ellerinde baltalarla düşmana saldırmışlar, destanlar yazmışlardı.

Rukiye Abla, Pumpir kızı Ayşe bunlardan adlarını bildiklerimiz. Bir destânın son satırlarında adları yazılı:

“Rukiye Ablanın zikir dilinde
Askerin önünde, balta elinde
‘Şehit olur!’ diyor cenkte vuruşan
Kadınlar vermeyin düşmana amân
Pümpür kızı Ayşe amân vermiyor
Düşmana kaçmağa zaman vermiyor
Görenler şaşırıp yolun açıyor
Moskoflar elinden amân diliyor.”

93 Harbi diye anılan 1877-1878 Türk-Rus savaşında destanlaşan Nene Hatun da ayrı bir hâdise…

22 yaşında gencecik bir kadın… Rusların Aziziye tabyasını alıp askerlerimizi öldürdüğünü duyunca, kocasının “evde kal” demesine rağmen çocuğunu bırakıp tabyaya koşmuş, yanındakilerle beraber satırla, taşla Rus askerlerini öldürüp Aziziye tabyasını geri almışlardır. Çeperli köyünün bu genç kadınının iki oğlu da Birinci Dünya Savaşında şehit düşmüşlerdir. İki şehidin anası Gazi kadın 1955 de vefat etmiş, cenâzesi Aziziye tabyasının önüne getirildikten sonra şehitlikte toprağa verilmiştir.

Mithat Cemâl Kuntay ölümünden sonra ona şu şiirle seslenmiştir.

Bazan ne kadar benzemiyor kendine insan
Erkek acaba kimdir? Eğer sen de kadınsan.
Ruhun adı olmaz Ne kadınsın, ne de kızsın;
Bir tane değilsin Nene Hatun sayısızsın.
Evlâdı ölüm dersi alırken anasından,
Hep anneler akmış Meriç’inden Tuna’sından
Yurdunda şehit ülkesi vardır analardan,
Kaç bin kişisin, git, onu sor Dumlupınar’dan
Tarihi yapanlar, bağıran fırtınalardır;
Bazan da fakat sesleri çıkmaz analardır.

Nene Hatun’nun yanında Nâme Kadını, Gülizar Kadını unutmamak lâzımdır. İsmail Habib’in Erzurum’da yaptığı araştırmalar neticesinde öğrendiğimize göre bu Gülizar Kadın bulgur sahanlığı gibi iri bir taşı Moskof paşasının başına indirip cansız bırakmıştır. Yazar, Name Kadınla da Nene Hatunla da görüşüp konuşmuştur. Nene Hatun, uzun boylu asabi bir kadındır. Kızı felçli, kocası ise yüz yaşındadır. Kendisine verilen parayı kabul etmemiş “Parayı nedeyim a efendi bana bir iş bulun da evdekilere bakayım” demiştir. İsmail Habib yaşlı kadının bu davranışı karşısında: “Kahramanlığa kanıksadığımız için mi kahraman kıymetini bilmeyiz? Fakat bunlar yalnız kahraman değil, altmış yıl önceki o eşsiz harikulâdeliğin hayatta kalmış hâtıralarıdır. Bu üç beş hâtıraya üç-beş lira maaş bağlamak: Bu onlara iyilik olmaktan daha çok, bizi nankör olmaktan kurtaracaktır.” diyerek üzüntüsünü dile getirmişti. İstiklâl savaşından önce veya sonra hep bu kahraman ana kadınlarla karşılaşmaktayız. Türk askerinin nasıl “Mehmetçik” denilen tek bir adı varsa çok kere adını bilmediğimiz bu kadınların da tek adı vardır. “Kara Fatma”. Mehmetçikler ve Kara Fatmalar el ele vererek bu kavgayı vermişlerdir.

Kara Fatma’lardan biri Millî Mücâdelede çete başıdır. Yunanlılarla harp etmiş, yaralanmış esir düşmüş ve kaçmayı da başarmıştır.

Bu kahraman kadın 1954 tarihinde yapayalnız İstanbul’da bir kulübede yaşamıştır. Milletvekili Tezer Taşkıran ve İzzet Akçal’ın teklifi ile Milis Subayı Kara Fatma’ya 1954 de 170 lira aylık bağlanmıştır. 1955 de Erzurum’da hayata vedâ etmiştir. Faruk Nâfiz Çamlıbel şiirinde onu şöyle anlatmaktadır:

Kara Fatma adında bir kız çıktı meydâna
Ya aslandır ya kaplan onu doğuran ana!
Kılıç gibi ortaya fırlattı gövdesini,
Çağırdı Türk olanı yükselterek sesini;
“Hey dullar, ihtiyarlar, çocuklar, nişanlılar!
Sınırlarda döğüştü gürbüz delikanlılar,
Sizler rahat ediniz evinizde diyerek…
Böyle günde onları tek bırakmak mı gerek?
Onların kanı var da yok mu sizin kanınız?
Toplanınız ki bugün ana, baba günüdür,
Düşmanlarla boy ölçmek, Türklerin düğünüdür.”

Bir büyük kadınlar ordusunun içinde adları nasılsa bilinen Ayşe Hanım var, Tayyar Rahmiye var, Çukurova’nın Haçin ilçesinden Melek Hanım var, Gaziantepli Yirik Fatma var. Mudurnulu Fatma kadın var, Gördesli Makbule, Nazife kadın, Adile Hala, Kılavuz Hatice var. “Bitlis defterdarının hanımı “diye tanınan bir hanım var.

Her birinin kahramanlıklarından kim bilir kaç hikâye, kaç roman çıkar. Ayşe Hanım Aydında, Demircide dövüşmüş, birinci ve ikinci İnönü savaşlarına katılmış, iki oğlunu da bu savaşlarda şehit vermiştir. Yunanı denize döken ordu da vardı. 1942 tarihinde Ankara’da Merkez Bankasında odacı olarak çalıştığı bilinmektedir.

Tayyar yâni Uçan Rahmiye olarak tanınan bu hanıma ise bu lâkap şehit düşen iki arkadaşını korumak için uçarcasına ileriye atıldığı için verilmiştir. Kendisi Fransız Karagâhına yapılan bir hücumda biraz kararsız davranan arkadaşlarına “Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da siz erkek olduğunuz halde yerlerde sürünmekten ve saklanmaktan utanmıyor musunuz?” diye bağırmış ve alnına saplanan bir kurşunla şehit düşmüştür.

Melek Hanım ise Haçin’de, 500, 600 Müslümanın, düşmanla iş birliği yapan Ermenilerce feci işkencelerle öldürüldüğü Haçin’de şehit düşmüştür. Haçin’nin kurtuluşundan sonra bohçasından bu feci işkenceleri anlatan bir destan çıkmıştı. Destanından birkaç satır:

“Meydan kazanı kurdular
Bebekleri kaynattılar
Güngörmedik hanımları
Süngü ile oynattılar
Kapı kapı geziyorlar
İfadeyi yazıyorlar
Düşman başına vermesin
Oğlak gibi yüzüyorlar.”

Yirik Fatma da bir gazi. Fransızlarla dövüşmüş. Mudurnulu Fatma kadın ise kıtasından firar eden oğlunu “dine vatana ihanet ettiğinden onu eve kabul etmeyeceğini" söyleyerek karda kışta teslim etmiştir. Nazife kadın Türk ordusuna ekmek taşımaktadır. Yunanlılar tarafından yakalanmış, ağzından tek lâf alınamayınca fırına atılarak şehit edilmiştir.

Gördesli Makbule bir efenin hanımı… Erkek gibi giyinen çok cesur bir hanım. O da şehit...

Adile Halanın lâkabı da Kara Fatma… Onbaşı. Afyon Savaşı gazisi. Kılavuz Hatice Fransızlara kılavuzluk yapıp para alıyor. Ama Fransızlar Adana’nın Karabağ semtinde sıkıştırılıp baskına uğrayınca şaşırıyorlar. Çünkü baskını yapan müfrezenin başında Kılavuz Hatice vardır. Ve Fransızların hepsi esir alınıyor. Bitlis kaymakamının hanımı olarak bilinen bu kahraman kadın ise Maraş’ın Kayabaşı mahallesindeki çatışmada mazgaldan ateş ederek sekiz düşmanı öldürmüştür.

Binlerce kadının hizmet verdiği “Kağnı Kolları”nı ise anlatmaya sayfalar yetmez. O kolların adlarını bilmediğimiz kadınları, fedakârlık ve vatan sevgisi ile dolu oluşları sebebiyle karlı tepelerden, donmuş yollardan aşmışlar, orduya silâh ve erzak taşımışlardır. Bu kahraman kadınların çoğu battaniyelerini cephanenin üzerine örttüğü için donmuştur. Evet Millî Mücâdele bir yerde bu adsız kadınların destanıdır. Halide Edip yanık et kokusundan bunalarak bir harabe hâlindeki Afyon’a girdiği zaman, Mustafa Kemal Paşanın etrafını çevirmiş “Yunan’ın bize yaptıklarını sende onlara yap” diye haykıran kadınları görünce “Bu zaferin temelinin kendileri olduğunu hissetmeyen bir grup” diye düşünmüştür.

Nereden nereye geldik…