Prof. Dr. Sadık Kemal TURAL

Roman Kavramı Etrafında Konuşma - 2

(İKİNCİ BÖLÜM)

Son olarak tahkiye kelimesine değineyim: Batı dillerindeki narrasyon kavramı olay (lar)a dayanarak, merakla bezeyerek anlatma işleminin adıdır. Olay örgüsü, üstleniciler ve merak adlı yapılandırıcılar yardımıyla var edilen gerçekleşmeye narration demek yerine, tahkiye denilmelidir. Tahkiye, olay, üstlenici (ler), merak ögeleri ile dile bağlı inceliklerin katkısıyla oluşturulan bir özel anlatmacılıktır.

Bu yaptığımız kavramlaştırma, roman, piyes ve senaryo için uygun düşmektedir; hikâye ve çeşitleri için ne yapmalı? Tahkiyeli eserin örneklerinden olan kısa hikâye adlı ve ona ait üç ayrı yapıyı şöyle kavramlaştırabiliriz: Olay örgüsüne bağlı kısa hikâye (vak’a hikâyesi); olayımsı nitelikli durum hikâyesi ile an hikâyesi/küçürek öykü... Durum ve an hikâyesini yapılandıran fikirle bezeli yoğun duygu yansıtmalarının tahlilindeki ölçüt, olayımsı ile üstlenici kavramları ve anlatıcının kimliği ve anlatıcının tutumu olacaktır. Metin tahlili yapanların birikimi, “oluşturduğu sorulara bağlı olarak” bu kavramları zenginleştirecektir.

Tahkiyeyi yaratan ferdî ve/veya anonim sanatkârlığın, kendine özgü bilgi, birikim ve hüner gerektirdiği açıktır. Tahkiye, olay örgüsünü tertip ve takdim edenin; neyi, niçin, nasıl söze taşıdığına bağlı bilgi ve hünerle gerçekleştirilen anlatmacılık çabasının adıdır, niteliğidir. Tahkiye yerine Türkçe bir kelime kullanmamı teklif eden olursa, onu dinlemekten mutlu olurum. Fiction/fiktif karşılığında kırk yıldır gerçeğimsi demekte ısrar ettim -Allah’a şükür- yerleşti.

B.A: Roman eleştirisi yapanlar nelere öncelik vermelidir?

S.K.T: ‘Roman hangi türden bir ihtiyacı karşılıyor?’ Bu soru, kavram ve terim bilgimizi de, tahlile esas olan ölçütler ile yöntem bilgimizi de biçimlendirecektir.

Öncelikle şu hükümleri tekrarlayayım: İnsan beden, can ve ruh dediğimiz parçacıklardan oluşuyor; bu üç parçalı yapının en derindeki, en içteki anlamı ve işlevi bilinmelidir. En derindeki anlam bakımından insan, bilinçli veya bilinçsiz çabalarla öz kıvamını aramaya bağlı sınavlardan geçen bir ilâhî gerçekliktir. Bu ilâhi gerçeklik; yönelişlerde, çabalarda ve kelimelerde başkalarının da görebildiği yansımalarla, zamanda ve mekânda yer almaktadır. Öz-kıvam konusuna girmeden, haset, hırs, kibirlilik adlı üç virüsün; bedeni de, canı da, ruhu da hastalandırıp ilâhî gerçekliği aramaktan, bulmaktan alıkoyduğunu söylemekle yetinelim.

İnsan; sorulmadan da bir şeyler söylemek, böylece bir kişi, grup veya toplumla bağlar kurma ihtiyacı, beğenilme beklentisi duyan bir varlıktır. Her insan, işittiği, okuduğu, yaşadığı olaylardan, ilgi, bağ ve bağlantı kurduğu varlıklardan etkileniyor. Gelen etkileyici uyarımlar, bilgilenmeler, olumlu veya olumsuz görüş oluşturmaya ve bildirmeye yol açıyor. Görüş sahipliği özgür insanın öncelikli haklarındandır. Her insan, öncelikle kendisinin, sonra başkalarının, iyilik, rahatlık, güvenlilik ortamında, huzurlu ve sağlıklı olmasına ilişkin görüşlerin ve bunun sonucu olan davranışların sahibidir.

Point of viev ifadesi görüş açısı denilmesi gerekirken ‘bakış açısı’ karşılığı verilip kullanılmaktadır. Görüş açısı ile davranışlar bakımından benzeşen, uzlaşan insanlar bir toplum oluştururlar. Her toplumda bütünlüğü bozan fitne odakları da, farklı beklentilerle yoğrulan inanış ve düşünüş gösteren kişi ve gruplar da bulunur. Sonradan görmelik, fanatiklik, militanlık, yoksulluk ve kendi erkine sahip çıkamamak toplumun benliğini kimliğini bozmaktadır. Toplum olmanın ön şartlarından biri, ortak bir hayat yaşamayı düzenleyen kural ve ilkeleri benimsemek ve uymaktır. Bu değer, kural ve ilkeler benzeşme, uzlaşmalar istikrar ve itibarı sağlar. Bunu sağlamanın temeli aile, kendi olmak Türkçeyle düşünmek ilkesine bağlı eğitim ve hukuk sisteminin arızasız işletilmesidir. Edebiyat eseri yaratanlar, bu mizaca ve duyarlılığa sahip insanlar, benlik ve kimliklerinin iç denizindeki, toplumdaki yozlaşma, yabancılaşma, sapma ve sapıtma ile hukuksuzlukları, zevksizlikleri edebiyat eserleri görür, gösterir. Bu konuda etkili aydınlarımızdan Oğuz Çetinoğlu Bey’in bilinçli çabalarının bilinmesini ve beni hesaba çeken mülâkatının okunmasını isterim.

Edebiyattan sayılan eserler özellikle de tahkiyeli eserlerin bir kısmı mevsimlik otlara, bir kısmı uzun ömürlü ağaçlara benzer. Olay örgüsü ve onun canlılığını sürdüren merak ögesi de eserin ömrüne ömür katabilen bir yapı elemanıdır. Kim ne yaptı, niye yaptı, hangi karşılığı buldu? sorularının cevapları millî ve beşerî gerçekliklere ait yansıtıcılığı üstlenmektedir. Bu yansıtmalardaki tefekkür, tahkiyeli eserin hem sosyolojik ve filozofik, hem de edebî değerini belirlemektedir.

Duyarlılığı da gördüklerini anlatmak ihtiyacı da fazla olan insanlar, kendi tespit ve yorumlarını tahkiyeli eserler aracılığıyla paylaşıyorlar. Kişiye özgü benlik kimlik arızalarından topluluklara ait olumsuzluklara kadar huzuru, mutluluğu ve adalet ile sağlığı hastalandıran durumlar romanın, hikâyenin piyesin ve senaryonun hareket noktasıdır. Roman tahlil edenler, esere yansıyan bu durumları hükme bağlamak zorundadır.

B.A: Roman, hikâye ve piyeslerin bir tür okul gibi düşü- nülmesi tezini benimsiyor musunuz?

S.K.T: Tahkiyeli metinler, toplumdaki değer ve davranışların düzeltilmesi ve yaşatılması konusunda, duyarlılıkların oluşumunu, bilinçlenmesini sağlamaktadır. İyi faydalı, güzel ile kötü, faydasız, çirkin, bayağı arasındaki seçimler için, masal saydıklarımız, destan veya efsane olarak dinleyip okuduklarımız ‘temsil ediciler’, ‘misaller’ aracılığıyla bilgi ve eğitim veriyor. Bu işlem insanlık kadar eski bir bilgilendirme, yön verme, örnekler aracılığıyla eğitme işlemidir. Dile bağlı malzemenin özellikle edebiyat eserlerinin insanlığa ait merak ve hükümlerden oluşan bir alan olduğu açıktır. Sosyal ve beşerî bilimlerin, üç yüzyıla yakın bir zamandır sosyolojik olanın arkasındaki psikolojik olanı hükme bağlamaya çalıştığı görülüyor. En eski tahkiyeli metinlerden en yenilerine kadar hepsi, insanın toplum içindeki yer ve yar edinme savaşlarını, buna bağlı gelgitlerini anlatıyor. Rüya, falcı, kâhin aracılığıyla alınan bilgiler, tahkiyeli eser yaratanın iç dünyasındaki ‘olabilse’, ‘olsa’, ‘olası’ ve ‘olmuş’, ‘olan’ ve ‘olacak’ arasındaki gelgitlerin var ettiği bir esere dönüşüyor.

Her insan gelgitlerinin çeşitleri ve şiddetleri farklı olmakla birlikte, kendi olma yönünde bir arayışlar ve çabalar yumağıdır. İnsanın gelgitlerle boğuşturan olgulardan biri aşktır. Gelenekli ve modern sayılan manzum veya mensur tahkiyeli eserlerin en önde gelen yapı ögesi aşktır. Aşk, iki insan arasındaki ahlâk ve erdem ölçütlerine uygun bağlantılanmaların, engellerle ve yasaklarla özel boyutlu bir yumak oluşturmasıdır. Roman, piyes ve senaryolar ile kısa hikâyeler, bu yumağın bir yanını görmeyi ve göstermeyi üstleniyor. Yazar, tahkiyeli eserin içindeki kişilerin olayların ve durumların kaderlerini belirliyor, biliyor. Bu belirlemeler hayatın gerçeğine tıpatıp uymayabilir. Birçok okuyucu kendi duygu ve hayallerini okuduğu esere ekleyerek, anlatılanlara ayrı bir boyut katmaktadır. Beklenmezlikli ilişkiler, çok fazla şaşkınlık, öfke veya acıma duygusu uyandıran merak ögesi, bazı okuyucularda -geçici de olsa- sarsıcı etkiler yapmaktadır.

Piyes, kısa hikâye, roman veya senaryo yazan, eserin her aşamasında ‘Ben neyi/kimi, niçin ve nasıl yazıyorum?’ ana sorularından ayrılmamalıdır. Ne yazdığını, niçin yazdığını bilen Mollier, insandaki traji-komik’i anlatan piyesleriyle klasik oldu. Yakup Kadri’nin Hüküm Gecesi, Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü veya Peyami Safa’nın Bir Tereddüdün Romanı adlı eserlerindeki başarıları, ana sorulara bağlılıklarından doğmaktadır.

Kültür ve edebiyat dergilerinde romanlarla ilgili yazılar yer alır. Akademik derinlik beklenmeyen bu yazılar tanıtım veya tahlil kelimesiyle nitelenmelidir. Azami on sayfa içinde vak’a kuruluşunun, merak dizilişinin, gerçeklik algısının veya olay üstlenici varlıkların, tahlili mümkün değildir. Bu türden yazıların okuyucuyu yönlendiren tanıtma ve tahlil işlevli olması yeterli sayılmalıdır.

Edebiyat biliminin hedefi, metin tahlillerinin yarattığı ortak hükümler aracılığıyla edebiyat tarihinin yazılmasıdır. Roman tanıtımı, eleştirisi yapan yazılar üzerine doktora yapmıştınız. O metinlerin hangi ölçütlere ve/veya sorulara dayanarak yazıldıkları ayrı bir konudur.

Şunları tekrarlayalım: Gerek Hristiyan papazların önünde günah çıkarmalarda, gerek psikoloji ve psikiyatride ana öge, ‘anlatma/anlattırma’ yolunu kullanmadır. Saklanan günahlar ortaya dökülmekte, gizlenmiş suçların veya âcizliklerin yükünden bir ölçüde kurtulmuş olunmaktadır. Tahkiyeli eserler, bu anlatarak temizlenme işlemlerine benzeyen, anlatma, anlatılanı okutma, dinletme, sanatıdır. Bu sanatın var ettiği eserleri, yaygın eğitim okulları, kursları olarak anlamak yanlış olmaz.

Yoğun duygulanmanın, yoğunlaşan hayallerin ve bu ikilinin var ettiği özel ‘tefekkür’ün, özel bir düzenlenme ve sunulma çabasının sonucu bediî tefekkürdür. Bu beş ana ölçüt, edebiyattan sayılan her metnin tahlili için yöntem anahtarlarıdır. Edebiyat araştırıcısından beklenilen, tahkiyeli eserlerin yöntemli olarak tahlil edilmesidir. Ortak ölçütler ve ortak sorular dışında kalacak olan farklı meraklara bağlı sorular sorma özgürlüğüne ve özgünlüğüne karşı çıkılmayacağı açıktır. Tahkiyeli eser (ler)in tahlilinin, ana ölçütlere ve bu ölçütlere bağlı çözümletici ortak sorulara bağlanmadığı sürece, gereksiz tartışmalarla enerji tüketilir. Beş T ölçütlerine dayalı soruların bir kısmında ortaklık, bir kısmında ise araştırıcının soru oluşturmakta özgür olacağı kabul edilirse, tahkiyeli eserler yöntemli olarak çözümlenmiş olacaktır.                                                  (DEVAMI YARIN)