Montaigne'in Denemelerini Okurken

Bir edebiyatçı dostumun yazısında, Michel de Montaigne (Mişel dö Monteyn) (1533-1592)’in, “deneme türünün pîri sayıldığını” okuyunca, Denemeler’e tekrar göz atma ihtiyacını duydum.

Denemeler’i okuyalı epeyce uzun zaman oldu. Hemen hemen elli sene önce!..Demek ki, bâzı şeylerin tâzelenmesi gerekiyormuş. Tabiî ki, vakit bulursan ve ihtiyaç duyarsan!..

Aslında, şu anda, onu, tekrar okumak için ne vaktim var, ne de ihtiyacım!..Şimdiki, sâdece, merak!..

Bu sebeple; bu merakımı gidermek için sâdece göz atacağım!..Fakat, şunu da biliyorum ki, bir göz atış olsa bile, farklı zamanlarda farklı p(i)sikolojilerle okumanın da, insanı farklı noktalara taşıyacağı muhakkaktır.

Avrupalı yazarlar ve şâirleri anlamakta hep güçlük çekmişimdir!..İstemişimdir ki, -başkalarına karşı- biraz daha müsâmahakâr değil, ‘tarafsız’ olsunlar, biraz daha benlik’ten sıyrılsınlar!..

Yeni mi anladın? diye sorabileceklere, “Hayır! Şimdiyi kastetmiyorum, zamanında da/o zamanlarda da yâni gençlik yıllarımda da” biliyordum/anlamıştım dememe hiç de lüzum görmüyorum.

Çok azı müstesnâ, Montaigne de onlardan sâdece biri. Bunlar, hür muhakeme yapar görünürler ve kendilerini öyle takdim ederler de, bir noktaya geldiler mi takılıp kalırlar, tıkanırlar!..

Pek çok şeyi, kendilerine yontarak yaparlar. Hiçbir zaman, öz kimliklerinden, inançlarından ve millî hassasiyetlerinden, kıskançlık, haset ve kaprislerinden vazgeçmezler. Dinleri ise, taptıklarıdır; ondan zerrece tâviz vermezler!..

Bu vesîleyle, mâzîde bir geziye çıkmış da oldum.

Şüphesiz ki, bir okur’un iyi niyetli olması ve art niyet aramaması hiçbir şeyi değiştirmez. Çünkü, o, okur’dur.

Okur’a, sevgiyi, muhabbeti, acıyı, zulmü, dehşeti yaşatacak olan yazar’dır. Yazar; ikrâmını yaparken, çok yönlü hassas olmak zorundadır. Bir tarafı yaparken, diğer tarafı kırıp dökmemelidir.

Ne adına?

Elbette ki, adâlet adına!..Karakterli olmak adına!..Elbette ki, insanlık adına!..Ve elbette ki, ahlâkîlik adına!..

Şâyet; kelimeler, okur’a işkence yaşatacaklarsa, kalemin ne değeri kalır!..Zulûm makinesi olur, çıkar!..

Doğrudur; “Denemeler”, bu tarzın ilk eseridir ve Montaigne de, bu sahanın “öncüsü”dür. Tabiî ki, “pîr”in çok anlamları vardır. Mes’eleleri cihânşümûl bir fikrî yapıyla ele alan pîr’le, bu pîr arasındaki farkı da söylemeliyim.

Bu, çok mühimdir!

Çünkü; Montaigne, “Je suis moi-même la matiere de mon livre” yâni; “Kitabımın esas unsuru/malzemesi/konusu, bizzat benim” der. Hâliyle; eser, deneme türünde bile olsa, yazar, bunda “bizzat kendini mevzû” yaptığını söyler; hareket/çıkış noktası görür ve bir numûne olarak takdim eder.

Yûnus Emre’deki “ben” ile, bu “ben” arasındaki ‘uçurum’ derecesindeki farkı görmek lâzımdır!..

Birincide ‘tevâzû’; ikinci de ‘kibir’ görülür!..

Bir hususa dikkat çekeceğim; Montaigne, Türkler hakkında, bâzen övgü dolu ve bâzen de karalayıcı ifadeler kullanır. Bu, onun, mes’elelere -çok da- vâkıf olduğundan değil; bunları, başka kaynaklardan temin ettiğindendir.

Batılıların esas düşünce yapılarını yukarda bir cümleyle ifade etmiştim. Bu durum, Victor Hugo’da da vardır, Voltaire’de de, Shakespeare’de de vardır.

Yazdıklarından anlaşılmaktadır ki, Montaigne, Türkler’le hiç muhatap olmamış, başkalarının söylediklerine göre, bir takım kanaatler ileri sürmüştür.

Bu hususta, Prof. Dr. Zeki Arıkan (1944-2021), “Montaigne ve Türkler” başlıklı makalesinde şöyle demektedir: “Halkokondil’in tarihi Fransızcaya çevrilmiş ve basılmıştır. Montaigne, Denemeler’in ancak bir yerinde Halkokondil’in adını vermekte ve ondan sözüne güvenilir bir insan olarak söz etmektedir.

Montaigne’in Türkler hakkında en çok kullandığı kaynaklardan bir diğeri de Guillaume Postel’in “De la Republique des Turcs…”başlığını taşıyan ve üç ana bölümden oluşan eseridir. Postel (1510-1581), zamanında Osmanlı İmparatorluğu ve doğu toplumları üzerinde oldukça ayrıntılı bilgilere sahip olanların başında geliyordu. Kanuni döneminde iki kez (1535, 1549) Türkiye’ye gelmiş, böylece doğu ülke ve insanları konusundaki bilgilerini derinleştirmek fırsatı bulmuştur. “ (docplayer.biz. tr/46699138)

Buradan şunu anlayabiliriz ki, Montaigne, Türkler hakkında, başkalarının kanaati üzerinden fikir yürütmüştür.

Meselâ; “Türkler’in hayvanlar için bakımevleri ve hastahâneleri vardır” ve  “Askerlerin düşmandan çok komutanlarından korkmalarını isteyen o eski ahlâk ne oldu?” ifadelerinin yanında; “Fatihlerin en zâlimi olan Selim üstüne yazılanları okurken şaştım” cümlesi de şaşırtıcıdır.Bir defa; “Fatihlerin en zâlimi..” ifadesini, ‘toptan’, kendisine iade ediyorum. Diğeri ise; Osmanlı Türk Cihân Devleti’nde üç “Selim” vardır. 1. Selim: Yavuz Sultan Selim (1470-1520) 9. Padişah; 2. Selim; Sarı Selim diye anılan Selim (1524-1574) 11. Padişah ve 3. Selim (1761-1808), 28. Padişahtır.

Birinci Selim/Yavuz öldüğünde, Montaigne, doğmamıştı. Üçüncü Selim doğduğunda ise, Montaigne, çoktan ölmüştü. O hâlde, kala kala İkinci Selim kalıyor ki, “Sekiz yıllık saltanatı döneminde hiçbir sefere çıkmadığı” İslâm Ansiklopedisi’nde (Bknz. Feridun Emecen, islamansiklopedisi.org.tr/selim-ii) yazılıdır.

Demek ki, Montaigne, bu rezil iftirayı, Yavuz Sultan Selim için söylemektedir.

Kaldı ki; “Muhammet, Müslümanlara, halılar döşeli, altınlar, zümrütlerle süslü, en güzel kadınlarla, şaraplarla, acayip yemeklerle dolu bir cennet vadederken içlerinden gülüyorlardı ki ikisi de, ve ağzımıza bir parça bal sürüp bizi dünyadaki isteklerimize uygun hayal ve ümitlere düşürmek için mahsus bizim insanî ve maddî tarafınıza hitabediyorlardı.” (Bknz. Montaigne, Denemeler, Türkçesi: Sabahattin Eyuboğlu, Cem Yayınevi, İstanbul 1976; Sf. 77) cümleleri de şaşırtıcı olduğu kadar saygısız bir tavırdır.

Neticede; “Denemeler”, içinde, yer yer güzel düşünceler de bulunan fakat Eski Yunan’ı esas alan, akılcı Batı’nın kendine yontan kurnaz temsilcilerinden birinin süslü ifadeleri olarak karşımıza çıkıyor.

Düşünmemiz gerekir ki; Montaigne ve döneminin yazarlarından Ronsard (1525-1585), Rabelais (1495-1555) ve İngiliz Shakespeare gibi yazarların hiçbirinin, Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî ve Yûnus Emre gibi, Türk milletinin cihânşümûl şâir ve mütefekkirlerinden haberleri yoktur veya onları, görmemezlikten gelmektedirler.

Bu ise, bir başka ‘körlük’ değil midir?

Çok şükür ki, bugün, “deneme” sahasında da, gerçekten öncü, yazarlarımız olmuştur: Prof. Dr. Mehmet KaplanNihat Sami BanarlıCemil Meriç, Mehmet Çınarlı, Suut Kemal Yetkin, S. Ahmet Arvasî, Ahmet Kabaklı, Sabahattin Eyüboğlu, Nurettin Topçu, Peyami Safa,  Prof. Dr. Ahmet Sevgi...bunlarda sâdece bâzılarıdır.