ABD’de başkanlık seçiminin çok çekişmeli geçeceği, sonucun “burun farkıyla” belirleneceği ısrarla öne sürülüyordu. Ancak tahminlerin aksine Donald Trump rakibi Kamala Harris’e açık ara üstünlük sağlayarak yeniden Başkan oldu. Cumhuriyetçiler hem Senato’da hem Temsilciler Meclisi’nde artık çoğunluktalar; ABD’de Başkan’ın ve iki meclisin aynı partiden olmaları pek enderdir; bu durum kritik konularda Trump’ın işini kolaylaştıracaktır.
Dünyanın ilmi kapasite açısından “en iyiler” diye sınıflandırılan on üniversitesinin beşi ABD'de bulunuyor. Temel bilimler alanında her yıl verilen Nobel ödüllerini alanların çoğu bu ülke vatandaşı. Çünkü bilimsel çalışma ve araştırma yapabilecekleri en mükemmel şartlar ve alt yapı burada. Her yıl rekor sayıda bilimsel makaleler yayımlanıyor, yeni buluşlar açıklanıyor. İlmi seviyenin, kalitenin bu kadar yüksek olduğu bir ülkenin baş yöneticisinin kim olacağını belirleyen seçimlerde, iki ana partinin gösterdiği adaylar bu seviyenin hayli altındaydı. Akademik seviyesiyle, kurumlarıyla, öğretim üyeleriyle yani beyinleriyle bu derece zengin olan, ayrıca bir numaralı küresel güç olarak bilinen bir ülkede başkan adaylarının Donald Trump ve Kamala Harris’in olmaları çok çarpıcı ve düşündürücü bir “tenakuz” dur; hatta trajik bir olaydır.
Sonuçta Amerikan seçmeni, popülist ve pragmatist kişiliği öne çıkan, fevri kararlar verebilen, asabi yapısı bilinen, hakkında açılan ağır suçlamaların yapıldığı onlarca davada yargılanmakta olan Trump’ı yeniden seçti, onun ülkeyi dört yıl daha yönetmesinde sakınca görmedi. Artık Amerikan seçmeninin tercihini ve Trump’ın kişiliğini tartışmanın anlamı yok. Bundan sonrasında nelerin olabileceğini, bunların Türkiye’yi nasıl etkileyeceğini düşünüp konuşmak gerekiyor.
Trump ilk açıklamasında son derece iddialı iki hedefini ilan etti: “1-) Savaşı durduracağım, 2-) Gümrük vergilerini Çin ürünleri için yüzde altmış, diğer ülkeler için yüzde ona yükselteceğim. Ekonomik faktörlerle üretimlerini Meksika’ya kaydıran Amerikan firmalarına ağır yükümlülükler getirilecektir.”
Bu gibi girişimleri yapması sadece kendi tercinden ibaret değil. Amerika’nın kendine has siyasi ve askeri yapısı var. Başkan ne kadar etkili olursa olsun Ulusal Güvenlik Danışmanı’nın, CIA’nın, Dışişleri'nin ve PENTAGON'nun görüşlerini de dikkate almak, hatta çoğuna uymak zorundadır. Geçmişte JF Kenedy’nin, Nikson’un neler yaşadıkları unutulmamalıdır.
TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİNİN GELECEĞİ?
Trump’ın seçilmesi iktidar cenahını çok mutlu etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “dostum" hitabıyla hemen arayıp tebrik etmesi, Trump’ın telefonla teşekkür etmesi iktidar çevrelerinde iki ülke arasında sıcak bir dönemin başlayacağı tarzında yorumlandı. Biden döneminde iki lider arasında zoraki temasların dışında dört yıl tıkalı kalan kanallar muhtemelen açılacaktır. Fakat bu gelişmeyi iki ülke arasındaki temel sorunları çözüleceği tarzında yorumlamak çok yanlış olur. Çünkü bunların her birinin arkasında derinlikli politik ve stratejik gerekçeler var; sorunların çözümü için evvela bunların izalesi gerekiyor.
En büyük sorun ABD’nin Suriye’nin kuzeydoğusunda PKK/YPG devleti oluşturma projesi. Hem İsrail’in güvenliği hem Ortadoğu’da kontrolü elinde tutmak için stratejik dostumuz dediği böyle bir yapıyı zaruri görüyor. Türkiye’nin bu konudaki itiraz ve tepkilerini duymazlıktan gelerek her türlü yardımı yıllardır alenen yapıyor. Dostum Trump’ın Washington’daki “derin devlet” bariyerlerini aşmasını kimse beklemesin.
S-400 krizi, F-35 projesinden ihracımız CAATSA yaptırımlarının uygulanması, Halkbank davası Trump döneminde başlatılan ve sürüp gelen sorunlardır. S-400 olayı iktidarın yanlış Suriye ve “dostum Putin" politikasının izdüşümü olarak patlak verdi. Doğuracağı sonuçları göze alarak cesurca bir çıkış yapılmadığı sürece depoda çürümekte olan bu sistem, “baş ağrısı” olmakta devam edecektir. Trump Biden’ın sürüncemede bıraktığı F-16’ların verilmesine muhtemelen yeşil ışık yakacaktır, fakat F-35 projesine tekrar katılmamız S-400’ler ülkemizde durdukça temenniden ibaret kalacaktır.
Türkiye İsrail vahşetine en sert tepkiyi veren tek İslam ülkesi. Ancak ABD’nin Netanyahu’ya verdiği sınırsız destek devam ettiği sürece İsrail’in geri adım atması mümkün değil. ABD’nin İsrail saldırılarını insanlığın büyük çoğunluğunu karşısına alma pahasına desteklemekte oluşu, bu ülkedeki Hıristiyan ve Yahudi Siyonizminin ne derece güçlü olduğunu gösteriyor. Kudüs’ün İsrail başkenti olmasına destek veren Trump Netanyahu’yu durdurmak maksadıyla girişim yapmaz. Bir tercih yapması söz konusu olduğunda kimi tutacağı bellidir. Dolayısıyla İsrail ile ilişkilerimizin gerginleşmesi Amerika ile ilişkilerimize yansıyacaktır.
Trump’ın savaşı durdurma vaadi Rusya-Ukrayna savaşında öne çıkacaktır. Savaşan tarafların tavize yanaşmaları beklenmiyor. Taraflardan birinin savaş yapamayacak kadar takatsiz kalmadığı sürece barış anlaşması yapılması imkânsız görünüyor. Fakat Trump çok ısrarla bastırdığı takdirde süreli ateşkes anlaşması olabilir. Trump bunu kendi başarısı olarak sahiplenir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin ile dostluğunu Trump’ın nereye kadar hazmedeceğini bilemiyoruz.
—————
Milli Mücadele’nin lideri, Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Savaşı’nın, 9 Eylül’de İzmir’e giren ordumuzun muzaffer Başkomutanı, tarihte Göktürkler’den sonra Türk adıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, enkaz haline gelmiş olan bir ülkeyi “Türk milleti zekidir çalışkandır” diyerek on beş yılda dostlara ümit, hasımlara korku salan onurlu, güçlü ve parlak bir istikbale aday ülke haline getiren GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’Ü ebediyete intikalinin 86. yılında bir kere daha hürmetle, muhabbetle, şükranla ve rahmetle anıyoruz. Nuri Gürgür, 10 Kasım 2024