Irvin Yalom danışanlarına “Ölüm neden bu kadar korkutucu? Ölüm hakkında seni korkutan şey tam olarak nedir?” sorusunu sık sık sorar. Ölümle yüzleşen veya ölümü düşünen pek çok hastanın cevabı aynıdır:
“Yapmadığım her şey.”
Kırk dokuz yaşındaki İngiliz Terapist Julia isimli bir hastanın cevabı şöyle:
“En başta ressam olmak istiyordum. Herkes, bütün öğretmenlerim çok yetenekli olduğumu söylerdi ama küçükken ve ergenlik çağında kazandığım bütün övgülere rağmen psikolojiye karar verince resmi bir kenara bıraktım. Aslında tam olarak bırakmadım. Sık sık desen veya yağlı boya tablo yapmaya başlıyorum ama hiç bitiremiyorum. Dolabım bitmemiş işlerle dolu. Çok meşgulüm, çok para kazanmak istiyorum ve terapi bütün zamanımı alıyor.” (Yalom, 2008, s. 50).
Julia, terapi yaparken işinden hiçbir zaman tatmin olmuyordu. Sonunda ölümü yaklaşınca hayatını yetersiz ve tatmin edici olmayan şekilde yaşamasıyla doğrudan mücadele etmeye başladı.
Julia gibi pek çok ölümcül hasta “Ölümün tam olarak nesinden korkuyorsun?” sorusuna aynı cevabı veriyor.
Bundan şu gerçek ortaya çıkıyor: Ölüm korkusu ile yaşanmamış hayat hissi arasında pozitif bir ilişki vardır. Başka bir deyişle hayat ne kadar yaşanmamışsa ölümden o kadar çok korkarsınız. Varılan bu sonuç ölüm anksiyetesiyle hayat tatmini arasında ters ilişki olduğunu doğrulayan bir doktora teziyle de desteklenmiştir. Başka bir deyişle hayat tatmini ne kadar azsa ölüm anksiyetesi o kadar fazladır (İrvin Yalom, Güneşe Bakmak- Ölümle Yüzleşmek, İstanbul, 2008, s. 51).
"İyi geçen bir gün nasıl mutlu bir uyku getirirse, iyi geçen bir ömürde mutlu bir ölüm getirir." diyor Leonardo da Vinci.
Doğum gibi ölüm de insanın var oluşunun, büyümesinin ve gelişmesinin bir parçasıdır. Elisabeth Kübler Ross’un deyişiyle, ölüm insanların gelişmelerinin son aşamasıdır. Ölümle uzlaşarak, hayatın gerçek anlamını keşfederek ve böylece gerçek hediye olan hayatımızı olabildiğince mutlu ve üretici hale getirebiliriz.
Peygamberimizin “Ölmeden evvel ölünüz.” hadisi ile kastedilen, dünyaya veda etmeden evvel, nefsin meşru olmayan isteklerini, süflî (değersiz, aşağı) arzularını, tükenmek bilmeyen hırslarını, bugün kendi irademizle terk etmemizdir.
Yahya Kemal ne güzel ifade ediyor:
“Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi,
Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi.”
“Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle diriltilirsiniz” hadisi de konuya ışık tutmaktadır.
Gerçekten onurlu, şerefli, erdemli bir hayat sürenler şerefli bir ölüm ile karşılaşıyorlar.
Aslında yaşadığımız hayatın hepsinin hedefi, şerefli bir şekilde ölmektir.