Bugün haritalarda İRAN olarak gördüğümüz bu ülke, geçmişte Türk yurt olmuş topraklardı.
1925 yılında, batılı ülkelerin de destekleri ve planlarıyla KAÇAR TÜRK hanedanlığı yıktılar ve Farsileri başa geçirdiler. Pehleviler ve şahlar yönetimleriyle de Türklerin bu topraklardaki yönetimlerine son verdiler.
Oysa bu topraklarda Türkler; Büyük Selçuklu Devleti, Akkoyunlu Türk Devleti, Karakoyunlu Türk Devleti, Safevi Türk Devleti, Afşar Türk Hanedanlığı, Kaçar Türk Hanedanlığı olarak yıllarca devlet olarak hüküm sürmüşlerdi.
Şimdilerde bu coğrafyada, Türk Devletleri yok olsa da Türkler hala var ve dimdik ayakta olduklarını da görüyoruz.
Bugün bile, Türkiye’den sonra en büyük Türk toplumunun yaşadığı bir ülkedir, İRAN.
Son yılların nüfus bilgilerine göre bugün İran’da, 34 milyon Azerbaycan Türkü başta olmak üzere, Özbek, Türkmen, Kaşka-i, Afşar, Kaçar, Kazak, Halaç ve Karakalpaklardan oluşan 40 milyonun üzerinde Türk yaşamaktadır.
Bu ülkenin %98'i Müslümandır. Mezhep olarak da %90'ı Şii, %8'i Sünni müslüman olan İRAN'da, Ermeni ve Süryanilerden oluşan Hıristiyanların yanında, BAHAİ ve ZERDÜŞT hatta bir miktar da Musevi de yaşamaktadır.
2014 yılında İRAN'a seçkin bir ekiple bir kültür gezisi yapmıştık. Bu gezide bizi en çok etkileyen mekanların biri de MEŞHED'deki İMAM RIZA (Ali er-Rıza) TÜRBE'si olmuştu.
İMAM RIZA ise, 765 ile 818 yılları arasında yaşamış, Şii, Caferi ve Alevilerce de 8. imam olarak bilinip ve kabul edilir. Aynı zamanda da Musa el-Kazım'ın da oğludur.
Sonuçta; biz de İmam Rıza'nın Türbe'sine gittik. Türbe (mezar), Meşhed şehrinde geniş bir alanda, çok amaçlı yapılar kümesi halinde oluşturulmuş olup yılda 15-20 milyon ziyaretçinin de uğradığı bir canlı bir mekân.
Bu arada rehberimiz bize bu türbeye günde 600 bin kişinin ziyaret ettiğini söyledi. Bize biraz abartılı gibi geldi. Bazı önemli gün ve haftalarda belki olabilir. Ama her gün deyince yıllık ziyaret 200 milyonu geçer ki Mekke- Medine (Kâbe) ziyaretleri bile resmi kayıtlarda HAC 2 milyon 489 bin, Umre 7 milyon 200 bin, hadi resmi Olmayan rakamları da dikkate alırsak 15-20 milyon civarında filan olur. Neyse rakamlar bir yana, Türbe gerçekten çok kalabalık ve canlı. Namaz kılanlar, sohbeti dinleyenler, toplu ilahiler ve kendinden geçmiş ağlayanlar ve de korunaklı mezarın dış yüzeyine el sürmeye çalışanlar...
Ben de bu arada bu atmosferin bir parçası olarak, bir duvara yaslandım ve düşünmeye başladım. Bir tarafta Mekke-Medine'de ibadetlerin yapıldığı ve duygu sellerinin yaşandığı ve milyonların ibadet ettiği mekanlar, diğer tarafta İmam Rıza Türbesi ve yine aynı benzer duyguların yaşandığı bu anlamlı yerler.
Bir tarafta Sünniler, diğer tarafta Şii'ler, Caferiler... Sanki bir güç bu ayrılığı planlamış ve Müslümanlar da bu planın bir parçası olarak oyuna gelmişler gibi. Ve de farklı Kâbe oluşturulmuş ve birbirine düşman...
Evet, maalesef düşman. Yıllarca mezhep savaşları yapıldı. Özellikle Siffin Savaşı'ndan sonra, parçalanan ve birbirleriyle uğraşan Müslümanım diye kendini tanımlayan bu grupların, birbirlerine olan buğuzları hala da devam ediyor, ne yazık ki...
Arabistan ve Körfez ülkelerinin açıktan İran'a karşı tavırları, İran'ında Şii hilali için Irak'ta, Suriye'de, Lübnan'da ve Yemen'de yıllardan beri Sünnilere karşı olumsuz tavır ve mücadeleleri...
Sözde Müslüman olan bu Sünniler, Şiiler, Caferi ve Aleviler birbirlerinin enerjilerini yok ederken, Londra'daki, Washington'daki, New York'taki, Berlin'deki, Paris'teki, kısaca; tüm İslam karşıtı ülke ve insanların mutluluktan kahkaha attıklarını ve kadeh kaldırdıklarını da görür gibi oluyorum.
Neyse, duvara yaslanmış ve üzgün bir halde tüm bunları düşünürken, baktım karşı duvarın kenarında Türkçe konuşan Şii bir din adamı hem konuşuyor hem de bir taraftan da bana bakıp duruyordu.
Dikkatimi çeken, bu Şii din adamının yanına doğru giderek selamımı verdim ve kendimi tanıttım. Türkiye'den geldiğimi ve ismimin Abdullah olduğunu söyleyince memnun olduğunu gösteren bir tavırla, bana dönerek;
"Ooo Sen menim Özümsen çok memnun oldum, benim de ismim Molla Acem Ali." dedi.
Her haliyle de Azerbaycan Türk'ü olduğu da zaten anlaşılıyordu Acem Ali'nin...
Bende bu samimi ortamda kolundan tutarak;
"Acem Ali Efendi, bir Kâbe Mekke'de, bir Kabe’de de burada oluşmuş. Her iki tarafta saf ve samimi insanlar. İbadetlerin ve inançların tüm ruh hallerini yaşamaya çalışıyorlar. Ama karşılıklı olarak, birbirlerine olan bakışları ve tavırları pek olumlu değil. Oysa, her iki tarafında bu güç ve enerjileri birleşerek düşmana karşı kullanılması doğru değil mi? Ama, maalesef böyle olmuyor... Bu durumdan da İslam düşmanları çok memnun ve mutlular. Şii dünyası ila Sünni dünyasını çarpıştırıyorlar. İki dünyalı bir İslam Coğrafyası oluşturdu siyonizm… Ve onların plan ve tuzakları bugün hala acımasız bir şekilde devam ediyor. Bu düşmanlıkları bir din adamı olarak, bir molla olarak, Şii ve Sünni dünyasının bir ve beraber olması için ne yapıyorsunuz? Gördüğüm kadarıyla, bugün bile tüm kin ve gücünüzle Hz. Osman, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Aişe’ye karşı tavır koymaya devam ediyorsunuz. Karşınızda gördüğünüz her Sünniye karşı Yezid aklınıza geliyor. Oralardan çıkın artık bugüne gelin. Kucaklaşmanın ve birbirimizi anlamanın zamanı gelmedi mi? ’dedim.
Molla Acem Ali de iki kolumdan tutarak, üzüntülü bir beden diliyle, uzun uzun yüzüme baktı. Çok müteessir olduğu da her halinden belliydi. İri yapılı bu Azerbaycan Türk'ü, din adamı, konuşmamdan çok etkilendiği anlaşılıyordu. Çok şeyler söylemek istediğini de hissediyordum. Ve o da nihayet sorularıma cevap vermek için konuşmaya başladı;
‘’Abdullah Efendi, men Tebriz'den bir eşek getirsem, nasıl anırır?’’
Ben de "eşek gibi anırır" dedim.
"Peki, sen İstanbul'dan buraya bir eşek getirsen nasıl anırır?"
"Eşek gibi anırır Acem Ali." dedim.
‘’Hah işte, tüm mesele burada, Abdullah Efendi, sizde de eşekler var, bizde de. Maalesef ben de bu konuda çok üzülüyorum. Ben tüm sohbetlerimde bizimkilere diyorum ki, Yahu hiç olmazsa peygamberimize saygıdan dolayı, onun sevdiklerine laf söylemeyin, saygı duyun, onun yüzü suyu hürmetine, bu isimlerle uğraşmayın diyorum. Ama maalesef istediğimiz bir olumlu havayı da tam oluşturamadık. Bir tarafta Cehalet, diğer tarafta da düşman bizden daha iyi çalışıyor ki, böylece bir ve bütün olması gereken güç heba oluyor." diyerek konuşmasını bitirdi.
Ama bu arada Acem Alimin hüzünlendiğine ve duygulandığına da şahit olmadım değil.
Aynı Allah'a, peygambere, kitaba, meleklere, ahirete, kaza kadere inanan insanların düştükleri bu rezil çukurdan çıkarmak için uğraşan, tarih sürecinde devlet ve din adamları olmadı değil, oldu. Bunların başında da değerli büyük devlet adamı olan, NADİR ŞAH gelir.
Bu büyük insan NADİR ŞAH, Sünni ve Şii din adamlarını NECEF şehrinde topladı. Günlerce tartıştırdı ve nihayetinde de bir orta yol bulundu ve anlaşma sağlandı, herkes birbiri ile kucaklaştı ve helalleşti. Çünkü tartışmalar hararetli ve zaman zaman da çok sert geçmişti.
Beraberce de alınan karar ise özet olarak şu idi. Hanefi, Maliki, Hanbeli ve Şafii mezhebine ek olarak beşinci mezhep de CAFERİLİK olarak kabul edilecekti.
Bu iyi niyetle yapılan ve bir sonuca bağlanan bu anlaşma, ne yazık ki çok sürmedi.
Bir ve beraberliği sağlamaya çalışan Afşar İmparatorluğu'nun başındaki bu büyük adam, Türkmen Afşar Beyi olan NADİR ŞAH, uyurken kalleşce öldürüldü. Kimin öldürdüğü de belli olmayan bu AFŞAR Beyi NADİR ŞAH'ın tek gayesi vardı. Afganistan'daki HİNDUKUŞ dağlarından, Balkanlardaki RODOP dağlarına kadar, Mezhep kavgası olmasın. Dinin nedir? dediklerinde MÜSLÜMANIM desin, iSLAM desin. Artık Müslüman kanı dökülmesin. Teferruatlarda Müslümanlar boğulmasın. Dostlarımızı ağlatmayalım, düşmanlarımızı güldürmeyelim. Gücümüzü birleştirelim. Kuzeyimizdeki Rusları, doğumuzdaki Çinlileri ve batıda da duran Hıristiyan alemine karşı güçlü olalım. Yoksa bizi bölüp parçalayarak birbirimize düşürüp ortak gücümüzü de yok ederler. Eğer, Asya ile Avrupa arasında da güçlü büyük bir devlet olmazsak, Dünya'daki güçlülerin kuklası ve oyuncağı oluruz diyordu, tüm toplantı ve nasihatlerinde...
Hey gidi NADİR ŞAH! Büyük Türkmen AFŞAR dedemiz. Sen teferruatlarda boğulan Türkleri de Müslümanları da taa O zamanlarda görmüşsün. "Ruhun Şad olsun"
"Rabbim gani gani rahmet eylesin"
Bundan sonraki Türk ve İslam Dünyası da bu hedef ve ideallerinden ders alır, inşallah...
Anılarımdan,