Vefâtının 7. Yılı Münâsebetiyle Feyzi Halıcı'nın Gül Bahçeleri’nde…

İnsanın gönlünde ‘güzellik’ olmayınca, onun tecellisi için, onu arama ve bulma yolculuğuna çıkması da düşünülemez!

Senin gönlünde nüksetmeyen şeyi, başka yerlerde nasıl ararsın?

Böyle bir aşk eğer sende varsa, onun peşinden koşturup, vâdi vâdi, dağ dağ, ummân ummân, yıldız yıldız onunla hemhâl olmaya gayret edersin!..

Yânî; aşkı dışarda değil, içinde ara!.. Dışarda yakaladıkların, içindekilere aksetmiş pırlanta zerrelerinden başka bir şey değildir.  Demek ki, sendekini, onda bulmuşsun!.. İşte, o zaman bahtiyarsın!.. Kötülüklerden, çirkinliklerden, yalancılıklardan…uzaksın, arınmışsın!..

“Aşk imiş her ne var âlemde

İlm bir kıyl ü kaal imiş ancak”

Diyen Fuzûlî ile;

“Yüz Kâbe’den yeğrektir

Bir gönül ziyâreti”

Diyen Yûnus Emre arasındaki bağ, işte bu bağdır!..

Âşık Veysel’deki;

“Güzelliğin on par’etmez

Bu bendeki aşk olmasa”; ve Necip Fâzıl’daki,

“Kazanda su kaynasa sanki ben pişiyorum;

Bir kuş bir kuş öldürse ben can çekişiyorum”

Hissiyatı da, birbirinden farksızdır!..

İlk defa, -üniversite lisans tezim olan- F(ı)ransız şâiri Charles Baudelaire (1821-1867) tarafından örneklenen “Spleen de Paris/Paris Sıkıntısı” adlı, Petits Poemes en Prose/Küçük Mensur Şiirler” diye de isimlendirilen elli mensur şiirinden meydana gelen ‘tarz’, zamanla birçok şâiri de cezbetmiştir.

Bu tarz’ı, elbette ki, şiir olarak kabul etmeyenler de olmuştur ammâ hiç de yabana atılacak gibi değildir ve adı üstünde, hem ‘mensur’dur ve bana göre de, ‘şiir’dir.

Bu tarzı; ‘şiir adı verilen’ bâzı yazılardan ayrı tutmak gerekir!.. Onların, sâdece adları şir’dir!

Üniversiteden tez hocam Prof. Dr. M. Kaya Bilgegil’in “Cehennem Meyvası” adlı eseri ile, Feyzi Halıcı’nın “Selçukya Güzellemesi” bu tarzın iki güzel numûnesidir.

Feyzi Halıcı, Selçukya Güzellemesi’ndeki “Sevgi Şehidi” başlıklı mensur şiirinde şöyle diyor:

“Gül bahçelerinde bal ırmakları, süt ırmakları. Sen gök kubbe tavanlı bir geniş kurnada zamansızlığı sağıyorsun. Bu ilk sabahta tomurcuk bir sevinç gibi (o ay tepesi, o pirinç beyazlığı da bu tomurcuk sevinç gibi yusyuvarlak, tombul olmalı). Benim yüreciğime yağmur yağmur yağıyorsun. Cemresin gönlüme düşen, tanesin bağrıma düşen, ses tomurcuğusun dudaklarıma düşen. Hançersin can evime düşen. Ben senin sevginin şehidiyim amma gerçek, öylesine korkunç, alabildiğine güzel… “

Bu; iç örgüsü mükemmel mensur şiire hayran olmamak elde değildir!..

Şimdi, bana, bu güzellikte, kafiyeli bir şiir gösteriniz!..

“Selçukya Güzellemesi” başlıklı mensur şiirinde ise, güzellikleri sunduğu başka mecrâlarda tahayyülümüzü şahlandırır:

“Bu kaçıncı bahar diyor, cemreler: “Bu, kaçıncı bahar?” Kaçıncı arzuhalin notaları bir nazlı çiçeğin ayın yazısı oluyor. Zaman geri sayıyorcasına bir ışık hızı. Saniyede üç yüz bin kilometre hızla incilerden taşan bir aydınlık. Gözlerinin, öpülesi gözlerinin sıcaklığı, kilometre taşları gibi benim hüznümün tesellisi oluyor. Ayrılığın alınyazısında majiskül sensin. Çiçeklerin dili oluyorsun; kuş kanatlarıyla serinliğini can evimde duyarken.”

“Sen Bembeyaz”dan da sâdece bir cümle nakledeyim:

“Eylül cevizleri süt süt, diş diş ne kadar beyazsa, tuzlu suyun şakırtısı yalçın kayalara birbiri ardı sıra nasıl da vurup köpük köpük sonsuz bir beyazlığa dönüşüyorsa, yüzlerinin, gözlerinin, yanaklarının şavkı nasıl durgun, mânâlı, bir sessizliğe bembeyaz gökyüzleri gibi nakşediliyorsa; kuştüyü hafifliğinle beyazına beyaz bir güversin oldun, gönül ufkumda, kanat kanat uçuyorsun.”

Feyzi Halıcı; “Seni Düşünüyorum” başlıklı şiirinde, bizi, aynı lezzette hârika hislerle bezer ve hayatta, bir insanın kendisine seçtiği ‘yaşama ülküsü’nün sükûnetini, sadakatini ve muhabbetini tasvir ederek şöyle der:

Sabah yeşil yaprakların ötesinde,

Şıkır şıkır çağlayan su sesinde,

Seni düşünüyorum…

Bir yudum çayda, bir dilim ekmekte,

Duygularım ikiye, üçe bölünmekte,

Seni düşünüyorum…

Şu karanfil, görsen nasıl da beyaz,

Anlıyorum sensiz hayatın tadı olmaz,

Seni düşünüyorum…

(…) Dal, gül, yaprak, yaşama sevincinde,

Sensin en tatlı uykular içinde,

Seni düşünüyorum…”

Feyzi Halıcı’nın “gül bahçeleri”nde dolaşırken, dâima güzelliklerle hâlleşir, onlarla haşir-neşir olur ammâ mutlaka binbir ibretle düşünürüz…

Hayatın tabiî akışı içinde, öylesine mânâlı ve yumuşak üslûplu kelimelerin âdeta yıldızlar misâli süzülüşüne şâhit oluruz.

“Arzuhal” başlıklı şiirinde, bunları şöyle ifade eder:

“Bakışlarımla düğüm düğüm,

Sana bir şeyler söyleyebilsem.

Sabahlara kadar düşündüğüm,

Sana bir şeyler söyleyebilsem.

(…) Sen, yemyeşil baharın burcunda,

Mevsim erguvanları avcunda.

Gül biten dizlerinin ucunda

Sana bir şeyler söyleyebilsem.”

“Sevdiğim” başlıklı şiirinden birkaç kıt’a ile de mesafelere sığmayan bir aşkın terennümünü okuyalım:

“Bir gemidir aşkın benden içeri,

Uzak görünüyor kara, sevdiğim.

Kaçıncı iklimde bu kaçıncı yol,

Kaç İstanbul, kaç Ankara, sevdiğim?

Günaydından öte ne desem sana!

Sen varsın karşımda baksam ne yana.

Güzelliğin serpiliyor zamana,

Benziyor ak-tenin kara, sevdiğim.

(…) Bir sevgin var, can-evimi donatır,

Yâr katında arzuhalim sanadır.

Etme, bu bekleyiş gönül kanatır

Düşündürme, kara kara sevdiğim…”

Halıcı; bu nezîh, zarîf ve mâna yüklü mısralarını bizlere bırakarak ebedî âleme göçtü. O’nu; bir kez daha rahmetle ve hasretle yâd ediyorum!..

ÇAĞRI DERGİSİ, SAYI: 750, TEMMUZ-AĞUSTOS-EYLÜL 2024