İki gün önce cuma namazında hutbede bermutad Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hazırladığı metin okundu. Temsil ettiği değerler açısından Türkiye’nin en önemli kurumlarından birisi olması gereken Diyanet İşleri Başkanlığı siyasetin etkisinden kurtulamadığından esas misyonunu maalesef yerine getiremiyor; oysa ilim ve tefekküre ağırlık verse, dini meselelerde ehliyetli isimlerle istişareler yapmış olsa tarihi bir hizmeti yerine getirmesi zor olmaz. Diyanet kurumu, suskunluktan kurtulamayan İslâmî tefekküre alan açarak, düşünce alanını canlandırarak, çözüm bekleyen dini meselelerde güvenilir bir merkez olmaya mecburdur. Fakat bunu yapmak yerine kolay olana yöneliyor; siyasetin dışında kalarak sorumluluklarını yerine getirmeye çalışacağına, siyasi gücün güdümünde olmayı, camilerde sözcülüğünü yapmayı tercih ediyor. Bu yolun ne kadar yanlış ve kutuplaştırıcı olduğunu, teşkilatın tevhit inancını benimseyenler nezdinde bile saygınlık sorunu yaşadığını görmek istemiyor. Bu Cuma günü on dakikaya sığdırılan hutbeyi dinlerken bu tabloyu bir kere daha gördüm ve bu kurum adına üzüldüm.
Metni yazan aklınca kurnazlık yapıyor. 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın neyi ifade ettiğine, nasıl ve kime karşı kazanıldığına, ordumuzun Başkomutanının kim olduğuna hiç değinmeden, içeriği boş bir hamasetle mugalata yapılarak konu geçiştirilmeye çalışılıyor. Vatan uğruna can vermenin ne kadar değerli olduğu, şehitliğin önemi v.b. Akif’in mısralarıyla dakikalarca anlatılırken bu zaferin adı ve başkomutanı yok sayılıyor. Bu derece ilkel kurnazlık yapmak marifetse Diyanet İşleri Başkanlığı yapılanla övünebilir. Fakat böylesine bir müptezelliği milyonlarca inananı temsil ettiğini düşündüğümüz bu kuruma yakıştıramıyorum ve bu inanan kesimden biri olarak kendimi rencide edilmiş hissediyor, yapanları şiddetle kınıyorum.